1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Korunması ve yüceltilmesi gereken insan’ın haysiyetidir; zulüm düzeni de
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Korunması ve yüceltilmesi gereken insan’ın haysiyetidir; zulüm düzeni de

20 Nisan 2008 Pazar 02:29A+A-

Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayrılan bir ’Hasbihal’e daha, selâmla..

-Cemal@....) yazıyor: 16 Nisan yazınızda,  AB’ye karşı olduğunuzu yazmışsınız. AB’ye karşı olmak, devlete biat etmek demektir.. Zâten Türkiye'deki müslümanlara Osmanlı’dan kalan ve TC tarafından da kabul edilen tek şey,  'Devlete BİAT'’tir.

*Bir bakış açısı meselesi.. Ben AB üyeliğini, İslam veya Müslümanlar Birliği idealimi düşünerek gerekli görmüyorum; mevcud rejim ve statüyü benimsediğim için değil..

-Hakan Reşid (geçen Pazar yazısında değinilen bir konu dolayısiyle haksoz.net’te) yazıyor: 

’AB'yi Türkiye için gerekli görmemek, TC'deki statükonun devamından yana olmaktır.  Statükoyla 'uzlaşma' hevesinizin sizi götüreceği yer AKP'ye konacak son nokta gibidir. ’Çocuk da olsa, kadın da olsa…’ lafını 1991 yılında dönemin başbakanı Mesut Yılmaz söylemişti. Erdoğan da aynı konuda aynı sözleri sarf etti ve sonu, Yılmaz'ınkinden farklı olmaz.. Yazılarınızdan hayal kırıklığı yaşadım.. Erdoğan’ı savunmanızı da anlamıyorum.’

*Belirtmeliyim ki: 1- Yazılarımı, birilerinde hayal kırıklığı meydana getirmemek gibi bir dikkat ve niyetle yazmıyorum.. 2- 'Türkiye'nin AB içinde yer almasını gerekli görmemek, statükonun devamından yana olmak demektir.' diyorsunuz. Bu da sizin görüşünüz.. Ne siz benim gibi, ne de ben sizin gibi düşünmeye mecburum.. AB içinde eriyince, geri dönüş de hiç olmayabilir. Bakınız, Sovyet tehdidine karşı 50 yıl öncelerde sığınılan NATO'dan çıkılamıyor. 3- Türkiye'deki mevcud yapı içinde, bir zulüm düzeninin zencirlerini gevşetmek isteyenlerle onu daha da muhkemleştirmek isteyenler arası bir mücadele sözkonusu.. Bu durumda, ben, hangi tarafa yakın olduğumu belirtiyorum; siz de kendinize yakın olana yönelirsiniz.  4- 'Çocuk da olsa, kadın da olsa..' (ezilip geçilir..) mânasında bir sözü Erdoğan'ın da söylediğini iddia etmektesiniz. Bunu belgelemek size düşer.  5-Benim âkıbetimin de AK Parti gibi olacağına dair kehanetinize sözüm yok.. Ama, onun tökezletilmesine sevinmem..

-Ömer E. yazıyor: ‘16 Nisan yazınızda, Genelkurmay’dan cevap bekliyordunuz.. İktidar mücadelesine girişenlerden mi? Daha ilginci, AK Parti'nin kendisine karşı kullanılan kemalist /laik söylemlere sarılması.. Karşı taraf, ’sisteme biat et!’ dedikçe, taklalar atılıyor. AK Parti gençlik kurultayında 10. Yıl Marşı’nı işitince, kendimi geçen yılki laik mitinglerde sandım.’

-Nûrullah Terzioğlu Malatya’dan yazıyor: ’Abdullah Gül Cumhurbaşkanı ve de sorumsuz olduğu için, kendisini savunmasa, o zaman da, AK Parti’nin kapatılma dâvası görülemez’ diyenler doğru mu diyor? Bir de 10. Yıl Marşı okunmasına ne diyorsun?

*Anayasa Mahkemesi, yasaklanmaları istenenleri dinlemeye gerek görmeden karar veriyor..  Marş okumaya gelince.. Her tarafta mâlum heykellerin dikilmesini isteyenler bile var..

-H. Yazar yazıyor: ’İslamî eğilimlileri bilinen bazı siyasetçiler bile, şimdiki hükümeti İsrail ve ABD’nin uşaklığı ile suçluyorlar. Bu doğru mudur, yoksa olması gerekeni mi yapıyor?’

*İkisi de değil.. Amerika, İsrail veya bir diğer güç, elbette ki, her ülkedeki gelişmeleri kendi istediği şekilde yönlendirmeye çalışır.. Benzerlikler olur veya olmaz.  Ama, şahsen, şimdiki hükûmet'in onlara uşaklık etmek gibi bir niyet taşıdığını düşünmüyorum.. Eğer, onlar uşak ise, öncekiler nereye konulacaktır? Uzaktan, bakıldığında, yapılması gerekenler bunlar mıdır; denilirse, sırtımda yumurta küfesi olmayınca, ben de (şöyle veya böyle olmalıdır) diyebilirim.

