Krizler ve sebep sonuç ilişkileri
Büyük ekonomik krizlerde en büyük tehlike, geniş kitlelerin sebep sonuç ilişkilerini doğru okuyamaması, çoğu kez gözünün önündeki bazı sonuçları sebep zannetmesi ve politikacıları krize karşı yanlış çözümlere sevk etmesidir.
Politikacılar da - gerçek liderler hariç- çoklukla kitlelere krizin gerçek sebeplerini anlatmaya çalışmak yerine görünen sebepler üzerinden ve kitlelerin istedikleri yolda ilerlemeyi ve kısa vadede günü kurtarmayı tercih ederler. İktisat bilimcilerine gelince...
Onlar da genellikle ideolojik duruşlarına göre farklı sebep-sonuç ilişkileri kurar dolayısıyla tamamen farklı çözümler önerirler. Yani, hemen hemen hiçbir büyük krizde iktisatçıların hemfikir oldukları görülmemiştir. Bugün de öyle bir tablo yaşıyoruz.
Şu anda ABD kaynaklı bu büyük krizin temel sebebini devletin ekonomiyi -özellikle de finans sektörünü- yeteri kadar kontrol etmemesi, yeteri kadar müdahaleci ve regüle edici rol oynamaması olarak gören görüş hem iktisatçılar, hem siyasetçiler hem de toplum katında son derece güçlü görünüyor.
Yeminli serbest piyasa düşmanları da bu atmosferden yararlanarak, krizi "kapitalizmin çöküşü" naraları atarak kutluyorlar. Ama öte yandan krizin sebeplerini tamamen farklı bir şekilde tahlil eden iktisatçılar da var ve bu toz duman arasında onların söylediklerine de kulak kabartmakta fayda var. Bu liberal iktisatçılara göre, kriz serbest piyasanın krizi değil, bizatihi devletçiliğin ve müdahaleciliğin krizi.
Örneğin Mustafa Acar, (Zaman, 18 Eylül) mortgage piyasasında başlayıp dalga dalga yayılan krizin son tahlildeki nedeninin, devletin para basma tekelinin sorgusuz kabulü, para ve kredi genişlemesi yoluyla piyasaya aşırı müdahalesi ve yanlışın bedelini o yanlışı yapanın ödemesini gerektiren serbest piyasa kurallarının işlemesine izin verilmemesi olduğunu savunuyor.
Acar'a göre, "son tahlilde asıl suçlu ve sorunların asıl kaynağı, devletin keyfi biçimde para basma yetkisinin sorgulanmadığı, merkez bankalarının ve hükümetlerin para ve kredi genişlemesiyle sözde ekonomiyi canlandırmak üzere piyasaya sürekli müdahale etmelerine imkân veren ve "ahlâki tehlike" yaratacak biçimde ölçüsüz garantiler sağlayan modern finansal sistemdir. Bu sistemin kapitalizmle özdeşleştirilmesi doğru değildir."
Son günlerde okuduğum makaleler içinde bana en ilginç gelenlerden biri de Washington Mutual Bankası Yatırım Danışmanı Mehmet Turgan Zülfikar'ın (Taraf, 26 Eylül) savaşın ateş hattından (!) yazdıkları oldu. Yaşanmakta olan süreci globalleşmenin bir evresinden bir başka evresine geçişine tekabül eden bir kırılma noktası olarak değerlendiren Zülfikar krizin ortaya çıkardığı çok önemli bir gerçeğe işaret ediyor:
"Her ne kadar bu krizin merkez noktası Amerikan ekonomisi olsa da durum bunu gösteriyor ki Amerikan ekonomisinin karar verici mercileri bu yeni girilmekte olan evreye etkin rollerini uygulamalı olarak tanıtmaktadırlar. En basitinden bir örnek verecek olursak daha geçen aya kadar Gürcistan gerginliğinden ötürü ABD ile savaşa dahi girmek gibi alternatifleri masaya koyan Rusya Federasyonu'nun finans sistemi ABD'den gelen kriz sinyalleri ile 24 saatte iflasın eşiğine yönelip ve yine aynı yerden gelen rahatlatıcı açıklamalar sonrasında aynı hız ile kendisini toparlaması atik global entegrasyonun ne denli ilginç bir noktaya oturmuş olduğunu hepimize gösterdi.
Bu yeni evre yavaş yavaş yaklaşan non-antagonist çağın ayak sesleri gibi sanki; en azından öyle temenni edelim." Globalleşme yüzünden krizin bir salgın hastalık gibi bütün dünyayı saracağı ve her şeyi yerle yeksan etmeden de çekip gitmeyeceği öngörülerinin ruhlarımızı kararttığı bir zamanda, globalleşmenin "öteki yüzü"ne işaret eden ve "non antagonist çağ"dan (çelişmelerin uzlaşmaz olmaktan çıktığı, dolayısıyla şiddet yoluyla çözülmek zorunda kalmadığı bir çağ) söz eden bu satırlar, sadece içimizi rahatlatmakla kalmıyor, olaya bambaşka bir perspektiften bakmamızı da sağlıyor.
Bugün gazetesi
YAZIYA YORUM KAT