Komşu hakkı: İran'a yürekle bakmak
1979'dan beri Türkiye'den İran'a bakışta çok az şey değişti. Batılı devletlerin kuşkulu ve dışlayıcı bakışı, ABD'nin düşman olarak tanımlaması yüzlerce yıllık komşularımıza nesnel bir gözle bile bakmamızı engelledi.
Kendi gözleriyle bakmayı unutacak kadar angaje olan kimi yazarlar 1635'te imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'ndan bu yana hiç savaşmadan dostça, yan yana yaşadığımız komşu bir halktan hep "tehlikenin farkında mısınız" kabalığı içinde bahsettiler.
Çocukluğumuzda İran, mahzun bir kraliçe imgesiyle girmişti hayatımıza. Annelerimizin okuduğu Hayat mecmuasında boy boy resimleri yayınlanan, annesi Alman, babası İranlı olan Süreyya'ya Şah Rıza Pehlevi'nin görür görmez evlenme teklif ettiği söylenirdi. Beyaz devrim yapılan ülke, hızlı bir modernleşme sürecinde diye göklere çıkarılıyordu. Bizler Şah'ın, çocuğu olmayan kraliçeden boşanıp soyu Kaçkar Türklerinden gelen Farah Diba ile evlenme haberleriyle oyalanırken, bu haberlerin gizlediği, acı çeken, yoksul bırakılan koskoca bir Fars halkı olduğunu, Şah'ın, despotik yönetiminin devamı için ülkenin petrolünü ele geçirmiş olan İngilizlerle halkın aleyhine işbirliği yaptığını bilmiyorduk. Başbakan Musaddık, buna karşı çıktığı için devrilmiş ve tutuklanmıştı.
İran'da güçlü bir sol muhalefet, dindar halkın önde gelenleriyle birlikte hareket etmeye başlamıştı. 1978 Haziran'ında başlayan sokak gösterilerinde, en önde yürüyen yüzlerce çadorlu çadorsuz kadına ateş açılması şoke ediciydi doğrusu. Seyyid Hüseyin Nasr, 'Modern Dünyada Geleneksel İslam' adlı kitabında bu durumu kınadığını, yumruklarını kaldırmış direnen kadın fotoğrafının İslamî söyleme uymadığını yazar. Her şey baştan itibaren şaşırtıcı gelmişti dünyaya.
Muhaliflerin cezaevlerini doldurduğu İran'da, yoksulluk sınırında yaşayan petrol ülkesi vatandaşları, adalet özgürlük, hakça paylaşma, dinî inançlarının gereğini özgürce yerine getirebilme gibi taleplerle harekete geçmişti. Bahman Niruman gibi sol yazarlar ve örgütlerle işbirliği bir devrim koalisyonuna işaret ediyordu. Burada olanlar, bütün dünyada demokrasi, adalet, özgürlük hakkında heyecan verici tartışmalara yol açtı. Michel Foucault, bu hareketi "kalpsiz dünyanın kalbi" olarak niteledi. Çok önemli kitaplar yayınlandı. Türkiye'de kestirmeden sadece karalama yazanlar, başka olanın hakikatine eğilmek için en azından Türkçede birinci ağızdan Pınar Yayınları'ndan çıkan Haşimi Rafsancani'nin Hatıralar'ını ve Metis'in derlediği Muhammed Hatemi'nin konuşmalarından oluşan Gülümseyen İslam'ı okuyabilirlerdi.
İran halkı neredeyse bir çizgiyle ikiye bölünmüş varlıklı kuzey ve yoksul güney Tahran ikileminde her şeyi sorgulamaya başlamış, sade, mütevazı halkın seslerine ve taleplerine açık bir yönetim özlemiyle dolmuştu. Masal kötülerine karşı masal iyileri beklentisi. İmam Humeyni'nin Tahran'ın kuzeyindeki Cameran köyünde bir kanepe, bir küçük kitap rafı ve bir rahleden oluşan eşyalarının bulunduğu ev, bir müzeye dönüştürüldü, sadeliğe verilen önemin kitleleri harekete geçirmede oynadığı rolün göstergesi olarak.
Sadelik ve şatafattan uzak bir özel yaşam, her zaman önemli bir tercih nedeni oldu bu ülkede. Ahmedinejad'ın seçim kampanyasında altı en çok çizilen şey halka yakınlığıydı. Cumhurbaşkanlığı sarayında, evinden getirdiği sefertasındaki yemeğini yemesi, üniversiteden aldığı maaşla geçinmesi, oğluna mescitte çok sade bir düğün töreni düzenlemesi, yaptığı gezilerde kırsal kesimdeki insanlarla bire bir, yüz yüze görüşüp halkın verdiği dilekçelerin tümüne cevap vermesi dilden dile dolaştı. Sermaye sahiplerine değil de halka yakın, dış politikada antiemperyalist bir profil çizmişti.
