Köksüz dalsız bir sufî akım: Kalenderîlik
Dürdane Tekin'in çalışması Kalenderilik akımını inceliyor. İslam dışı uygulamalara sahip olan Kalenderiler yaşadıkları dönem doğal olarak ciddi tepki ile karşılaşıyorlar. Meseleyi anlamaya imkan sağlayan bu çalışmayı sizler için iktibas ediyoruz.
Köksüz dalsız bir sufî akım: Kalenderîlik
Horasan civarında 9. yüzyılda ortaya çıkan ve geniş bir coğrafyaya yayılan Melamîlik akımıyla birlikte sıkça sözü edilen Kalenderîlik, 10. yüzyılda kendi taraftarlarını bulan ve Melamîlik’ten birçok yönüyle ayrılan bir akıma dönüşmüştür.
Yine Melamîliğin hüküm sürdüğü coğrafyada fakat daha sınırlı bir sufî çevrede takipçi bulan Kalenderîlik, özünü aldığı Melamîlik’in kötü bir taklitçisi, sosyal bir muhalefet ve toplumsal bir başkaldırı hareketi niteliğindedir.
Özellikle 11 ve 12. yüzyıllar arasında İranlı sufî Cemaleddin Savi tarafından belli kurallara ve bir sisteme bağlanmış olan bu hareket neredeyse bir tarikat haline dönüşmüştür. Fakat bu akımın ne Cemaleddin Savi’den önce bir kaynağı ne de ondan sonra aktığı bir nehir olmadığından, sufîlik içerisinde marjinal bir akım olmaktan öteye gidememiştir.
Özellikle de tarikatlarda esas olan silsile şartı, yani soyu Hz. Muhammed’e dayandırma, bu hareket için söz konusu olmadığından, Kalenderîliğin bir tarikat olarak adlandırılması son derece tartışmalı bir meseledir.
15. yüzyılda Timuri’nin tasvirinde Kalenderî dervişin sakalsız, saçları ve bıyıkları tıraş edilmiş, kaşlarının ise olduğu gibi dokunulmadan kaldığı görülüyor.
Kalenderîlik her ne kadar çoğu zaman Melamîlik ile birlikte anılsa da bunlar aslında pratikte çok farklı iki harekettir.
Melamîler farz ve nafile ibadetlere, hadis ve sünnete sıkı sıkıya bağlı olup bunları halktan gizli uygularlar.
Sıradan insanlar gibi giyinir, yer ve içerler. Hayra düşkün olmakla birlikte yaptıkları hayır, amel ve ibadetleri herkesten gizlerler.
- Kalenderîler ise yalnızca farz olan ibadetleri yerine getirir, nafile ibadetleri önemsemezler. Yaptıkları hiçbir şeyi halktan gizlemeye çalışmazlar, insanların ne gördüklerini umursamazlar. Diğer insanlara benzemeyi reddeder ve yeme, içme, giyinme gibi mübah olan dünyevî lezzetlerden kaçınırlar.
Dünya ile bağını bu şekilde koparan Kalenderîler bu sayede Allah’a daha fazla yaklaştıklarına inanırlar.
Üzerlerinde dünyevî herhangi bir şeyin bulunmasını reddeden Kalenderîler sadece mahrem yerlerini örtmek için kıldan dokunmuş kumaşlar kullanırlar, bazıları ise bunu dahi kullanmayarak çıplak dolaşır.
Ayrıca kulak, bel, bilek ve boyunlarına halkalar takarlar. Toplum düzenine karşı gelen ve çoğu zaman halktan dilenerek geçinen Kalenderîler için esas olan kalp temizliğidir. Bunun verdiği sarhoşluk ve kendinden geçmişlikle şer’î sınırları sık sık aşarlar.
Tüm âdetleri yıkmaya çalışan bir dünya görüşüne sahip olan Kalenderîler, Osmanlı devlet yapısına ve devletin sünnî ideolojisine ters düşerler.
Bu sebeple de çoğu yönetim tarafından tehlike arz eden taşkın bir zümre olarak görülüp cezalandırılır ya da sürgün edilirler.
Kulak, bel, bilek ve boyunlarına halka takan Kalenderî dervişler.
Kalenderîlik 4 temel esasa dayanır: Fakr, tecerrüd, melâmet ve vahdet-i vücud.
Fakat bunlar sünnî inanışlar dahilinde de görülen hâller olduğundan, bu tarikat için ayırt edici bir özellik olmamaktadırlar.
Kalenderîler bunların dışında “kalender” kelimesini oluşturan harflerin de birer hâli temsil ettiğine inanırlar. Onlara göre “kaf” harfi “kanaat”, “lâm” harfi “lutf”, “nun” harfi “nedâmet”, “dal” harfi “diyânet” ve “ra” harfi ise “riyâzet”i temsil etmektedir.
Tasavvuf inancı dahilindeki hemen hemen her hareket ve tarikatta bu esaslar var olmakla birlikte Kalenderîlik, pratikte daha marjinal bir yere sapmaktadır. Özellikle fiziksel görünüşleriyle ayrı bir yerde duran ve bu sebeple toplumdan dışlanan Kalenderîler, tüm bunları halktan, devletten, toplumdan, düzenden ve dolayısıyla dünyevîlikten uzaklaşmak ve bu sayede Allah’a yaklaşmak adına yaparlar.
Kalenderî dervişlerin en dikkat çekici özelliği ve Kalenderîliğin de en temel esaslarından biri, “çâr-darb”, yani “dört vuruş”tur. “Çâr-darb”; saç, sakal, bıyık ve kaşların tıraş edilmesi manasına gelir.
Kalenderîlere göre, cennetten kovulduğunda Hz. Adem çıplaktı ve vücudunda kıl yoktu. Nitekim insanlar da dünyaya geldiklerinde vücutlarında kıl olmadan doğarlar.
Vücuttaki kıllar dünyaya gelince ortaya çıktığından onu dünyevî bir şey olarak gören Kalenderîler, dünyevî olan her şeyi reddeden inançlarının etkisiyle bunları tıraş ederler.
Toplum düzenine karşı çıkan ve bu yüzden devlet otoritesi tarafından hoş görülmeyen Kalenderîler, diğer tarikatlar gibi birtakım kollara ayrılıp varlığını sürdürememiş olmakla birlikte Bektaşîlik tarikatının kurulmasına zemin hazırlayıp onun içerisinde kaybolup gitmiştir.
(Bektaşi Tarikatının sembollerini gösteren tablo, Türkiye, 1826 öncesi. Bu resimde üç önemli Bektaşi sembolü birlikte görülür; parlak keçeden yapılan derviş takkesi, Ali ve aslan Allah’ın aslanı (Türkçede iç içe geçmiş iki kullanımı olan ifade) aynı zamanda Hz. Muhammed’in amcasının oğlu ve damadı olan Hz Ali’yi temsil eder. Bektaşi tekkesindeki bu tablo tipik bir Bektaşi görselidir. Ali isminin son harfi, çift uçlu kılıç şeklinde uzatılmış, aslan figürü de yerde uzanıyor. Aslan, Farsça da Haydar, Hz. Ali’nin gücünü ve dirayetini temsil eder. Hz. Ali dört halifenin sonuncusu ve Şiilerin ilk imamı kabul edilir. Görseldeki Arap alfabesiyle yazılan Türkçe ifade de ise; "Boynuna tâk eylemişsin zülfünün zincirini, söyle aslanım kerem kıl haydarîlerden misin" yazılıdır.)
Cemaleddin Savi ile birlikte gerçekleşen sistemleşme denemelerine rağmen tam anlamıyla bir tarikata dönüşemeyen Kalenderîlik, etkin olduğu yüzyıllar içerisinde devlet içinde devlete karşı toplumsal-sosyal bir muhalefet olarak varlığını sürdürmüş ve zamanla da etkisini yitirip Bektaşîlik tarikatına dahil olmuştur.
Kaynak: Dürdane Tekin / mecra
HABERE YORUM KAT