-Nurhayat Kızılkan yazıyor: ’AK Parti’nin sessizliği, bizleri de hareketsizliğe sürüklüyor. Bizlerin derdi, özgürlüklerimizin elden gitmesi.. Böyleyken, oturup, ‘yüce yargı’nın karar vermesini mi bekliyeceğiz?  Süreci ‘germeden’ atlatmak için, AK Parti, üyeleri yetmiyormus gibi, herkesten de itidâl istiyor.. Bugün AK Parti’ye yapılanlar yarın herkese de yapılabilir.. Sosyal meselelerin çözümünde, bir ‘sivil itaatsizlik’ usûlünün olduğunu da unutmayalım..’

-Hazan Gazel: (tevhidhaber.com’da) yazıyor: ’Hakikaten bu kez diğerlerinden biraz daha farklı durum.. Çünkü artık bıçak kemiğe dayandı.. Eğer bu saçmalıklar devam ederse, halk da gemileri yakar. En mülâyim olanımızı bile zorla zıvanadan çıkaracaklar. Ve bu kez kaybeden sadece biz olmayacağız.. Hem onlar, hem ülke, hem biz, bu kez..’

-İsmail / Mardin (tevhidhaber.com’dan) yazıyor: ’Diyarbakırspor’a karşı ’PKK dışarı!’ diye slogan atılmasına haklı olarak tepki verdiniz. İzmir’de, nedir bu tahrik edici sloganlar!.

2 yıl önce de, Mardinsporlu tarafdarlara aynı tempo tutulmuştu..

-Muhacir@...’ yazıyor: ’Irak başbakanı Mâlikî’nin işbirlikçi olmadığını söylüyorsunuz. Bu konuda bir deliliniz var mı; yoksa bu sizin fikriniz mi?’

*O görüşün benim kendi fikrim olup olmadığı, yazımın içinde belirtilmiştir.. Herhangi bir konuda delil olsa bile, o delili değerlendirmek için de değerlendirmede bulunanın kendi fikrini ortaya koyabilmesi gerekir.. Delilsiz olarak bir şey iddiada bulunulursa, o zayıf olur elbette, ama, tek başına bir delil ile de bir yere varılamaz.. Kaldı ki, iletişimin bu kadar yaygın ve zarurî olduğu bugünkü dünyada, bir siyasetçinin uluslararası bir takım ilişkileri delil gösterilerek bir yere varılamaz. Çünkü, insanları ölçmek için daha başka kriterler de gerekir.. Üstelik, Irak işgal altındadır ve bugün için ona karşı koyacak bir ordu kalmamış ve yeni bir düzenleme gerektirmektedir. Bu durumda,  mevcud şartlarda neler yapılabileceğini bir insanın ve toplumun kendi temel değerlerini fedâ etmeden belirlemesi gerekir..

-Alpaslan (Habervaktim.com’dan) yazıyor: ’18 Nisan Perşembe yazınızda, 301 konusunda   Hüseyin Hatemî’ye aid olduğunu söylediğin alıntı, Fikrî Akyüz’e aid idi.’

*Zuhûlen bir karışıklık olmuş.. Her iki yazara ve okuyuculara i’tizar beyanı ile..

-Özay Aslan Stuttgard’dan yazıyor: ’Ben Gebzeliyim. Giusseppina Pasqualino di Marineo isimli bir italyan kadının, orada zorla kaçırılıp, en alçakça ahlâksızlıklar sonunda öldürülmesinden dolayı utanç duyuyorum.. Marineo, Ebu Gureyb’den, Srebrenica’dan, Gazze’den, Kandehar’dan yükselen feryatlara karıştı, senin feryadın. Utancı kaldı bize..’

*Daha utanç verici olan, bu hadise üzerine, Midhat Bereket’in CNN’de yaptığı bir proğramda, malûm kadın kuruluşlarının başlarındaki çok bir ’tahsilli kadınlar’ın, bu konuyu bile, ’Çocukları Kur’an Kursların’nda okutursanız, işte böyle olur..’ diye en ilgisiz yönlerle ilişkilendirme hokkabazlığı olsa gerek.. Sanki bu ahlâksızlıklar İslam’ın gereğiymiş gibi.. Hele sözkonusu kadınlardan birisi, gençlerin birbirleriyle sarılıp kucaklaşmalarının bile bu gibi saldırganlıklara mâni olacağına dair laik fetvalar sâdır eyliyor ve kadınların yalnız başına yola gitmemeleri telkıninin de bu neticede rolünün olduğunu söylüyordu ki, akıllara zarar.. Bu gibi ilgisiz ve saçma ’yüksek’ laik izahlar karşısında söz bulamıyor insan..

YAZIYA YORUM KAT