1993'te Şafakta On Gün kutlamalarını izlemek için Tahran'a gittiğimde dinî lider İmam Hamaney'in eşinin, dünyanın dört bir yanından gelmiş olan yazar ve gazetecilere verdiği bir davete katılmıştım. Almanya'dan gelen gazeteci Nora ve Sierra Leone'de bir lisenin müdürü olan Alari ile şaşkınlığımızı ve takdir hislerimizi gizleyememiştik. Hiçbir eşya olmayan küçük bir salona alınmıştık. Yer minderleri ve yer sofrası. Çay, pasta ve fıstıktan ibaret ikramı da evin kızları yapmıştı. Tam bir kapı komşu ziyareti gibi doğal ve yürektendi her şey. Ev sahibesi, nur yüzlü ve sadeydi. Fakat kadının yerinin evi, aslî görevinin de çocuk yetiştirmek olduğuna dair bir konuşma yapınca herkesin yüzü asıldı. Davetlilerin hepsi de ülkelerinde önemli görevler üstlenmiş kadınlardı. Daha geniş bir vizyonla, herkesi içine alan bir yelpaze açarak konuşsa bu tevazu dolu yaşam, büyüleyici bir alternatife dönüşebilirdi zihinlerde.
Sonuçta burada tartışılamaz olduğu iddia edilen Batı değerleri de, geleneksel İslami pratikler de bir şekilde tartışmaya açılıyor. İranlı seküler bir düşünce adamı olan Hamid Dabashi, İran: Ketlenmiş Bir Halk adlı kitabında Fukuyama'nın 'Tarihin Sonu' tezinin aksine, tarihin, burada, tarihin dışında olarak gösterilenler tarafından yeniden yazıldığını anlatıyor.
İran'ın vurulmasına alenen ya da zımnen destek veren koroya katılmak, muhalif hareketleri, Mir Hüseyin Musavi'yi, Kerrubi'yi karşı devrim hayalleri içinde konumlandırmak yerine, oradaki seslerin toplumsal karşılığını anlamak için emek vermeliyiz.
Muhalif dediğimiz gençler çatılardan Allahu Ekber diye bağırıyordu nihayetinde. Birbirlerine muhalefet eden, televizyonlarda kıyasıya yarışan liderler devrimi birlikte gerçekleştirmiş, emperyal güçlere karşı yol arkadaşlığı yapmış, aslında dış politikada da birbirine ilkesel anlamda benzer görüşler ileri süren kimseler. Seçim sonrası 5 milyon kişinin katıldığı ilk cuma namazı hutbesinde Hamaney, yanında yer aldığı düşünülen Ahmedinejad yanlılarının yolsuzlukla suçladığı Rafsancani'ye sahip çıktı. Muhalif lider Musavi, Meclis Başkanı Ali Laricani, Ahmedinejad ve seçime katılan diğer liderlerin namazda yan yana olması manidardı.
ABD'de neredeyse Amerika'nın seçimi kadar geniş yer verildi İran'daki seçime. Cuma hutbesi canlı yayınlandı televizyonlarda, milyonlarca insan dinledi. Bütün dünya dikkat kesilmişken Hamaney daha geniş yürekli bir konuşma yapabilir, herkesi sevgiyle ve adaletle kuşatacak cümleler kurarak farklı bir soluk getirebilirdi. İşte devrimin kurucu öznesi, savaş günlerinin başbakanı, Zehra Rahneverd gibi olağanüstü bir kadının kocası, yirmi yılını resim yapıp derinleşerek geçiren Musavi'nin iddiası, büyüsü bu yöndeydi sanırım. Gençlere, kadınlara, eğitimli kesime daha geniş yürekli göründü.
Teşvikiye Nişantaşı hattından bakarak bütün İran'ı kuzey Tahran sananların da, muhalefeti hafife alıp değişim taleplerine kıymet vermeyen Ahmedinejad yanlısı kesimlerin de, Türkiye'deki baskıları görmezden gelip komşuyu kınayanların da bütün bu gelişmelerden çıkarımda bulunması gereken şeyler var.
Kahire'deki konuşmasında halkının çıkarlarını korumak için harekete geçen Başbakan Musaddık'ı devirdiklerini itiraf eden, Irak'taki vahşet ve işgal içinse bir özür ima etme gereği bile duymayan Obama ve müttefikleri gibi ikiyüzlüce davranmamalıyız İran hakkında. Olumlu ya da olumsuz bütün cümlelerin bizim zihnimizden, kalbimizden, kardeşlik duygularından süzülerek kurulması lazım. "Bunu yapabiliriz".
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT