Kral Faysal’dan Cemal Kaşıkçı Hadisesine Suudi Arabistan Siyasetinin Dönüşümü
Yazısında Suudi Arabistan siyasetinin Kral Faysal dönemindeki olumlu özelliklerine dikkat çeken Taha Kılınç, 1975’den bu yana adım adım inşa edilen ABD’ye ayarlı gidişatın ise Cemal Kaşıkçı hadisesiyle bozulmada zirve noktasını gösterdiğini söylüyor.
Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’taki köşesinde yayımlanan konuyla alakalı yazısı (13 Ekim 2018) şöyle:
Bir Zamanlar…
Bundan 52 yıl önce, 29 Ağustos 1966 günü, Türkiye önemli bir yabancı misafiri ağırlıyordu. Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz, resmi ziyaret için kalabalık maiyetiyle birlikte İstanbul’a gelmişti.
Türkiye böylece ilk kez bir Suudi kralını karşılarken, ziyaret, özellikle Kral’ın eşi İffet Suneyyân için heyecan vericiydi. Annesi Sakarya’nın Akyazı ilçesine bağlı Bıçkıdere köyünden bir Çerkes hanım olan Kraliçe İffet, 1932’de Faysal’la Cidde’deki evliliğinden sonra, halasının yanında çocukluğunu ve genç kızlığını geçirdiği İstanbul’a ilk defa ayak basıyordu. Şehir elbette çok değişmişti, ama onun hayallerindeki İstanbul silueti hiç silinmemişti. Türk basını, köyüne cami yaptırılması için, Kraliçe’nin 100 bin lira bağışta bulunduğunu da yazacaktı birkaç gün sonra.
Eşinin sevinç ve heyecanına rağmen, Kral Faysal, oldukça düşünceli görünüyordu. Gençliğinden beri yaşadığı kronik mide ağrılarının ister istemez ekşittiği yüzü, ülkesinin başını ağrıtan siyasi problemler nedeniyle daha da buruşmuştu. 1962’de Mısır’ın Yemen’e saldırmasıyla başlayan ve kısa sürede Mısır-Suudi Arabistan savaşına dönüşen kriz, Kral’ın karşı karşıya bulunduğu bölgesel sorunların en büyüğüydü. Faysal, 1964’ün sonbaharında tahttan indirilen müsrif ağabeyi Suûd’un yerine krallık makamına geçtiğinde, kucağında hazır bir kriz bulmuştu. Kızıldeniz’den geçen Mısır donanmasına ait savaş gemileri Suudi Arabistan’ın sahil kentlerini bombalamaya başladığında, Suudi yönetiminin, Yemen’e askeri yığınak yapmaktan başka şansı kalmamıştı. 1966 itibariyle Yemen’deki çatışmalar zirve noktaya ulaşmış, ölü sayısı 200 bine yaklaşmıştı. Mısır’ın Yemen’deki asker sayısı 50 bini geçerken, Suudiler, askeri anlamda ilerleme kaydetmekte zorlanıyordu.
Yemen sorunu dışında, Kral Faysal’ı kişisel olarak meşgul eden, yine Mısır merkezli bir mesele daha vardı. “Fî Zilâli’l-Kur’ân” isimli eseriyle tanınan Mısırlı ünlü müfessir ve eylem adamı Seyyid Kutub hakkında, Mısır yargısı idam kararı vermişti. Faysal, aradaki bütün gerilime ve düşmanlığa rağmen Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnâsır nezdinde bizzat girişimlerde bulunmuş, idam kararının iptaline çalışmıştı. Suudi Arabistan basını da -Faysal’ın işaretiyle- konuyu sürekli gündemde tutuyordu. Abdunnâsır ise, kendisine yapılan tüm çağrılara kulaklarını tıkamış, Kutub’un idam edilmesi sürecini hızlandırmıştı. Hiç de tesadüf denemeyecek bir biçimde, Seyyid Kutub, 29 Ağustos 1966’da, tam da Kral Faysal’ın Türkiye ziyaretinin başladığı gün idam edildi. Mısır Cumhurbaşkanı, Faysal’a böylece çifte mesaj vermiş oluyordu.
Seyyid Kutub’un idamını engelleyemeyen ve bunun üzüntüsünü yaşayan Kral Faysal, daha Türkiye’deyken, Suudi Arabistan’ın bütün cami ve mescitlerinde gıyâbî cenaze namazlarının kılınması emrini verdi. Birkaç gün sonra, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî başta olmak üzere, ülkenin dört bir yanından Kutub için dua ve niyazlar semaya yükselecekti.
***
Kral Faysal’ın iktidarda bulunduğu 1964-1975 yılları arasında, Suudi Arabistan, İslâm dünyasının dört bir yanından muhaliflerin, İslâmî hareket mensuplarının, başı sıkışanların sığındığı bir vaha görünümündeydi. Özellikle Suriye ve Mısır’daki barbar yönetimlerden kaçan binlerce siyaset ve fikir adamı, âlim ve düşünür, Suudi Arabistan topraklarında özgür biçimde yaşadı, eser üretti, Müslüman dünyanın ufkuna katkıda bulundu.
Faysal’ın, Yom Kipur Savaşı’na (1973) İsrail lehine müdâhil olan ABD ve Batılı ülkelere karşı başlattığı petrol ambargosunun ardından, 25 Mart 1975’te Riyad’daki sarayında kendi ismini taşıyan öz yeğeni tarafından öldürülmesi, Suudi Arabistan tarihindeki en keskin dönüm noktalarından biridir. Ülkenin tüm kurumlarıyla ABD ve CIA’ya teslim olduğu bir sürecin başlangıcına işaret eden bu suikasttan sonra, Suudi Arabistan’daki özgür ve rahat düşünce ortamı, zaman içinde yerini bir açık hava hapishanesine bırakmaya başladı. Nihayet, 20 Kasım-4 Aralık 1979 tarihinde yaşanan ünlü “Kâbe Baskını”yla, Suudi yönetimi tamamen “ne pahasına olursa olsun ayakta kalma” motivasyonuyla hareket etmeye başladı. Hikâyenin devamını, yakinen biliyoruz zaten.
***
Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın trajik akıbeti, Riyad’daki devlet aklının nerden nereye savrulduğunu gösteren bir hadise. İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın kuruluşuna öncülük etmiş, İslâm dünyasının farklı bölgelerindeki sıkıntıların giderilmesi derdini dış politikasının ana gündemi haline getirmiş bir ülke, sadece 40 yıl içinde bambaşka sulara sürüklendi. Vaktiyle Seyyid Kutub için gıyâbî cenaze namazlarının kılındığı Suudi Arabistan, İhvân’ın iktidardan düşürülmesi sürecini finanse ve koordine eden bir çizgiye kaydı. Bu baş döndürücü değişim, birçok yönden dikkatle incelenmesi gereken ibretler ve dersler ihtiva ediyor.
Cemal Kaşıkçı olayındaki soru işaretleri (neden kendi ayağıyla konsolosluğa gittiği, içerde uzun süre kalmasına rağmen durumun niçin 3,5 saat sonra ilgililere duyurulduğu, Suudilerin basit bir fail-i meçhulle halledebilecekleri bir meseleyi neden diplomatik krize dönüştürmeyi seçtiği, görünürdeki unvanı ‘liberal-muhalif gazeteci’den ibaret olan Kaşıkçı’nın başka hesaplara mı kurban gittiği vb.) bir yana, bu olay vesilesiyle, aslında bir ülkenin adım adım çöküşe doğru gidiş serüvenine tanıklık ediyoruz.
Tarih okumaya meraklı olanlar için, elde kalem, her dakikasının altı çizilecek günler…
HABERE YORUM KAT