Köyünün 17’lik ilk şehidi: Uhud Kadir Işık
Sırtındaki üç kurşun deliğinden cennet kokuları yayılıyor şimdi yaylalara. Senin nurunla beslenen çiçekler açıyor, çocukken koştuğun kırlarda.
Nuriye Çakmak Çelik, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında 15 Temmuz şehitlerinden Uhud Kadir Işık’ı yazdı:
Medine’nin en kara gününün; Uhud Dağı’nın kana bulandığı günün hatırasını yaşadığında, henüz on yedisindeydi Uhud. Peygamber emrine uymayarak tepeleri terk edip, düşmana yol açanları yeniden hatırladığında baharındaydı ömrünün.
Uhud, 15 Temmuz’un en genç fidanlarından biriydi. Sırtından vurularak şehit edildi.
Hainler onu başka neresinden yaralasa yakışırdı ki? Elinde bir sapanı bile yoktu canına kastedenlere karşı, bir taş bile almamıştı tertemiz avuçları. Şehadet onu arzularken, bayrağından başka zırhı yoktu.
Güzel çocuk. Yerinde duramamıştı o gece. Peşinden sürüklemişti babasını da kaderine. Daha o sabah ilk gençliğinin en heyecan verici gününe uyanmıştı oysa. Zorlu ve bir o kadar da gururlu bir sınav onu bekliyordu. Asker olabilmek için Kara Harp Okulu’nda Astsubaylık sınavına girmişti Uhud. Sınavı çok başarılı geçmiş ama Allah, onu başka bir sınavda kendisine asker seçmişti. Ve sınav sonucu aynı günün gecesinde ilan edilmişti; “Uhud, sen asker oldun, asker olduğun gün şehit oldun, Uhud sen cennet oldun.”
“Sınav çok iyi geçti, büyük ihtimalle kazanırım” demişti ailesine. Doğru bilmişti. Kazanan olmuştu o gece yollara düştüğünde. Minarelerden yükselen salaları işitince, hayalini kurduğu üniformayı giyenlerin ihanetini görünce, ayaklarına bir Kudüs gücü geldi de yürüdü Uhud. Keçiören Aktepe’den Kızılay’a. Tam 3 saat yürüdü. Askerliğinin en zorlu eğitimiydi bu. Her adımda büyüyordu, serpiliyordu, imanı o genç gövdesine sığmıyordu. Meclisin önüne geldi ve tankları gördü, ezilmiş arabalar ve yerlerde kanlar…
Yorulmuştu babası bunca yolculuktan, gördüklerinden. Kim bilir, belki evlat acısı doğmuştu yüreğine. Dönmek istedi çaresizce. Kaderden kaçılamayacağını bildiği halde. Ama Uhud yola düşmüştü bir kere, “Madem sonuna kadar gitmeyecektik, niye buraya kadar geldik” dedi babasına. Sen ne yiğit evlatsın, sen ne sözünün eri kahramansın ki Uhud... Sonuna kadar gittin, canını o meydana bıraktın da gittin. İmanınla yürüdüğün o yollardan, bir daha geri dönmedin...
Sağlık Meslek Lisesi Anestezi Bölümü’nden mezun olmuştu. “Ben sağlıkçıyım, belki elimden bir şey gelir” diyerek hainlerin vurduğu kardeşlerine koşturuyordu. Bir melek gibi, şifalı elleriyle yaraları sarıyordu. Yorgun babası onu uzaktan izliyordu. Sonra hainlerin helikopteri geldi başlarının üstüne. Kurşun yağdırdı göklerden bedenlerine. O hengâmede gözünden kaybetti babası Uhud’u. Askeri olacağı, üniformasını giyeceği Genelkurmay’ın önünde yatıyordu oysa o anda. Bir vakit sonra buldu oğlunu ama ne var ki vurulduğunu kondurmadı. Yüzü nur gibi parlıyor, genç gövdesi dipdiri duruyordu. Gözleri biraz sönmüştü Uhud’un ama babası buna aldırmadı. Kucaklamak için eğildiğinde şöyle bir çevirdi de arkasını, yavrusunun sırtına saplanan üç kurşunu gördü. Bu yiğide şehadet nasıl yakıştıysa, hainlere de öyle yakışmıştı onu sırtından vurmak. Tertemiz kanı babasının avuçlarındaydı…
“Anne ben de gideyim mi?” diye soran küçük kardeşine, “Annem ile Elifnur sana emanet” demiş, kapıdan çıkarken de “Anne ben vatan için, bayrak için gidiyorum. Allah’a emanet ol” diye veda etmişti. “Bayrama gider gibi gitti” diyor onun gidişi için acılı annesi. O, şehadet bayramına gitti; vatan kurtuluş bayramı etti.
Uhud... Hamza gibi kıydılar sana o kanlı meydanda. Bilmem ki niye bu ismi seçmişti annenle baban sana. Bilmem ki niye adının kaderini yaşadın hayatının baharında. Bilmem ki niye hain bitmez bu topraklarda...
Sağlık Astsubayı olacaktı Uhud Kadir Işık. Ne gariptir ki, o gece üniformasını hiç giyemeden asker olmuş, vatanını savunmuş ve bu uğurda şehit olmuştu. Hangi düşmanlıktı bu kanın sebebi? Hangi ganimet için terk ettiniz tepeleri? Kimin emri için çiğnediniz peygamberin emrini? Nasıl kıydınız Uhud’a, yüzüne bir baksanıza...
18 Temmuz günü Çankırı’nın Orta ilçesine bağlı Kalfat köyüne defnedildi cennet yolcusu Uhud. Buraya gömülmeyi, daha küçücük bir çocukken o istemişti. Şehit olmayı da. Minicik kalbinden geçirdiği, diline döktüğü o dua, çok geçmeden kabul edilmişti... Bir gün tatil bitip de köyden dönerken, yol üzerindeki başka köylerin mezarlıklarında gördüğü bayraklı mezarları sormuştu babasına. Bayraklı mezarların teröristlerle çarpışırken şehit olan asker veya polislere ait olduğunu öğrenince “Bizim köyün mezarlığında neden yok” demişti. “Bizim köyde şehit olan yok da ondan” cevabını alınca kaderini çizmişti: “Baba, bizim köyün ilk şehidi ben olacağım.”
Sözünün eri Uhud. Asker olamadan şehit olan Uhud. Daha çocukluğunda şehadeti yüreğine koyan Uhud. Kabul olan dua Uhud... Sizin köyün ilk şehidi sen oldun, bayraklı mezar yaptılar sana. Sırtındaki üç kurşun deliğinden cennet kokuları yayılıyor şimdi yaylalara. Senin nurunla beslenen çiçekler açıyor, çocukken koştuğun kırlarda.
17 yaşında canını bağışladın bu vatana ve ikbalimiz oldun. Sağlıkçıydın, şifamız oldun. Asker olacaktın, şehidimiz oldun. Büyüyemedin ki hiç, annenin babanın yürek acısı oldun.
Uhud şehitlerine komşu olasın, Peygamber amcası Hamza’nın dostu olasın Uhud. Hainlere verdiğimiz son şehidimiz olasın… Okçular tepesindeki nöbetini terk etmeyen aziz ruhun şad, vatan sana daim minnettar olsun.
HABERE YORUM KAT