1. YAZARLAR

  2. SİNAN ÖN

  3. Konformizm; Bir Dünyevileşme Hastalığı
SİNAN ÖN

SİNAN ÖN

Yazarın Tüm Yazıları >

Konformizm; Bir Dünyevileşme Hastalığı

14 Eylül 2019 Cumartesi 17:49A+A-

Biz iman ederiz ki, evrende gerçekleşen tüm olgular İlahi Kelam’ın vaaz ettiği ölçülerdedir. Toplumsal ya da bireysel çöküş, çürüme ve yozlaşmalardan haberdar eder bizi Kur’an. Fıtratla cedelleşen, meta ile azgınlaşan insandan, müstağnileşen, müstekbirleşen, mütrefleşen yöneticilerden bahseder.

Bir toplumun helak olmasının gerekçesidir, mütreflerin yani varlık ve güç sahibi önde gelenlerin bozgunculuk çıkarması. Artık onların üzerine söz hak olur. Çünkü bu mütrefler uyarıcıların getirdiği mesajı yalanlar; “Biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz” derler.

Refah ve servet içerisinde azıp, şımarmış, Allah’a ve insanlara karşı sorumluluklarını hiçe saymış, haksız kazançla azgınlaşmış; sermaye, güç ve iktidar sahiplerini mütref olarak tarif ediyor Kur’an. Onlar hayatın tadını çıkarmakla meşguldür. Ahlaki değerlere yaşamlarında yer yoktur. Varlık ile şımarmış, güç ile küstahlaşmış, şehvetle yoldan çıkmış sapkınlardır. Yaratıcı felaha çağırırken, onların tek istediği daha çok refahtır.

Belki de insanın en zayıf tarafı dünya hayatına takılıp kalması, kazanma hırsı, biriktirme çabası ve tüketme yarışıdır. Bu zaafiyetin sonucu çamurlaşma olarak çıkıyor karşımıza!

Dün insan Karun’a verilenlere öykünüyordu. Bugün zamanın Karun’larına! Öyle ki, o Karun’un akıbetini bilenler de aynı öykünmeyi yaşıyor.  Keşkeler büyüyor, yaygınlaşıyor devasa bir “keşke toplumu” oluşuyor. Keşke “dünyada bir dikili ağacım olsa” diyenlerin dikili ağaçları bahçeye dönüşüyor ve “bahçe sahipleri”nin düştükleri hallere bir kez daha şahitlik ediyoruz.

Evet, fakirlere zırnık vermeyeceklerdi. Bahçe sahibi olmak onları diğerlerinden “farklı” kılıyordu. Ne diğerlerini kendilerine yaklaştıracak ne de onların seviyesine inmeyeceklerdi. Tadına varacaklardı. Ama kavrulmuş, çöle dönmüş, çoraklaşmış toprakla karşılaşmak onların da kaçamayacağı son oldu!

Dünyaya kazık çakmak isteyenlerin tek derdi, “yeter ki dünyada bir cennetimiz olsun” arayışı. Sürekli olanı geçici olan ile sınırsız olanı sınırlı olan ile tükenmeyeni tükenen ile değişenler aslında kendileri tükeniyorlar ancak farkında değiller.

Cumartesi yasağını delmek için hile yapanlar ile maymunlaşma sürecine girenler de aynı gerekçenin ürünü değil mi? Fırsatçılık ve çıkarcılığın acı sonucu! Rabbimizin bize verdiği bu örnekler tarihsel mi? Sadece anlatılan toplumlar ve kuşaklarla mı sınırlı? Tabi ki değil. İnsanoğlunun rahat etme arzusu ve talebi, nimetlenmenin de ötesinde bir konfor arayışına dönüştü.  Rehavet, sorumlulukları unutturdu. Kulluk tökezledi.  Öyle ki, “Allah yolunda seferber olun” denilenler, “yere çakılıp kalıyorlardı!”

Oysa çivisi çıkmış dünyada çivilenip kalmak, Allah’ı ve Rasulünü unutmak nedir? Yoksa Rasulün örnekliği sadece onun zamanını mı bağlıyor ve bize zor mu geliyor? Bir hasır üzerinde yatan, yattığı hasır vücudunda iz bırakan bir Rasülün örnekliği.

Bugünlerde ruhlarda çoraklaşma, kalplerde kasvet, yaşamda gaflet tırmanıyor. Hayat, anlamını kaybediyor. İçgüdülere bağlı bir yaşam tasvip görüyor. Seyretmeyi, sahip olmayı, sömürmeyi, elde edemediğini de yok etmeyi amaç edinen, “kabileci” vahşi bir anlayış kabul görüyor.

Hayata yüklenen anlamlar, değerler tahrif ediliyor, kavramların içi boşaltılıyor. “Aşağıların aşağısına” inen insan bayağılık, kokuşmuşluk ve kirliliği cazipleştirip ilgimize sunuyor. Müşterisi ise üretimin asıl sebebi. Talep var ki, arz tam vardiya çalışıyor.

Kutsallarını, değerlerini heba eden insan, kendi ruhunu da heba ettiğinin farkında değil. Konformizm tehdit edici ve tahripkâr! Modern dünyanın bu hastalığı üç türlü insanı kuşatıyor. Hedonizm (hazcılık) prâgmatizm (çıkarcılık) oportûnizm (fırsatçılık) modern toplumun moda erdemleri olarak satılıyor.

Uğrunda ölmeye, adanmaya, yorulmaya, çile çekmeye değer hiçbir davası olmayan insan; bencillik, bireysellik, bananecilik hastalıklarına yakalanıyor. “Ben özelim, farklıyım”  ben merkezli bir dünya bizi giderek zehirliyor. “İlgi odağı olmak”  insanın güncel beklentisi, tek gayesi oluveriyor!

Dünyevi metayı ellerinde tutanların la yüs’el tavırları; tekasür, tefahür, tekebbür damarları kabardıkça kabaryor. Oysa bu anlayış hem kendini hem toplumu ruhsuz kılıyor. İşte insanın hüsranı; iman ve salih amel olmayınca başlıyor. İslami ve insani değerlerin yerini; imaj, makyaj ve ambalaj alıyor. Reklam, rekabet, rânt, reyting ve riya yaşamın vazgeçilmezleri oluyor.

Yaşadığımız hayatı biz mi kontrol ediyoruz? Yoksa başkaları mı dayatıyor? Oyunun kurallarını biz mi belirledik? Oyuna mı geldik? Üretirken, tüketirken, seyrederken kime hizmet ediyoruz?

Daha önce bir çalışmamızda “sekülerleşen din” üzerine birkaç değinide bulunmuş, bazı değerli abi ve dostlarımızdan serzenişler almıştık. Kendilerince haklı yönleri vardı. Oysa olguların dinleştiği, dinin sekülerleştiği bir zeminde yaşıyoruz maalesef! Asıl kaygılarımız da buradan kaynaklanıyor. Dindarlık boyutu eriyen, kültürel bir dinciliğin taraftar bulduğu zamanları yaşıyoruz. “Takva örtümüz”ü  “başarı gömleği”ne, “helal kazanç” kaygımızı “karlı yatırım” arzusuna bıraktık. “Bereketli günler” geride kaldı, “gelir artışı” var artık! Tadından yenmeyen “gayrı safi milli hasıla”mız, fert başına düşen milli gelirimizin göstergesi ancak adaletsiz gelir dağılımından pek haberi yok!

“Konforlu kulluk!” birçoğumuzun ruhunu sardı! Konformist yani uyuşumcu, uysal, uzlaşmacı kulluk! Statüko sorunu yaşamayan, sistemle barışık, risk almayan ruhlar. Akllı, tecrübeli, uyanıklar çünkü dünyalarını düşünüyorlar!  Oysa “mahkeme kadıya mülk değil” diye bir söz var ancak duyan yok!

Siyasi konfor, yönetenleri sarhoş etmesin! Ekonomik konfora esir düşenler, herşeyi mübah görmesin! “Paranın dini imanı yoktur” diyerek kalpleri döviz kurlarına ve borsaya endekslemekten vazgeçelim! Bu amansız yarışla, dinmez hırsla, bitmez doyumsuzlukla rızkımızın ana kaynağı, temiz ticaretimizi kirletmeyelim!

