Kolonizatörün "kurtarıcı" dönüşü!
Suriye'ye dair dış basında çıkan yazı ve yorumlara bakınca acaba en uzun sınırı paylaştığımız ülke ile başka bir coğrafyada mı yaşıyoruz diye sormadan edemiyor insan. Bir ülkenin coğrafyasıyla bu denli gerçeklik ilişkisinin kopması için sarsıcı gelişmelerin olması gerekir.
Evet, Suriye'de kan dökülüyor, Esad Baasçı klana dayalı iktidarını kaybetmek istemiyor, gösteriler silahlı çatışma aşamasına geldi... Bunun bir adım ötesi iç savaş diyebileceğimiz kazananın olmadığı kanlı bir boğuşmadır.
Suriye ile gerçeklik ilişkisini koparmamıza neden olan yorumlar bunlar değil elbette. Yazılıp çizilenlere, en azından dış basındaki yaklaşım tarzına bakılırsa Türkiye ile Suriye çoktan savaşa girmiş görünüyor.
Tabi hiçbir yazar, analist, muhabir böyle bir ifade kullanmıyor. Ancak yazıların içine sinen havaya bakıldığında Batılı yazarlar Türkiye'nin Suriye'ye müdahale edeceğinden çok emin görünüyorlar.
Türkiye'nin Suriye'ye bir şekilde müdahil olmasının hatta bunun askeri anlamda harekata dönüşmesinin bir temenniden (!) ibaret olmadığına dair emareler de her geçen gün daha belirgin hale geliyor.
Yine Batı'daki medyadan hareket ederek vaziyeti okumaya devam edecek olursak Libya örneğinde olduğu gibi Fransa hayli istekli görünüyor. Soğuk savaş dönemi dahil her fırsatta Amerikan politikalarına muhalefet eden Fransa "Arap baharı"nda ABD çizgisine fazlasıyla yaklaştı. Hatta askeri harekatta başı çekecek kadar heyecan gösterdi. Bu şaşırtıcı durum, hem Amerika'nın Fransa'yı "sisteme" entegre etmesine yönelik hem de kendi imajını kurtarma operasyonu olsa da Fransa'nın işine çok yaradığı açık. Bölgeye dair siyasal gelişmelerde, sadece retoriksel düzeyde değil askeri anlamda müdahil olmanın ekonomik ve stratejik karşılığının ne olduğunu söylemeye gerek yok.
Buraya kadar olanlar içimizdeki Batı imajıyla hiç de çelişmiyor. Hatta söz konusu Fransa olunca devlet politikasının Fransa'yla nahoş hallerinin altını çizen bir resim ortaya çıkıyor.
Ne var ki Fransa bu heveskar hallerde yalnız değil. Özellikle son haftalarda elbirlik bir Fransız-Türk yapımı Suriye stratejisi inşa edildiği izlenimi veren bir dizi gelişme yaşandı. Jupee'nin Türkiye'ye gelmesi bu sürecin en somut göstergesi gibiydi.
Amerikan yönetiminin başından beri kullandığı dil malumken Fransa ve Türkiye'nin adeta müştereken Suriye yönetimine yönelik gün sayan açıklamalar yapmalarının tesadüfü aşan anlamları var. Türk dış politikasının özellikle Ermeni tasarısı ve AB ilişkilerinden dolayı epeydir limonî olan ilişkilere tezat biçimde Fransa'yla yakınlaşmış olmasının doğrusu hiç de hayra yorulur bir yanı yok.
Bir yanda yeknesak olmayan ve her türlü dış müdahaleye açık muhalefet diğer tarafta sivil ve askeri diktatörlüğe dönüşen ve iktidarı hiç de bırakmak niyetinde olmayan Baas'ın vahşet sergileyen tutumu dış müdahale olmadan Suriye'de bir değişimin olmayacağı söylemini pekiştiriyor.
Zaten Batılı müttefikler tam da bu noktada devreye girerek Libya'da görüldüğü üzere bir liberal müdahaleciliği meşrulaştırmaya çalışıyor.
Bu kez önemli fark şu ki, bu müdahalenin daha çok bir Fransız-Türk yapımı şeklinde dizayn edilmesi ya da bu ikisinin daha fazla öne çıkması istenmektedir. Özellikle Türkiye'nin dökülen kana seyirci kalmamak gibi son derece insani gerekçelerinin yanı sıra coğrafi, stratejik ve kültürel unsurları devreye sokarak sahaya atılmasının önü açılıyor.
Türkiye'nin muhtemel bir Suriye operasyonunun bölgesel dinamikleri nasıl tetikleyeceği ve sadece mezhebi çatışmanın değil Arap milliyetçiliğinin de yeniden devreye girerek birden dış-düşman ve öteki güç algısının canlanacağı bir yana, Türkiye'nin iç dinamiklerinde savaş ortamına uygun olarak asker-sivil dengesinin ne yönde değişebileceğini bir kenara not etmek gerek.
Tüm bunları ayrı ayrı analiz ederek hamasete kaçmadan Türk enelijansiyasının soğukkanlılıkla tartışması gerekiyor. Baasçılık ithamların havada uçuştuğu, dökülen kan karşısında haklı hissiyatın her şeye baskın geldiği bir ortamda birilerinin tehlikeye işaret etmesi gerek.
Sadece şu hususun altını çizmekle yetinelim: Fransız sömürgecilere karşı isyan eden Suriyelileri Fransızlar neden tekrar kurtarmak istiyor? Sorgulamaya devam edelim; NATO'nun, Batılı müttefiklerin müdahalesiyle diktatörlüklerin yıkılmasının ardından bu güçler hiçbir şey olmamış gibi evlerine mi dönecek? Irak örneği hala canlı! Amerikan müdahalesiyle "özgürleşen" Irak'ta ölenlerin sayısını hatırlayan var mı? Ya da özgürleşme sonunda ortaya çıkan etnik ve mezhebi parçalanmışlığın yarınlara neyi miras bıraktığını düşünüyor muyuz?
Irak'ta dökülen bunca kandan sonra, "demokrasi için ödenmesi gereken bedel" diyebilen kalemşorların Suriye'ye müdahalenin ne kadarlık bir bedele değer göreceklerini düşünmek bile istemiyorum.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT