Yıldıray Oğur
E-posta:Küçük Ergenekon Hikayeleri
23 Eylül 2008 günü Ergenekon soruşturmasında gözaltına alındı. Evinde ve işyerinde yapılan aramalarda çok şaşırtıcı evraklar bulundu: TSK’ya ait ‘Hizmete Özel’ evrak güvenliği, muhabere güvenliği, muhabere istihbaratı üzerine resmi belgeler, mevzinin kamuflajı, mevzi değiştirme, yüksek sürünmenin anlatıldığı resmi gizli dokümanlar. Bir PKK belgeseli, Kürt sorununa çözüm için 90’ların sonunda HADEP’li siyasetçilerce kurulmuş DEMOS adlı grubun faaliyet planları ve ulusalcı Cumhuriyetçi Seferberlik Eşgüdüm Toplantısı’nın notları. Nazlıkul, ifadesinde hizmete özel gizli askeri belgeler için “şirket ortağı doktor arkadaşımın kağıt israfını engellemek için getirdiği kullanılmış kağıtlar”dedi, PKK belgeseli içinse “deprem sırasında Türkiye’ye gelen bir Alman gazeteci verdi.”
Gerçeği anlamak için ise küçük bir kazı gerekecek. Kazının yapılacağı yer, altı yıl boyunca çok eleştirilen ama hiç okunmayan Ergenekon İddianameleri ve ek klasörleri. Nazlıkul, Frankfurt’a yerleşmiş Pazarcıklı Alevi Kürt bir aileden geliyor. Almanya’da ilk, orta eğitimini ve tıp eğitiminin bir kısmını tamamlamış, ardından Türkiye’de tıp eğitimi almış, tam olarak nereden mezun olduğunu biyografisinden çıkarmak güç. Yine kendi ifadesine göre Alman vatandaşı, Almanya’da serbest gazetecilik yapmış, Alman sarı basın kartı var. Nazlıkul’un üçüncü işi ise tercümanlık. Tercümanlık yaparken 1987’de fuar için Almanya’ya gelen İlhan Selçuk’la tanışmış. Bir iddiaya göre Schröder’in Türkiye gezilerinden birinde Alman devletinin resmi tercümanı olmuş. Tercümanlık sertifikasına sahip olduğu dil ise aslında Kürtçe. Savcılara “Alman polisine PKK hakkındaki telefon dinleme kayıtlarının tercümesi konusunda hizmet verdiğini, televizyonlarda PKK’yı eleştiren konuşmalar yaptığını” anlatmış. Tam bu noktada hikâye tuhaf bir hal almaya başlıyor. Nazlıkul ailesi “yurtsever” bir Kürt ailesi. Hüseyin Nazlıkul’un kardeşlerinden birinin adı İsmail, kod adıyla Kasım Engin. Engin, HPG’nin ünlü muvazzaf gerilla komutanlarından biri. 90’larda Bekaa’da Öcalan’la kalmış, örgüt içinde pek çok tartışmada, tasfiyede kritik rol oynamış bir isim. Diğer kardeşi de PKK’nın Avrupa’da çıkardığı Özgür Politika dergisinde çalışan aktif bir örgüt üyesi. Avrupa’da yerleşik PKK muhaliflerinin sitelerine Hüseyin Nazlıkul da bir dönem Avrupa’da PKK’nın diplomatik çalışmalarında yer almış.
Esas hikâye şimdi başlıyor. Nazlıkul’un evinden faaliyet planları, toplantı notları çıkan DEMOS (Demokrasi ve Kürt Sorunu İçin Çözüm Girişimi) adlı oluşum, 90’ların sonunda PKK’ya yakın Kürt siyasetçiler ve aydınlar tarafından kurulmuş bir sivil toplum girişimiydi. (Nazlıkul’un, savcıya DEMOS’un PKK karşıtı, Kürt kültürü üzerine çalışan bir yapı olduğunu söylemesi herhalde artık şaşırtıcı değil.) Onlardan biri, doktor Kemal Parlak. Hali hazırda BDP yönetiminde yer almakta. DEMOS, aynı zamanda 90’ların sonunda devlet ve PKK arasındaki görüşme trafiği sonucunda ortaya çıkmış bir yapıydı. Geçen aylarda televizyona çıkan MİT’çi Alparslan Ertuğ, “dostum dediği” Kürt siyasetçilerle DEMOS’u nasıl örgütlediklerini ve kullandıklarını açık açık anlatmıştı. (Bkz. TVNET İstihbarat programı) Evinden çıkan belgelere bakılırsa Nazlıkul da, MİT-Kürt siyaseti arasındaki kavşakta bulunan bu yapı için internet sitesi, dergi, radyo projelerinde aktif olarak çalışmış.
Neye niyet neye kısmet. Birkaç yıl sonra medya işlerine 180 derece ters taraftaki bir kapıdan yeniden girer. Savcılık ifadesine göre Nazlıkul’un birlikte göz altına alındığı Tuncay Özkan’la tanışması Özkan’ın 2002’de tedavi için kendisine gelmesiyle başlıyor. Özkan, Nazlıkul’a o sıralarda çalıştığı Skytürk’te sağlık programı yaptırıyor. Bundan sonrasını doğrudan iddianameden okuyalım: “Tuncay Özkan’ın farklı medya gruplarında çalıştığını, kendisine neden bir televizyon kanalı kurmadığını sorduğunu, o arada Tuncay Özkan’ın yerel bir kanalı satın alarak Kanaltürk ismi ile yayın hayatına başladığını, şirketin isminin Yaşam TV olarak devam ettiğini, Kanaltürk ismi ile yayın yaptığını, Kanaltürk’ün ulusal çapta yayın yapmak amacıyla uydu frekansı ihtiyacı doğduğunu, bunun için kendisinin Almanya’da KTN Medya isimli bir şirket kurduğunu, bu şirketin prodüksiyon ve reklam şirketi olduğunu, Almanya’da kablolu yayına geçerek Eurotürk ismi ile yayın yaptığını, uydu frekansını aylık 18.000 dolar bedelle kiraladıklarını, Tuncay Özkan ile yaptıkları anlaşma uyarınca Almanya’daki reklam gelirlerini kendisinin aldığını, masraflar ödendikten sonra kalan parayı paylaştıklarını, Tuncay Özkan ile kendisi arasında doğrudan para alış verişi olmadığını, KTN Medya ile Yaşam TV şirketleri arasında resmi olarak yapılan anlaşma uyarınca işlerin yürütüldüğünü, reklam sınırlaması ile ilgili mevzuatın Almanya’da daha lehlerine olması sebebiyle Eurotürk kanalı ile alınan reklamlardan dolayı Türkiye’ye göre daha iyi kazanç elde ettiklerini, Tuncay Özkan ile ilişkilerinin bu şekilde devam ettiğini, Yaşam TV’nin resmi kayıtlarında Tuncay Özkan’ın isminin bulunmadığı...”
İddianameyi bir zahmet okumak...
İfadeye bakılırsa Özkan’a kendi kanalını kurma fikrini veren, bu kanal kurulurken ortağı olan, Almanya’da kanalın uydu üzerinden yayını organize eden en kritik isim doktor Nazlıkul. Nereden nereye. HPG Komutanı kardeşten, DEMOS’tan, ulusalcı kanal kuruculuğuna.
Sönmüş ulusalcılığı uyandıracak, Cumhuriyet Mitingleri’nin ateşleyicisi olacak olan Kanaltürk’ün hangi paralarla kurulduğu az çok yazılıp çizildi. CHP’nin kuruluş aşamasına Kanaltürk’e daha sonra usulsüz olduğu ortaya çıkan 5.5 trilyon liralık ödeme yaptığı biliniyor. Daha az bilineni ise davanın savcılarından Mehmet Ali Pekgüzel’in Maliye Bakanlığı’na yazılı bilgi talebiyle ortaya çıkmıştı. Savcı bakanlığa, Koç Holding bünyesindeki Beko Ticaret A.Ş.’nin kuruluşu sırasında Kanaltürk’e aktardığı 8 Trilyon 440 milyar liranın ne anlama geldiğini, Koç’un kanalın örtülü ortağı olup olmadığını sormuştu. Maliye ticari sır diyerek cevap vermemiş, adını değiştiren Beko ise “Bu rutin bir reklam anlaşması” demişti.
2007’ye ait bir telefon tapesi bu kez. Konuşma Ergenekon sanığı gazeteci Güler Kömürcü ile ona emniyetten haber için dosyalar servis ettiği anlaşılan S.S. Öztürk arasında geçiyor:
Öztürk: Yani bu memleket de bir takım O.Ç. ile beraber olup MİT de çalışanlarla iş birliği yapıp PKK paralarını gasp edip haklayıp haklayıp usulsüzce bir şekilde üstelik PKK’lı ile arkadaş olup o arkadaşlığa da ihanet edip devletin hazinesine aktarılması gereken paralarla televizyon kurup Milliyetçilik satan O.Ç haberini yazmayacak mısın? H. Nazlıkul’un paralarını yemişler. H. Nazlıkul, Salman Kurtulan’ın paralarını çalmışlar. PKK’nın Pazarcık’taki şubedeki Ziraat Bankası’ndaki paralarına el koymuşlar H. Nazlıkul’u, silahı dayamış Müfit’le beraber Sarıgül’ün korumalarıyla, Tuncay’ın kankaları ve Tuncay paraları yemişler, televizyon kurmuşlar. Belediye başkanları... içine s.. ben böyle ülkücülüğün ... Tamam mı’’ (28.09.2008 günkü Vatan gazetesinin bu tape ile ilgili haberinde Sarıgül kelimesi çıkarılmıştır. )
Burada durup S. Kurtulan’ın Eski DTP milletvekili Fatma Kurtulan’ın PKK yöneticisi olan (yine Pazarcıklı) eşi olduğunu hatırlatmakla yetinelim. (Başka bir tapeye göre Kurtulan PKK’nın kasalarından biri) Ortalığı fazla karıştırdık değil mi? Kimi isterseniz var: Sivil toplum, Almanya, PKK, CHP, MİT, Koç Grubu...
Islak imzalı, resmi belgelerle yetinmeyip heyecanı daha da artırmak isteyenler kuruluş yıllarında ulusalcı Kanaltürk’ün idari müdürün Sırrı Süreyya Önder olduğu bilgisini de sos olarak bu “komplo teorisinin” üzerine dökebilir. (Sırrı Süreyya, Tuncay Özkan ile Mülkiye’den arkadaş oldukları için bu teklifi kabul ettiğini açıklamıştı) Burada duralım. İnsanda çaresizlik hissi uyandıran bir ağ çıktı karşımıza. Hem de altı yıl süren Ergenekon Davası’nın herkesin ilgilendiği darbe teşebbüsleri, paşalar gibi büyük hikayelerinden değil, kimsenin umurunda olmamış küçük hikayelerinden birini hafifçe eşeleyince...
Akapunktur doktoru Hüseyin Nazlıkul, tutuklandıktan bir ay sonra tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. Son duruşmada hakim ona örgüte yardım etmekten iki yıl bir ay hapis cezası verdi. Ama bu küçük Ergenekon hikayesinden büyük Ergenekon hikayelerini bir çırpıda harcayanların alacağı çok ders olmalı.
Ergenekon davalarıyla ilgili haksız gözaltılar, uzun tutukluluk süreleri, herkesi aynı torbaya sokmak, davayı koruma refleksiyle vahim hatalara imza atılması gibi eleştiriler var. Bu eleştirilerin haklı tarafları da var.
Ama esas eleştiriyi yüksek sesle henüz dillendirmedik. Bu davalar altı yılda karşımızdaki karanlığı ne kadar aydınlatabildi?
Devletin karanlık resmi tarihine giriş kitabı olan iddianameleri merak edip okumayanların, sadece iki yıl ceza alacak kadar bu işlere karışmış bir akapunkturcu doktorun hikayesinden ortalığa dökülen cerahate bakıp esas bu soru üzerinde düşünmesi gerekir. Hemen ardından gelecek soru da şu olmalı: Acaba karşımızdaki bu karanlık ağı aydınlatmak gerçekten mümkün müydü?
Sadece Türkiye değil, müttefiklerin birbirini dinlettiği ortaya çıkan modern Batı dünyası da bizim zannettiğimiz kadar açık toplum, bir teletabiler dünyası değil mi yoksa?
Ergenekon davalarından, altı yıl sonunda elimizde kalan bir karadelik karşısında ilk kez bir mum yakmış olmanın özgüvenidir. Yıllar yıllar sonra zor bela yakılmış o mumu da söndürmeye çalışanlar işte bugün tam da bunun üzerine düşünmelidir...
STAR
YAZIYA YORUM KAT