Krizi aşmak kimin görevi?
YSK 12 Haziran seçimlerine öyle kötü bir darbe vurdu ki, ortaya çıkan tabloda tutarsızlık en bariz karakter olarak öne çıktı. Krizin merkezine, tuzağın asıl sahibine yönelmesi gereken tepkiler, tuhaf bir şekilde siyasiler arasında intikam arayışına evrildi.
Bürokratik oligarşi, toplumun temsilcisi siyasileri birbirine düşürüp çatıştırmakta ne kadar mahir olduğunu bir kez daha ispatladı. Meclis yeni dönemin henüz ilk toplantısını dahi yapmaya fırsat bulamadan kucağında büyük bir kriz buldu. Krizin sebebi bürokratik teamüllerse de çözümsüzlüğün sebebi siyasi basiretsizlikler olur.
Sorunların kaynağı darbe anayasasını ve muhafızı bürokratik işleyişi unuttururcasına siyasi tarafların karşılıklı olarak güvensizliği derinleştiren söylemleri kısa vadeli kazançlar getirebilir elbet. Fakat orta ve uzun vadede “beceriksiz siyasetçiler-sonuçsuz siyasi manevralar” yaftasını boyunlarına asılmış halde bulabilirler.
Partilerin YSK’ya aday bildirimleriyle başlayan veto krizi gerilimli sürecin işaret fişeğiydi. Hatip Dicle’nin vekilliğinin düşürülmesi ile kriz iyiden iyiye derinleşti. Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Engin Alan gibi darbe sanıkları ve KCK davasından tutuklu sanıkların tahliye taleplerinin reddi sonrasında gerilimli süreç tavan yaptı. Fakat siyasi-toplumsal destek ile kanuni engel arasında baş gösteren derin çelişkinin giderilmesi noktasında siyaset adına makul öneriler ve yapıcı tutumlar kamuoyu önünde net olarak kendini gösteremedi.
12 Eylül referandum sürecinde siyaset adına yaşanan açmazların tekrarını yaşıyoruz sanki. Darbe anayasasından bizar olanlar başta olmak üzere oluşturulan ret ve boykot cephesinin siyaseten ne kazandırdığı merak konusudur. Salt ideal durumu hedeflemek, mevcut sıkıntıları gidermek bir tarafa, atılacak adımlar hakkında “hep daha kötüye gidiş şüphesi” doğurdu.
Kemalist ideoloji ve bürokratik işleyişle hesaplaşmayı önemsizleştirip temelsiz bir AK Parti karşıtlığı sürdürenlerin bugünlerde yaşanan kriz silsilesinde payı az mıdır? Vesayet sistemine en üst düzeyde kanuni güvence sağlayan Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay’ın yanı sıra HSYK’nın oligarşik ve otoriter yapısını dokunulmaz kılmak için “Bağımsız yargıyı ele geçirecekler!” diye feryat edenler de veto ve tahliye taleplerinin reddiyle güçlü bir şamar yemiş oldular.
Nihai olarak YSK, devlet sınıfları adına siyasetin dizayn edilmesi için tesis edilmiş bir müessese. Aldığı kararlar, tartışmalı da olsa anayasa, kanun ve yönetmeliklere dayanıyor. Bu durumda YSK’yı siyasetin üstünde konumlandıran sistemin mantığı ve kanunların ruhunu ortadan kaldırmak gerekmez mi?
12 Haziran’ı seçmenler açısından önemli kılan kritik eşik yeni anayasa beklentisiydi. Fakat Meclis’in dağılımı bu beklentiyi hayli zora sokmuştu. Veto edilen veya tahliye edilmeyen vekiller meselesi bu zorluğu daha da artırdı.
Krizin aşılması noktasında BDP’nin sürekli tehdit ve boykot çağrısı yapmasının faydadan çok zarar getirdiği malum. Fakat iktidar olarak AK Parti sözcülerinden sadır olan sözler arasında da ciddi çelişkiler ortaya çıktı. Bülent Arınç’ın yaklaşımı ile Bekir Bozdağ’ın yaklaşımı arasında ciddi farklılık var. İktidar partisi Başbakan Yardımcısı Arınç’ın söylemi ile hareket etmeye kararlıysa YSK tuzağı aşılabilir. Fakat Grup Başkanvekili Bozdağ’ın yaklaşımı benimsenirse herkes YSK’nın kararı karşısında saygı duruşunda bulunacak.
Kesin olan bir şey var: “Bağımsız yargı kararına herkes saygı duymalı!” söylemi ile sorunlar sadece kangrene dönüşür. Bu söylem sadece muhalefet için değil iktidar için de çıkmaz sokaktır. BDP’nin adaylarını Meclis dışında bırakmak nasıl büyük bir sorunsa, MHP ve CHP’nin adaylarını Meclis dışında bırakmak o kadar büyük bir sorundur.
Şu aşamada tahliye edilmeyen isimlerin Meclis’te bulunmaları değil, bulunmamaları daha büyük bir gerilim kaynağıdır. Mağduriyet veya mağduriyet görüntüsü üzerinden oluşturulacak tablo beklenenden farklı tehdit ve tehlikeleri besleyebilir.
Gerek BDP gerekse CHP ve MHP’nin söylem ve tutarlılıklarına hiç bakılmamalı. Seçimlere girmiş ve vekil olmak üzere halktan yeterli desteği almış isimlere Meclis yolunu açacak düzenlemelere girişmek hem toplumu rahatlatır hem de zannedildiğinin aksine Hükümetin elini güçlendirir. YSK’nın açtığı mayınlı yolda yürümek geçmişte yaşananları unutmak anlamına gelecektir. Önce bürokratik mekanizmaların ürettiği krizleri, sonra da bizzat bu bürokratik kurumları aşmak Hükümetin görevidir.
YAZIYA YORUM KAT