Bunu öncelikle biz Müslümanlar yapmayalım, yapmayalım ki diğerlerine söyleyecek sözümüz olsun! Konfora dayalı bu kof, kokuşmuş, küflenmiş yaşamda, hayatın rengini ve ahengini bozan bu ortamda biz kullara düşen görevler ne olmalı?

Öncelikle bu konfor yarışında kesintisiz koşuya bir son vererek başlayabiiriz. Haramlara, münkerlere karşı çetin bir duruş sergileyebiliriz. Gündeme gelen her sorunda cevaz aramak yerine takvayı tercih edebiliriz. Rahatlatıcı yorumların, seküler içtihatların, liberal fetvaların kolaycılığından kurtulabiliriz. Tek ölçümüzü Allah’ın rızası olarak belirlersek bu mümkün olabilir.

Modernizmin doğal sonucu, konformist yaşamın çok sesli, ışıltılı, zevkli, renkli, baş döndürücü çümbüş ve gürültüsü içinde “vahy”in kurtarıcı sesini duyabilecek miyiz? Tevhidin, adaletin, özgürlüğün sesini! Bize sunulanın reklamına, ambalajına, gürültüsüne değil; içeriğine baktığımız, meşruiyetini İlahi olan da aradığımız, kulluğa katkısını sorguladığımız zaman bu sesi duyacağız. İşte o zaman sekülerizmin tüketici çarkına teslim olmayacak; hayatımıza giren lüks, israf, gösteriş ve görkem unsurlarından arınacağız.

Siyasi ve ekonomik konforcuların yanında akademik ve entelektüel konforcuları da unutmamak gerekiyor. Konjektüre paralel rollerini sürdüren ve kafa konforunu bozacak söylemlerden özellikle kaçınan “fikir adamları”nı!

Bu da başka bir sorunumuz! Aynı gemide yolculuk ediyoruz, alt kattakiler gemiyi deliyor ancak aldırış etmiyoruz! Geminin üst katında kurulup konforlarından ödün vermeyenler, “gemi batıyor” bilginiz olsun! Hep birlikte batıyoruz! Birilerinin rahatı bozulacak diye “iyiliği emretmeyecek miyiz?” Yanlışa müdahale etme hakkımız ya da cesaretimiz de mi yok?

Toplumsal çürümeyi durdurmak, yeni bir diriliş nesli oluşturmak için sorumluluklarımızı hatırlamanın vakti gelmedi mi? Asgari maliyetle mesuliyetten sıyrılmanın yollarını aramaktan vazgeçmenin zamanı gelmedi mi? Tedbir, temkin, teskin bahanelerinin arkasına saklanmanın çare olmadığını anlamanın vakti gelmedi mi?

Oysa sorunumuz, dünya rahatının bağımlılık yapması! Kasvet, gaflet, dalalet bir kâbus gibi üstümüze çökmüş vaziyette. Silkelenmek; zihnimizi vahiyle netleştirmek, aklımızı vahiyle beslemek, ruhumuzu vahiyle donatmak, nefsimizi vahiyle arındırmak, hayatımızı vahiyle diriltmek, irademizi vahiyle güçlendirmek ve vahiyle yürüyen bir insana, mümine dönüşmek için neyi bekliyoruz?

Eşref-i mâhluk olmak, ahsen-i takvim vasfını korumak, halife kalmak ancak vahyin şahitliğinde mümkün olacak. Hz.Yusuf’un kıssasını gözyaşları içerisinde okuyanlar, dinleyenler, Hz.Yusuf’un “Zindan beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir!” örnekliğini de arkalarına atmamaları gerekiyor. Çünkü “Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, ettiği kötülük kendi aleyhinedir!”  Çünkü hesap günü rüşvet, iltimas, kayırmaca yok, yalnızca “hak ediş” var! Rabbim mükâfatı hak edenlerden olmayı nasip eylesin.

 

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum