Kriz
İnsanlık tarihine baktığımızda hemen hemen hiç değişmeyen bir kuralla karşılaşırız. “Birilerinin kahramanlık yapması” gerektiğine karar verenlerle, “kahramanlık yaparken ölenler” genellikle farklı insanlardır.
Padişahlar, imparatorlar, krallar, başkanlar, başbakanlar, beyler “kahramanlık yapma vaktinin geldiğini” söylerler.
Köylüler, işçiler, yoksullar “kahramanlık” yapar ve ölürler.
Gerçi eski zamanlarda Jül Sezar gibi efsanevi kırmızı pelerinini sırtına dolayıp savaş meydanlarında yalın kılıç dövüşen “liderler” de olmuştur ama zamanla “yöneticiler” kendilerini cephelerden çekmeyi becermişlerdir.
Geride durup milyonlarca insanı ölüme sürebilmişlerdir.
Kalabalık insan yığınlarını “ölmeye ve öldürmeye” ikna etmek pek kolay bir iş değildir.
Aralarından birilerinin çıkıp “neden öleceğiz, neden öldüreceğiz” diye sorması muhtemeldir.
Böyle bir soru, insanoğlunun bütün bir tarihini değiştirebilir.
Onun için öncelikle bu sorunun sorulmasının önlenmesi gerekir.
Kalabalıklara öyle bir şey söyleyeceksiniz ki aralarından kimse çıkıp da “biz neden ölüme gidiyoruz” diye soramasın.
Dokunulmaz, keskin, kutsal bir laf olması gerekir bunun.
Çağlar boyunca bu laf “vatan” olmuştur.
“Toprak” yani.
İnsanlar toprakları için ölmenin ve öldürmenin kutsallığına inanmışlardır.
Bu inancın haklı dayanakları da vardı elbette, “toprak” tek beslenme kaynağıydı, toprağı olmayan, toprağını kaybeden yoksulluğa ve yokluğa düşerdi.
Zaman değişti.
Toprak tek beslenme kaynağı değil.
İstanbul’un birçok “köyünden” daha küçük olan mendil kadar Lüksemburg, toprağı bol birçok ülkeden daha zengin.
Neredeyse bir kıta büyüklüğündeki Hindistan’da yaşayanlar, minicik Lüksemburg’da yaşayanlardan çok daha fakirler.
O yoksul Hindistan, yoksul Pakistan’la Keşmir için çatışıp dururken kimseyle çatışmayan Lüksemburg zenginliğini katlayıp duruyor.
Gerçekler değişiyor ama inançlar ve kutsallıklar o kadar kolay değişmiyor.
Toprak hâlâ “kutsal” bir değer.
Zaten “toprak kutsal” olduğu için hâlâ ordular var, toprak “kutsal” olmaktan çıktığında, insanlar birbirlerinin topraklarına göz dikmekten vazgeçtiğinde, toprağın “uğrunda ölünecek bir şey olmadığı, asıl önemli olanın insan olduğu” kabul gördüğünde ordular ortadan kalkacak, sosyal yapı neredeyse bütünüyle değişecek.
Sanırım onun da vakti yaklaşıyor.
Biliyorsunuz Yunanistan derin bir ekonomik krizden geçiyor.
Akdenizli aldırmazlığının bedeli ağır oldu.
Şimdi bu krizden çıkmak için yollar arıyor.
Daha geçenlerde biz Yunanistan’la üstünde birkaç keçinin dolaştığı Kardak adası yüzünden savaşa girişiyorduk.
“Toprak kutsaldır” inancı, dört keçiyle iki kayalık yüzünden binlerce gencin ölümüne yol açacak bir budalalığa dönüşecekti neredeyse.
Allahtan akıl ağır bastı da savaş önlendi.
Şimdi, “iki kayalık” için savaşın eşiğine gelen Yunanistan’a, krizden çıkması için “adalarını satmasını” önerdi Almanya.
Herhalde Yunanlılar buna çok kızıp epey bir söyleneceklerdir ama bu öneri bile insan zihninin belli bir eşiği atladığını gösteriyor, en azından dünyadaki bir kısım insanın “kutsallıklar” skalasında toprak birinci sırayı kaybediyor.
Bir ülke başka bir ülkeye “topraklarını satsana” diyebiliyor, bunu diyebildiğine göre kendisi de bazı topraklarını satabileceğini düşünüyor demektir.
Yunanistan’a yapılan tek öneri “topraklarını satması” değil, savunma giderlerini azaltması da öneriliyor ki bu öneri bizi yakından ilgilendiriyor.
Özellikle Ege’ye dönük askerî gücünü azaltması halinde Türkiye de kendi savunma giderlerini azaltabilecek.
Bir ülkenin savunma giderlerini azaltabilmesi, zenginleşmesi, üretimini arttırıp işsizliğini azaltması, insanların refah düzeyini yükseltmesi anlamına gelir.
Yaşanan bu kriz, iki ülkenin de gereksiz harcamalarını azaltmasını sağlarsa, iki taraf için de hayırlı bir sonuç yaratır.
Bu gidişata kızanlar olsa da dünya yeni bir çağa, yeni bir anlayışa, yeni bir yapılanmaya gidiyor, kutsallıklar değişecek, silahlar büyük bir ihtimalle ortadan kalkacak.
Bugün yirmi yaşında olan bir genç, elli yaşına geldiğinde bambaşka bir âlemde, bambaşka ölçülerle yaşayacak.
Bazı toplumlar çocuklarını “geleceğe” uygun biçimde yetiştirecek, bazı toplumlar da çocuklarını “geçmişin” ölçüleriyle şartlandıracak.
Hangi toplumların daha zengin, daha mutlu, daha zengin yaşayacağına ve çocuklarınızın nasıl yetiştirilmesi gerektiğine siz karar verin.
Ama dikkat edin vereceğiniz karar çocuklarınızın geleceğini karartmasın.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT