Kriz Şehir’le başlamadı ama tam ortasından geçti
Hasan Kösebalaban yazısında, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal'ın Şehir Üniversitesi mezunu kızının fotoğrafını paylaşmasıyla akılara tekrar gelen Şehir Üniversitesi'nin kapatılmasının, muhafazakar bilinçteki etkilerine değiniyor.
KARAR / Hasan Kösebalaban
“Şehir’in Ruhu” kaldı mı?
"Çiğnenmesi halinde Allah’ın da affetmeyeceğini bildirdiği kul hakkının müdafaasını” bir ahlak davası olarak gören Nurettin Topçu, Sorbonne’dan aldığı doktoraya rağmen, kendisine üniversitede kadro verilmediği için lise öğretmeni olarak hayatını idame ettirmişti. Topçu, izinden giden bütün aydınlara haksızlıklar karşısında isyanı temel bir vazife olarak miras bırakmıştı.
Bugün güncel siyasi sorunları konuşmayı, ilmi faaliyetlere engel olacak, lüzumsuz meşgale olarak gören bir ilim adamı tavrı gözümüze çarpıyor. Oysa aydın olmanın getirdiği bir ahlaki sorumluluk vardır; o da en temelde haksızlıklar karşısında sessiz kalmamaktır.
Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı, Kahramanmaraş milletvekili Mahir Ünal 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü’nü kızının bir fotoğrafını paylaşarak andı: “Evlat babanın sırrıdır derler. Zira evlat, babanın kalbinin bir parçasıdır ve babalar özellikle kızlarından çok şey öğrenir. Başta sevgili kızım olmak üzere tüm kız çocuklarımızın #DünyaKızÇocuklarıGünü kutlu olsun.” Bu fotoğraf karesinin en ilginç tarafı İstanbul Şehir Üniversitesi’nin 2018 yılındaki mezuniyet törenine ait olmasıydı. Sayın Ünal’ın kızı Şehir’den o yıl mezun olmuş, diplomasını babasının elinden almıştı. Daha da ilginci, geçen yıl yine bir 11 Ekim günü, üniversitenin kapatılma sürecinin mali boyutunun ilk adımı atılmıştı.
Şehir Üniversitesi öğrencileri bu fotoğraf karesinin nerede çekildiğini farketmekte gecikmediler. Bir öğrenci, sosyal medyada hislerini şöyle dile getiriyordu: “Keşke benim babam da beni bu cübbenin içinde görüp böyle gururlanabilseydi kendi tercih ettiğim üniversiteden mezun olunca. Ama üniversitemi kapattınız…”
Bir vatandaşın sesi: “Bizim de hayalimizdi çocuğumuzun Şehir Üniversitesinden mezun olması, kızınız son mezunlardan, ne kadar gurur duysanız azdır.”
Üniversitenin bir mensubu olarak olayı dramatize etmekten hoşlanmıyorum. Ancak şunu söylemek zorundayım: Mahir Ünal gibi ben de kız babasıyım. Okul çağında dört kızım var. Üniversitenin kapatılma sürecinde başka hocaların kız bebekleri dünyaya geldi; anne ve babalarının en stresli günlerinde onlara moral kaynağı oldu.
2011’de ailecek, iyi bir işi ve maddi şartları geride bırakarak Amerika’dan Türkiye’ye dönerken, gayem memleketin güzide bir üniversitesinin kuruluş aşamasında yer almaktı. Burada kendi çocuklarımız için de herşeyin daha güzel olacağını düşünmüştük. Türkiye’den seçkin bir kadro ve benimle birlikte dönüş kararı veren çok sayıda akademisyenle birlikte, bu ülkenin çocuklarının ve uluslararası öğrencilerinin eğitimine doğrudan katkıda bulunabilmeyi hayal ediyorduk. Çoğumuz, geride çok nitelikli üniversitelerdeki işlerimizi bırakmıştık. Sayın Ünal ve daha birçok üst düzey siyasetçinin çocukları da dahil, ayrım gözetmeksizin bütün öğrencilerimizin nitelikli bir üniversiteden mezun olmaları için büyük bir özveriyle çalıştık.
Ancak bir gün, Meclis’te üniversitenin kapatılmasına imkan veren yasa, iktidar ortaklarına mensup milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi. Ardından da bir gece yarısı kararnamesiyle, Sayın Ünal gibi binlerce anne ve babanın evladının, diplomasını gururla odalarına, ofislerine astığı üniversite kapatıldı. Binlercesi de o gururu yaşayamamanın hüznü içerisinde bırakılsa da başka üniversitelere geçiş yapma imkanı buldular. Maalesef Ak Parti sözcüsü Ömer Çelik’in “Şehir’in akademik birikimi korunacaktır” sözü ise unutuldu.
Sürecin bu aşamasından sonra yaşananları da ayrı bir hayal kırıklığı olarak not etmek zorundayım. Çünkü üniversite akademik kadrosunun birçok mensubu, başlarına geleceğin ne olduğunu hesaplamadan yaşanan haksızlığa açıkça karşı çıktıkları için, kapılar yüzlerine kapandı. Şehir hocalarının bir kısmı kendi yetenekleri ve çevreleri üzerinden iş bulabildiler ama susmayıp, seslerini çıkaranlar, adeta mahkum edildiler. Bugün çok sayıda bilim insanı, bu zor dönemi, hayatlarını vakfettikleri mesleklerinden uzakta geçiriyor.
Şehir’den geriye kalan asıl bakiye, aydın olmanın sorumluluğunu yerine getirerek uğradıkları haksızlık karşısında susmayan, bu haksızlığı tarihe şahitlik etsin diye kayda geçiren, bu nedenle de işini, düzenini kaybetmiş insanlardır. Bir kısmı yurt dışına gitti. Kalanların bir kısmı sahip oldukları sınırlı birikimlerini harcayarak ya da banka kredisi kullanarak, bir kısmı da eşinin maaşıyla geçinmek zorunda kaldı. İşin tuhaf tarafı, çoğu, üniversite yönetimiyle, kurucu düşünce ekolüyle ya da güncel siyasetle ilgileri olmayan, ancak üst düzey yayın yapan ve en çok atıf sayısına sahip araştırma ve bilim insanlarıydı. Tek suçları emeklerine sahip çıkmaktı. Çok nitelikli bir akademik kadro heba edildi.
Şehir hadisesi, muhafazakar bilinçte etkileri uzun sürecek büyük bir travma oluşturmuştur. Bu, aynı zamanda aydınların güç ve siyaset karşısındaki davranışlarıyla ilgili derin bir bunalımın hikayesidir. Kriz Şehir’le başlamadı, ama tam ortasından geçti.
HABERE YORUM KAT