Kriz ve slogan
İsmail Kılıçarslan, geçtiğimiz günlerde Taha Hakan Alp tarafından yapılan açıklama hakkında Müslümanca hassasiyetler gözeterek bir yazı kaleme almış.
İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak
Kriz ve slogan
Hidayet, Allah’ın uhdesinde bir kavramdır ve onu dilediğine verir, dilediğinden de alır.
Bu, burada bir dursun.
Taha Hakan Alp, sosyal medyadan uzun uzun “şüphe krizi yaşıyorum, inançlarım değişiyor” açıklamaları yapınca üzüldüm, hem de çok üzüldüm. Niçin bu üzüntü? Şundan: Kafasını, yaklaşımlarını sevdiğim biri, neredeyse “Allah iyi ama çevresi kötü” deizmine ilerlediği ihtimalinden söz ediyordu. Bana “çok feci bir gerileyiş” olarak geldi bu.
Mümin ve Müslüman olma gayretinde biri olarak isterim ki Allah dünyadaki bütün insanlara hidayet ihsan etsin ve ihsan ettiği hidayetini kimseden geri almasın.
Bu da burada bir dursun.
Görünen o ki seküler dünyanın ürettiği “inanç krizi”, bütün ağırlığı ve korkutuculuğu ile varlığını hissettiriyor insanlığa. Bu korkutucu varlık karşısında elinden geleni yapan insan sayısı az olmadığı gibi, bilmeksizin elinden geleni yaptığını zannederek “inanç krizi ateşine odun taşıyan adam” sayısı da az değil.
Taha Hakan Alp, “inanç biçimimi değiştiriyorum” açıklaması yapınca Türkiye’deki dindar vasatın tepkilerini gözlemlemek benim için son derece öğretici bir deneyim oldu.
Allah’ın dinini kendi uhdesinde bulundurduğunu düşünen, hidayet üzre yaşadığı konusunda en küçük bir şüphesi bulunmayan, istikametinden yüzde bir milyon emin hoca taslakları aradığı mermiyi sonunda bulan avcılar gibi Taha Hakan Alp’in üzerinde tepinmeyi tercih ettiler. “Yahu bizim bu tavrımızın acaba inanç krizini besleyen bir yanı olabilir mi?” sorusunu elbette akıllarına getirmeden, ikinci el sloganlarla, ikinci el duyarlılıklarla, bayat bir takım ezberlerle “kelam okursanız böyle olur, felsefe çalışırsanız şöyle olur” fırsatçılığı yaptılar. İşi “fazla okursan kafan karışır” noktasına ilerleteni bile gördük. Bana sorarsanız pazardaki “ne alırsan bir lira” tezgâhları bu hocalarımızın, abilerimizin tezgâhlarından daha renkli, daha anlaşılır.
Bir diğer dehşete kapıldığım tepki de “gidersen git, Allah’ın da çok umurunda” tepkisi idi. Yahu, dinin de, Allah’ın da sahibi biz değiliz. Bir Mümin’in “inancımı kaybediyorum” açıklamasına neredeyse sevinmenin manası nedir? Bu nasıl bir “sahiplenme dili”dir. Sahiplendiğin şeyin “senin olmadığını” ne zaman anlayacaksın?
Bu dahi burada bir dursun.
Haklı olarak denilebilir ki “birader, bunları böyle yazan adama Dücane Cündioğlu ile ne alıp veremediğin var o zaman?” diye sormazlar mı? Cevap olarak derim ki: “Sormazlar, soramazlar.”
Dücane Cündioğlu ile alıp veremediğim hiçbir zaman onun yaşadığı “inanç değişimi” ile ilgili olmadı. Ben, Dücane’nin Türkiye’deki Müslüman-dindar vasatın üzerinde tepinmesine, Türkiye’deki Müslüman-dindar vasatı aşağılayarak var olmaya çabalamasına karşı çıktım, karşı çıkmaya da devam edeceğim. Zira Dücane’nin kestiği pozun neyle ilgili bir poz olduğunu çok iyi biliyorum. Ontolojik ve/veya epistemolojik bir değişim değil onunkisi. “Şu açıdan daha iyi çıkıyorum” diyen selfieci kız pozu. Bunu yaparken de eski estetiksiz halinden nefret ettiğini beyan etmeden duramıyor. “Allah’ın dininin sahibi benim” tezgâhı açan adamın tezgâhıyla Dücane’nin açtığı tezgâhın mantığı aynı aslında: “Gel vatandaş gel, ne alırsan 1 lira.”
Dolayısıyla yarın öbür gün Taha Hakan Alp de yaşadığı krizin ontolojik/epistemolojik bir kriz değil de bir “poz krizi”, bir “mahalle değiştirme krizi”, bir “tezgâh açma krizi” olduğunu gösterecek en küçük bir şey yapsa hiç tereddüt etmeden ona da “ticari, bekleme yapma” derim Dücane’ye dediğim gibi.
O zamana kadar da “Rabbim, bizi dinin üzre sabit kıl. Bizi hidayet verdiklerinden eyle. İstikamet sahibi olanlardan kıl” diye dua ederim. Bunu herhangi bir iddia belirtmeden söylüyorum: Bence bir Müslümana yakışan budur, bu olmalıdır.
HABERE YORUM KAT