Körfezin şeytanları ile işgalci terör devletinin ilişkilerinin normalleşmesi
BAE tarafından “İsrail, Batı Şeria’yı ilhak planını askıya aldı” noktasından pazarlanmaya çalışılsa da, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu hemen sonrasında yaptığı açıklamada “İlhak planı hâlâ yürürlükte” diyerek niyetini ortaya koydu.
Taha Kılınç, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında İsam İryan’ın Sisi cuntasının zindanındaki vefatını ve BAE ile İsrail anlaşmasını yorumladı:
Önceki gün, birkaç saat arayla gelen iki haber, Ortadoğu’nun mevcut manzarasına ve gidişatına dair önemli şeyler söylüyordu. Bunlardan birincisi, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (İhvân) üst düzey yöneticilerinden İsâm İryân’ın, tutuklu bulunduğu hapishanede vefatıydı. İkincisi ise, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile İsrail arasında imzalanacağı duyurulan “barış anlaşması”. Birincisinden başlayalım:
Mısır’da 3 Temmuz 2013’teki askerî darbeyle birlikte hapse atılan İhvân mensuplarından biri olan İsâm İryân, 1974’te tıp fakültesi öğrencisiyken intisap ettiği teşkilâtın en dikkat çekici isimlerindendi. Cemal Abdunnâsır’dan sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Enver Sedat’ın “Komünistlere karşı İslâmcıları destekleme ve güçlendirme” siyaseti çerçevesinde, 1970’lerde Mısır’da yaşanan özgürlük atmosferi, İryân ve arkadaşlarına geniş bir faaliyet sahası açmıştı. Sonraki süreçte, yaşadığı kısa süreli tutukluluk tecrübelerine rağmen, doktorlar sendikası ve ilgili meslek kuruluşlarının yönetiminde yer alan İryân, siyasetin de sürekli merkezindeydi. Yalnızca tıp eğitimiyle yetinmediği, buna edebiyat, İslâmî ilimler, hukuk ve sanat tarihi tahsillerini de eklediği için, İryân’ın çok geniş bir yelpazeyle irtibatı vardı.
2009 yılının sonbaharında, Mısır basınına yansıyan “İhvân Genel Mürşidi Muhammed Mehdî Âkif istifa edecek” başlıklı haberlerde, İsâm İryân’ın da adı geçiyordu. Bilâhare bütün çıplaklığıyla ortaya dökülen ayrıntıların da göstereceği üzere, Âkif’in İryân’ı teşkilâtın en üst yönetim organı olan “Mektebu’l-İrşâd”a üye yapmak istemesi içeride bir savaşa yol açmıştı. İryân’ı “dik başlı” ve “fazla muhalif” bulan kanadın başını da Muhammed Mursî çekiyordu. Kaderin tecellisiyle, aradan sadece dört yıl geçtikten sonra, krizin tarafı olan her üç isim de darbecilerin gadrine uğrayacak, hayatları da esaret altında sona erecekti.
İsâm İryân, tıpkı Muhammed Mehdî Âkif (v. 2017) ve Muhammed Mursî (v. 2019) gibi gece yarısı, ailesinden yalnızca birkaç kişinin katılabildiği bir cenaze töreniyle Kahire’de toprağa verildi.
İsrail’le BAE arasında varılan “ilişkileri tamamen normalleştirme ve tam diplomatik münasebetleri tesis” anlaşmasının ilânı, İsâm İryân’ın vefat haberini gölgede bıraktı. ABD Başkanı Donald Trump’ın bizzat duyurduğu ve aracılık etmekle övündüğü anlaşmaya “İbrahim Barışı” adı verilmişti üstelik. Önümüzdeki haftalarda Beyaz Saray’da düzenlenecek bir törenle resmen imza edilecek olan anlaşma, BAE tarafından “İsrail, Batı Şeria’yı ilhak planını askıya aldı” noktasından pazarlanmaya çalışılsa da, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu hemen sonrasında yaptığı açıklamada “İlhak planı hâlâ yürürlükte” diyerek niyetini ortaya koydu. Gerçi Netanyahu’nun niyet izharı da gereksizdi: BAE-İsrail ilişkilerinin uzun yıllardır zaten çok yakından ve derinden ilerlediğini bilenler için, Abu Dabi yönetiminin “Anlaştık, ama ilhakı da durdurduk. Filistin halkına iyilik ediyoruz” iddiasının herhangi bir geçerliliği yoktu. Nitekim hem Hamas hem de Fetih yönetimleri, BAE-İsrail anlaşmasının tanınmadığını deklare etti.
Malumun ilâmından başka bir anlama gelmeyen “İbrahim Barışı”nda vurgulanan bir başka husus da şuydu: “Artık dileyen Müslümanlar, rahatlıkla Kudüs’ü ziyaret edebilecek.” BAE ile İsrail arasında uçuşların resmen başlamasıyla, bunun kolaylaşacağı açık. Ama meselenin bir başka boyutu daha var: BAE, özellikle Kudüs’te rol çalmaya hazırlanıyor. Bu noktada, Ürdün de BAE’nin Filistin’deki varlığından rahatsızlık duyuyor. BAE’li bazı zenginlerin ve resmî kuruluşların, son dönemde Kudüs’te gayrimenkul satın almaya başladığı, bazı Siyonist kurumlarla işbirliğine gittiği, hatta BAE’nin satın aldığı bazı mülklerin kontrolünün Siyonistlere devredildiği, özellikle Kudüs’ü yakından izleyenlerin bildiği bir hakikat. “Normalleşme” ile birlikte, bilhassa bu meseledeki BAE-İsrail işbirliğinin daha da derinleşmesinden endişe ediliyor. Haklı olarak.
BAE’nin Filistin’deki varlığını görünür kılmasının, Türkiye açısından da anlamı büyük. TİKA ve diğer kurumlarımızın Kudüs ve diğer şehirlerde sürdürmeye çalıştığı hizmetlerle ilgili aksamalar ve engellemeler yoğunlaşabilir. İsrail yönetimi, yeni partneri BAE’ye alan açmak için elinden gelen her şeyi yapacaktır.
BAE ile İsrail arasında gerçekleştirilen barış müsameresinin bir benzerinin, yakın zamanda Suudi Arabistan’la da sahnelenmesi sürpriz olmaz. Perde arkasında zaten birbiriyle çok yakınlaşan ve her alanda işbirliğini geliştiren Riyad ve Tel Aviv’in, el ele perde önüne çıkması artık kimseyi şaşırtmayacaktır.
HABERE YORUM KAT