Krizi saray’la, müdafaayı ezan-bayrak’la eşitleme işgüzarlığı
Toplum neden ekonomi yönetimine karşı güvenini kaybediyor? Nasıl ve hangi süreçler içerisinde toplum spekülasyona bu kadar açık hale gelebildi? Algı operasyonu, sosyal medya kumpası, etki ajanları filan deyip işin içinden sıyrılmaya yeltenmek hiçbir şey değilse çok ayıp olur. Bu toplum üç-beş çarpıtma haberle, sansasyonel beyanlarla paniğe kapılacak, telaşa düşecek bir toplum değil.
Memleketin ahval-i umumisine şöyle bir baktığımızda göreceğimiz manzara üç aşağı-beş yukarı şöyle: “Yarın şu kadar olur, haftaya şunu görür, yılbaşında şöyle olmazsa ..” gibi kimi iddialı ama hemen geneli moral bozucu söylemlerin esir almadığı köşe-bucak kalmamış adeta. Peki, TL’nin USD, Euro, altın karşısında hızlı değer kaybının her gün ekonomi sayfalarında karşımıza dikilmesi ne zaman ve hangi yol haritasıyla engellenecek?
Sorun ekonomik, tedbir polisiye!
Ekonomi politikalarıyla kontrol altına alınamayan piyasaların güvenlik politikalarıyla kontrol altına alınabilmesi hiç değilse ciddi bir mantık kusuruna işaret eder. Üretim maliyetlerini düşürmeden tüketim maliyetlerini zabıta veya polis marifetiyle aşağıya çekebilmenin büyük fakat sonu hüsranla bitecek bir hayal olduğu aşikâr sayılmaz mı?
Panik havası oluşturmak, toplumu telaş ve yokluk iklimiyle belirsizliğe sürüklemek üzere hareket edenler olabilir. Ancak panik havasını, korku iklimini engellemek üzere pozisyon alırken sorunları inkâra girişmek veya diğer alanlardaki gelişmeleri nazara vermenin çözüm olmadığı artık daha iyi görülüyor olmalı. Evet, AK Parti kuruluşundan itibaren Türkiye’nin siyasi ve iktisadi hayatında büyük ufuklar açtı; sağlık, ulaşım, diplomasi ve savunma sanayii gibi alanlarda ileri doğru hamleler de yaptı, yapıyor. Vakıa şu ki, bir süredir yeni değerler ve hedefler üretmekte, bu değer ve hedefleri gerçekleştirecek kadrolar örgütlemekte başarılı olduğu söylenemez. Metal yorgunluğunun çok ötesine geçmiş sıkıntılar dolayısıyla yaşanan sorunları teşhis noktasında da çözüm yolu hususunda da kamuoyunu rahatsız edecek boyutlarda şaşılıklar, şaşkınlıklar tezahür ediyor.
Mesele daha net anlaşılsın diye iki hanım siyasetçiye dair iki beyana temas edip ilerlemeye çalışalım. İlk olarak CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke’nin Merkez Bankası’nın faiz indirim, kararına ilişkin beyanına bakabiliriz. Selin Sayek Böke meseleyi izah ederken “iktidar vatandaşları yabancılara pazarlıyor” gibi son derece ağır bir biçimde işbirlikçilik ithamında bulunuyor. Ardından “Türkiye’de küresel bir kriz değil, ev yapımı bir Saray krizi yaşanıyor” cümlesiyle de olan biten her şeyi Türkiye’yle kayıtlı olduğunu ileriye sürüyor. İlk iddia “vatanı satıyorlar” tipi, “ülkeye ihanet ediyorlar” klişesi gibi ulusalcı bir refleksin tezahürü sayılır. Özenle üzerinde duralım lütfen; “Kemalistler vatan-millet için çalışır ve çarpışır ama Kemalist olmayanlar vatan ve milleti hep yabancılara peşkeş çekmenin peşindedir” gibi doldur-boşalt jargonundan milim ileriye geçemeyen çirkin bir propaganda biçimi saldırgan ve yıkıcı karakterinden hiçbir şey kaybetmeden yerli yerinde duruyor.
“Haydi Türkiye’m ileri” klişeleri siyaseti bozar
Diğer mesele de şu; Uluslararası dalgalanmalar, siyasi ve stratejik rekabetler, Doğu Akdeniz ve Kafkasya’dan, Körfez ve Balkanlar’a kadar uzanan askeri-ticari-lojistik itişip kakışmalar, NATO ve AB’den Avrasya siyasetine doğru iteklenme süreci, Amerika ve Rusya ile nerde ittifak edilip nerede çatışıldığını belirsizleştiren med-cezirlerin hepsini hikâye sayan bir anlatı esas alınıyor. “Saray” adında bir kötülük odağının, Erdoğan adındaki bir kötü adamın bütün ülke ve toplumu uçuruma sürüklediğini iddia eden bir muhalif söylem ne doğru bir teşhis ne de doğru bir çözüm yolu önerebilir. Her sıkıntıyı üst akla, dış güçlere, Soros veya Kraliçe’nin adamlarına havale etme mantıksızlığını tersinden üreten bir siyaset düşman başına! İşleyen uluslararası ilişkilere dair hakkaniyeti gözeten cümleler kurulamayınca geriye kalan her şey tek kalemde “Saray’ın Krizi” şeklinde tarif edilebiliyor tabii.
Son iki yıldır açıkça enflasyonun altında ezilen kitleler, aynı süreçte gece ayrı gündüz apayrı dolar-euro kuru şoklarıyla sarsılırken güya meselenin vahametini izah sadedinde Meclis kürsüsüne çıkan bazı vekillerin söyledikleriyse trajikomik sahneler oluşturuyor ne yazık ki. Bütçe görüşmeleri sırasında muhalefetin eleştirilerine cevap vermek üzere söz alan AK Parti Konya Milletvekili Gülay Arıcıgil Samancı’nın cümleleri klişe duygulardan, milliyetçi hamaset nutuklarından neden bir türlü kurtulamadığımıza yeni bir delil olabilir. Gülay A. Samancı yaşadığımız iktisadi daralmayı her nasılsa “devletimizin üniter yapısına saldırı”yla irtibatlandırıp doğrudan ve hiç tereddütsüz “ekonomik terör” şeklinde kodlaması hayret duygularımızı şaha kaldırıyor doğrusu. Mala-davara ne faydası var bilinmez ama Samancı’nın bütün ülkeyi defansa çağıran haykırışı şöyle: “Milletimizi bölemeyeceksiniz. Bayrağımızı indiremeyeceksiniz. Vatanımızı parçalayamayacaksınız. Devletimizi yıkamayacaksınız. Ezanlarımızı susturamayacaksınız. Bu ülkeye diz çöktüremeyeceksiniz.” Meclis kürsüsünden çekilen bu tür bir diskurun ardına bir de Tansu Çiller gibi “Haydi Türkiye’m İleri” gibi bir slogan daha eklenseydi 90’lı yıllar atmosferine dönüş işlemi tamam olurdu.
Tecrübeyle sabitti ki; milliyetçi, devletçi hamasete sarılmak siyaset açısından çıkmaz sokaktır. Vatan-Millet-Sakarya üzerine çekilen nutukların artışı her şeyden önce işlerin yolunda gitmediğine delalet eder. Siyaset kendini yenilemeden, sağlam ve istikrarlı bir özeleştiri yapmadan bu süreçten başarıyla çıkılamaz. Küresel ve bölgesel rekabetler için bütün imkânlar seferber edilsin fakat devlet kolay ve çabuk zenginleşmenin, israf ve tahakkümün merkezi olmaktan çıkarılmadıkça sorunlar kronikleşecek belki de kangrene dönüşecektir. Alım gücü düşen, geleceği belirsizleşen, siyasete-devlete karşı güven kaybı yaşayan kitleleri hassaten adaletin ciddi zaaflar yaşadığı bir ülkede milliyetçi sloganlarla doyurmak, muhafazakâr-dindar nutuklarla ikna etmek mümkün olmayacaktır.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT