Kol Kırılmış, Yen İçinde mi Kalsın?
Yazının başlığına konu olan ve günlük hayatta sık kullanılan “kol kırılır yen içinde kalır” atasözü; bazı mahrem can sıkıcı meselelerin, o mahremiyeti paylaşan kişi, aile ve gruplar vs. içinde kalması gerektiğini ifade eder.
Tevhidi İslamcı camia da genel itibarıyla bir dizi konuda, Mart 2011’de başlayan Suriye kıyamına kadar, Şia’nın ve İran’ın; kendilerini rahatsız eden inanç, tavır ve faaliyetleri ile ilgili olarak, bu atasözünde anlatılan mantık içinde hareket etmiştir. Böyle yapmakla, kırılan kolun bir gün, çarpık çurpuk da olsa yeniden kaynayacağı, hayatiyetini ve fonksiyonlarını eksik de olsa devam ettirebileceği; Ümmetin Şia ve Sünni blok olarak ikiye bölünmüş halinin ortadan kaldırılabileceği düşünülmüştür.
Lakin Tevhidi Müslümanların geneline hakim olan ve bu camianın çabaları neticesi dünya genelindeki Sünni bloka da yansıyan mezhepler üstü bu iyi niyet; genel olarak, Şia bloku ve İran tarafında, aynı iyi niyetli karşılığı bulmamıştır. Ümmetçilik yerine mezhepçilik peşinde olmaları ve bu hususta yaptıkları yanlışlara ses çıkarılmaması, bu faaliyetlerinin ortalığa serilmemesi ve eleştiri konusu yapılmaması neticesi iyice zıvanadan çıkmışlar ve bu iyi niyeti sonuna kadar ve en ileri seviyelerde istismar etmişlerdir.
Bir yandan mezhepçi olmadıklarını ve bütün Müslümanları kuşatan evrensel Ümmetçi bir anlayış ve siyasetleri olduğunu deklare ederken, özel ortamlarında ve çalışmalarında; İslam değil Şia, Ümmet değil İran’ın menfaatlerini önceleyen siyasetler yürütmüşlerdir. Bununla da kalmayarak, tüm Sünni dünyadan ve özellikle tevhidi İslami kesimden şii devşirmek için ciddi ve programlı faaliyetler sürdürmüşlerdir.
Bunu yaparken de, hem tevhidi İslami kesimin klasik Sünni anlayış hakkında yaptıkları eleştirilerle mezhep taassubunu kırdıkları tevhidi İslamcı adaylarını kafalamak suretiyle bu kesimden asalakça faydalanmışlar; hem de halk üzerinde zayıflayan Alevi–Şii karşıtlığının sağladığı olumlu ortamda daha rahat hareket edebilmişlerdir. Neden? Çünkü, eskiden ne klasik Sünni anlayışına sahip bir kişiye Şia’yı anlatabilmeleri, ne de geleneksel Sünniliğin hakim olduğu bir ortamda Şia propagandası yapabilmeleri mümkündü.
Bunları tamamen tevhidi kesimin gerçek İslam’ı anlatmak için yaptıkları çalışmaların gölgesinde ve açılan alanlarda yürütebilmişler ve kısmen başarılı da olabilmişlerdir. Temsille anlatacak olursak, bir çiftçinin buğday ekmek için sürüp çapaladığı bir tarlaya, tutup kendi arpa tohumlarını ekmişler ve yetiştirmişlerdir.
Bu konuda başarılı olabilmelerinin en büyük nedenlerinden birisi de, genelde tevhidi kesimin bu konudaki aymazlığı; ayanlarının da, yukarıda izah ettiğimiz maslahatları gözeterek, kol kırılır yen içinde kalır anlayışıyla; bu tür yanlışlıkların zamanla düzeleceğini düşünüp, gerekli müdahaleleri yapmamalarıdır.
Durumu gören ve iki arada bir derede kalmanın çaresizliğiyle kıvranan tevhidi Müslümanlar, bu durumu kamuoyuna yansıtmadan özel ortamlarında paylaşarak bu olumsuz durumdan, ümmetin vahdet imkanlarını yok etmeden ve mezhepçi asabiyetleri hortlatmadan nasıl çıkabileceklerinin istişarelerini yaparken; gelişen Suriye kıyamı, kırılan kolun artık dayanılmaz hale gelen durumunu, yani Şia ve İran’ın mezhepçi tutum ve faaliyetlerini; değil tevhidi Müslümanlar, sağır sultanın bile duymasına ve anlamasına sebep olmuştur.
Şii olanların bu durumu inkar etmeleri, mezheplerini din edinmelerinin ve mezheplerinin esaslarından olan ve “başarıya götüren her yol mübahtır” şeklinde tarif edilen pragmatizmin bir versiyonu olan takiyye inanç ve uygulamaları gereği gayet tabidir. Lakin, tevhidi kesim mensuplarının bir kısmının durumu kavramamakta direnmelerini anlamak mümkün değil.
Hülasa, kol kırılmış ve yen içinde kalmış, lakin tekrar kırıldığı yerden kaynamak bir yana, bir daha kaynamayacak derecede dejenere olmuş, cerahat ve irin oluşarak, bütün vücudu kangren edecek duruma gelmiştir.
Sünni kökenli olan ve kendilerini mezhepler üstü Kur’ani tevhidi Müslümanlar olarak görenlerin bu konuda acilen cevaplandırması gereken temel soru şudur kanaatimce. Geldiğimiz noktada tekrar kaynamayacak derecede apse yapmış bu kola müdahale etmeyerek kangren olup ölelim mi; yoksa yen’i yırtıp, tekrar kaynaşması imkansız bu kolu kesip atarak, tüm vücudu kangren olmaktan kurtaralım mı?
Artık çok net olarak ortaya çıkmıştır ki, kırılan kol oluşturduğu cerahatle eti çürüttüğü gibi, yeni de (elbisenin kolunu da) çürütmüş. Bu çürük yen, ilk ciddi darbede, yani Suriye kıyamı vesilesiyle yırtılarak, kırık kolun durumu dünya çapında ayan beyan ortaya çıktı. Bunu hala görmemek, Ümmetin vahdeti ve maslahat adına görmezden gelmek doğru olabilir mi?
Evet, samimi niyetle barışmak için el uzatanlara biz de aynı niyetlerle el uzatabiliriz ve uzatmalıyız da. Lakin elini gizli niyetlerle uzatan ve elimizi kaptığı anda kolumuzu ve hatta vücudumuzu kurtaramadığınız ikiyüzlü ve fanatik mezhebi bir anlayışa karşı hangi kardeşlik, hangi vahdetten bahsedebiliriz? Bize karşı gizli niyet ve ajandalara sahip olduğu halde, takiyye ile tam aksi ve sureti haktan görünen bir akıma ve mensuplarına nasıl güvenip de elimizi uzatabiliriz? Karşılıklı dürüstlük (sadıklık), iyi niyet ve samimiyet olmadan nasıl vahdet sağlanabilir?
Tevhidi kesim bu konuda bir karar vermek durumundadır artık. Yok olmamak, çizgisini bulandırmamak, zulme ortak ve payanda olmamak için; Şia’yla ve İran’la olan gayrı sahih ilişkilerini tamamen koparıp atmalı, bağımsız net tevhidi çizgisini sahih temelde inşaya yönelmelidir.
Aksi halde Şia’nın ve İran’ın beslendiği ve yaslandığı asalak taşıyıcı bitkisi ve payandası olmaya ve zamanla sömürüle sömürüle kuruyup kaybolmaya mahkumdur.
Hızla alınması gereken bu kararın geciktirildiği her an, tevhidi kesimden çok şeyler götürmektedir. Öncelikle, Şia ve İran’la yakınlık, tevhidi mesajda Şia ve İran aleyhine olan hususlarda suskunluğa ve bulanıklığa sebep olmaktadır. Üstelik Şia ile omuz omuza görünmenin neticesi, net olarak verilen tevhidi mesajların şahitliğine gölge düşmekte, dışarıdan gözlemleyen üçüncü şahıs ve camialar, tevhidi kesimin de Şia’da mevcut şirk unsurlarına açık ve bulaşık olduğu yanılgısına düşebilmektedirler.
Yani Şia ve İran’la olan bu yakınlık neticesi, hem tevhidi mesajını bulanıklaştırmakta, hem Şia ve İran tarafından bu kesimin imkanları sömürülmekte ve bir kısım mensupları devşirilmekte, hem de bu kesim Şia ve İran’ın mezhebi hesap ve faaliyetlerine kalkan ve koruyucu konumda kalarak devamlı olarak yıpranmaktadır.
Bu saydığımız mahzurların hiçbiri dikkate alınmasa bile, Şia’yla yan yana durulması nedeniyle, tevhidi mesajlarda netleşilememesi; oluşan netliklerin de, vahdeti –daha doğrusu arayı- bozma kaygısıyla tüm netliğiyle gündeme getirilememesi; yani tevhidi tebliğin açık ve gür sesle yapılamaması bile yeterlidir aslında Şia ile olan ilişkilerin gözden geçirilmesi için.
Yapılması gereken, Şia’yla saflarımızın ayrılığı ve uzlaşmazlığını, ayrı yerlerde duruşumuzu, Şia’nın Şia olarak kaldığı sürece Kur’ani tevhidi çizgiyle buluşmasının ve yan yana yürümesinin mümkün olmadığını net olarak ortaya koymaktır.
Verilmesi gereken karar Şia’ya ve İran’a düşman olmak ve savaş açmak olarak düşünülmemeli ve anlaşılmamalıdır asla. Şia ve İran’la dostluk-velayet ilişkimizin olamayacağı açıktır, lakin düşman da olmamaya, karşı karşıya gelmemeye çalışılmalıdır mümkün olduğunca. Sadece Şia’dan ve İran’dan beraatımızı ilan edelim, yeter! Şia ve İran’a düşmanlıkla saldırılmadığı gibi, onlardan gelen her tür maddi ve manevi saldırılara da, zaruret söz konusu olmadıkça cevap verilmemesi gerekir kanaatindeyim.
Yapmamız gereken şey sadece Şia ve İran’ı mezhebi anlayışları ve niyetleriyle baş başa bırakmak, yollarımızı ayırıp kendi işimize bakmaktır. Artık herkes kendi yoluna gitmelidir. Yani, geleneksel İslami cemaatlerin İslamcılık duyarlılıklarını ve doğrularını destekleyip, yanlışlarını hikmetli ve güzel metodlarla ortaya koyarak onları ıslaha gayret ediyorsak, aynı şeyi Şia ve İran için de düşünmeliyiz, daha fazlasını değil!
Geleneksel İslami cemaatlerin İslami duyarlılık ve doğruları bizim onlardan ayrışmamıza ve ayrı bir ekol ve hareket olarak kendimizi ortaya koymamıza engel olmadığı gibi, Şia ve İran’la ilgili olarak da aynı tutum ve konumda olmalıyız.
YAZIYA YORUM KAT