Kocaeli Özgür-Der’in “Müslüman Coğrafya” Seminerleri “Bosna” Oturumuyla Sona Erdi
Özgür-Der Kocaeli Temsilciliği’nin yıl boyunca iki haftada bir gerçekleştirdiği “Ümmetten Ulusa, Ulustan Ümmete Müslüman Coğrafya” ana başlıklı seminerler dizisi “Bosna” oturumuyla sona erdi.
7 yıl Bosna’da öğrencilik hayatı yaşayan Betül Saraç’ın konuşmacı olduğu “Bosna Modeli ve Diğer Balkan Müslümanları” seminerinde bölgeye dair hem teorik bilgiler hem de gözlem ve fiili tecrübeden oluşan pratik bilgi ve tahliller aktarıldı.
Betül Saraç’ın sunumundan öne çıkan başlıklar:
Bosna Hersek’in Avrupa’nın orta yerinde bundan henüz 20 sene önce büyük bir katliama maruz bırakılması ve tüm dünyanın buna seyirci kalması sadece 20 senelik bir mesele değil, bundan yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Bosna Hersek ve Balkan ırkları aynı etnik kökenden gelmelerine (slav ırkı) olmalarına karşın, din ve mezheplerine göre farklı milliyetler olarak anılmıştır. Toplumu dinsizleştirme hedefiyle sadece etnik köken vurgusu yaparak dini kimliklerinden vazgeçerek bir üst kimlik oluşturulmaya çalışıldıysa da başarılamamıştır.
Bosna Hersek ilk olarak 13. yy’da geleneksel Hristiyan inancına karşın Bogomilizm mezhebini seçmiştir. Her ne kadar kendilerini Hristiyan olarak tanımlasalar da, dönemin kilise otoritesi onları sapkın bir mezhep olarak kabul etmiş ve daha 700 yıl öncesinden inançlarından dolayı zulüm görmeye başlamışlardır. Bogomilizm mezhebi teslis inancını reddedip, İsa’nın Tanrı’nın oğlu değil sadece bir peygamber olduğunu kabul eden bir mezheptir. Bunun yanı sıra, papalık otoritesine, kilisenin kutsallığını ve lüks hayatı da reddediyordu. Daha çok mistik bir inanç hakimdi, alkol ve özel mülkiyete de izin vermiyordu. Bu inanç temelinde yaşayan Boşnak halkı dönemin haçlı ordusu tarafından katledilmiş, sürülmüş, türlü işkencelere maruz bırakılmıştı. Ve bunu Hristiyanlık adına, Tanrı adına yapan bir otoriteden dolayı Hristiyanlık dininden de iyice uzaklaşmışlardı. 15. Yy.a gelinene kadar bu inanç hakimken, 15. Yy.da Sarı Saltuk öncülüğünde Bektaşilerin Balkanlara gitmesiyle zaten tevhid inancına yakın olan Boşnak halkı ilk olarak Bektaşilikle tanışarak Müslüman olmaya başlamıştır. Daha sonra 15. Yy. da Osmanlı’nın fethiyle gelen Nakşibendi şeyhleri ve fetih sonrası yaygınlaşan tekkelerle birlikte İslam daha geniş alanlara yayılmaya ve toplum dönüşmeye başlamıştır. Fatih Sultan Mehmed fetihten sonra insanlara dinleri konusunda asla baskı yapılmayacağını fermanıyla duyurmuş ve bu konuda Boşnakların sevgisini kazanmış. Bu hoşgörü ve adil yönetim Boşnakların zaten Hristiyan zulmünden çok yorgun düştüklerinden dolayı arzuladığı bir durumdu, o yüzden Osmanlı’ya karşı savaşmayıp otoriteyi kabul edip özgür ve huzurlu bir şekilde yaşamaya devam ettiler. Bunların yanı sıra, bu teslimiyet bölgede yaşayan Sırpları çok kızdırmıştı. Sırplara göre Boşnaklar hainlerdi ve zaten onların olan topraklara Boşnaklar önceden el koymuştu. Sırpların Ortodoks, Hırvatların da Katolik olması Bosna’da çoğul bir toplum oluşturmuş, yıllarca barış içinde yaşanmaya çalışılsa da 90’larda iç savaş patlak vermiştir.
İkinci dünya savaşından sonra Yugoslavya’nın kuruluşu ve lider olarak Josip Broz (Tito) un olması uzun bir dönem ülkenin komünist yönetim altında yönetilmesine sebep olmuştur. 1945’te Bosna Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya, Karadağ ve Kosova Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti adı altında Tito tarafından yönetilmiştir. Tamamen sosyalist bir rejimle yönetilen ülkede Müslümanlar ağır baskı altındaydı ve toplum üzerinde dinsizleştirme politikaları uygulandı. Müslüman kadınların başörtüyle gezmesi, camiler, mescidler yasaklandı. Böyle bir ortamda Boşnaklar en temel İslami bilgilerden bile mahrum bırakıldı. Az da olsa bir kısım Müslüman çocuklarını Arap ülkelerine İslami ilimler öğrenebilmesi için gönderebildi. İşte bu zamanlarda Mısır’a giden birkaç öğrenci, Müslümanlığın sadece evde namaz kılıp, ramazan ayında oruç tutmak olmadığını, sosyal hayata etki ettiğini, devlet düzenini de konuşabilmeyi içerdiğini gördü. Orada Hasan El Benna’nın Müslüman Kardeşler hareketiyle tanışan bu güzel Müslümanlar Bosna’da da böyle bir hareket oluşturmaya karar verdi. 1938’de faaliyetlerine başlayan Müslüman Kardeşler, illegal olarak toplanıp eğitim faaliyetlerinde bulunuyordu. Mladi Müslimani (Müslüman Kardeşler) temelde İslam dünyasının sorunları, günümüz Müslümanlarının sefaleti, gayri İslami yönetim altındaki Müslümanların durumu gibi konular gündemlerini oluşturdu. Bu bağlamda siyasi devrimden önce toplumda kültürel bir devrim gerçekleştirmeyi hedeflediler. Bu cemiyetin önde gelen şahsiyetlerinden biri de şüphesiz ki Aliya İzzetbegoviç’tir. Onların yol arkadaşları olarak da Salih Behmen, Hasan Çengiç, Ömer Behmen ve Esad Karacoviç çok önemli diğer isimlerdir. Cemiyet komünist rejime karşı olduğu için materyalizm, hümanizm ve ahlak felsefesi hakkında okumalar yapıp kendilerini geliştirmeye çalışmış ve inkarcı olmayan her türlü bilimsel eserleri bu çalışma için faydalanmak için kullanmışlardır. Onlar dışında çağdaş ıslah önderlerinden Seyyid Emir Ali, Muhammed İkbal, Mevdudi, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Hasan El Benna, Seyyid Kutub gibi birçok alimin eserlerini okumuş, fikirlerinden faydalanmıştır. Bu süreçte hiçbir zaman tek bir alimin izinden gitmek gibi bir iddiaları olmamıştır, aynı zamanda Mısır’daki ihvan’la ayrışan birçok noktaları vardır. Mısır ve Bosna çok farklı iki coğrafya olduğu için, muhatap oldukları insanlar ve otorite farkından dolayı Bosna’da daha farklı bir yöntem kullanılmıştır. Gizli toplantılar düzenlenmiş, gizli kimlikler kullanılmıştır. Aliya Bosna için mücadeleyi “Müslümanların İslamlaşması” olarak tanımlar ki bu mücadele hala günümüzde devam etmektedir. 1980’lere gelindiğinde cemiyetin 4 önemli üyesi Tito tarafından idam ettirilmiş, ülkenin birçok bölgesine yayılan cemiyetin üyelerinden 1000’den fazla insan tutuklanmıştır.
Tito’nun ölümünden sonra Balkanlarda parçalanma hareketleri başlamış ve bu durum 1992’de Hırvatistan ve Sırbistan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle neticelenmiştir. Boşnakları yok sayan, onların kendi kimliklerini kabul etmeyen Sırplar Boşnakların bağımsızlığını reddetmiş ve 92 yılında savaş başlamıştır. 1995 Dayton anlaşmasına kadar devam eden savaşta 300 binden fazla ölü, 12 ila 60 yaş arası 44 bin tecavüz vakası ve 18 bin kayıp vardır. Şu an günümüzde en bilineni Srebrenitsa olmak üzere Bosna Hersek’in çeşitli bölgelerinde çok daha fazla toplu mezarlar tespit edilmiş ve maalesef tespit edilmeye de devam etmektedir. Bunca vahşetten sonra Srebrenitsa hala bir soykırım olarak kabul edilmemiş, 3 savaş suçlusu savaştan yıllar sonra yakalanabilmiş ve konforlu bir şekilde hapsedilmiş, binlerce tecavüzcüden sadece 5 tanesi yargılanmıştır.
Peki, savaştan sonra ne oldu? 95’te imzalanan Dayton anlaşması, ülkedeki üç etnik grubun huzur (!) içinde yaşamasını öngörüyordu. Bu anlaşmaya göre ülkede her milletten bir devlet başkanı olacak bunlar 10 ayda bir değişecektir. Bunun yanı sıra üçlü sistemin de üzerinde bir barış (!) konseyi var, bu konsey de BM ve ABD tarafından belirleniyor olmakla beraber çok geniş yetkilere sahip. Seçilmiş cumhurbaşkanını dahi görevden alabilir. Cumhurbaşkanının yanı sıra bakanlıklarda da üçlü sistem mevcut, eğer bir bakan Boşnak ise iki yardımcısı olmalı ve bu iki yardımcı da diğer iki milletten olmak zorunda. Yani ülke tam olarak bir çıkmazda, her alanda muhalifler var ve herhangi bir reform yapmak, yasa değişikliğine gitmek, karar almak çok zor ve ağır işliyor. Bu kaos durumu Bosna’yı tam anlamıyla bağımsızlığına kavuşturamamıştır. Bu yüzden Bosna’da ve genel olarak Balkanlarda henüz hesaplaşmanın tamamlanmadığı ve bir gün tekrar karışıklıklar çıkacağı birçok Boşnak tarafından bekleniyor.
Bunların yanı sıra Kosova bir başka sorunlu bölge. Sırbistan Kosova’nın bağımsızlığını kabul etmiyor ve sürekli karışıklık var. Makedonya’da Arnavutlar bağımsızlık istiyor. Bosna Hersek’de ABD yönetimindeki özerk Brcko bölgesi tartışmalı bir diğer bölge ve Sırbistan’da Sancak bölgesinde yaşayan Boşnaklar da bağımsızlık isteyenler arasında. Bölge genel anlamda ekonomik problemlerden ve yönetimdeki adaletsizlikten şikâyetçi.
Son zamanlarda gündeme gelen ve maalesef resmi kabul gören bir diğer konu da Bosna Hersek’te mahkemelerdeki görevlilere uygulanan başörtüsü yasağı. Bosna’da birçok STK protesto eylemleri yaparak tepkilerini ortaya koymaya çalıştıysa da şu an bu yasak uygulamaya geçti. Dolayısıyla Balkanların gidişatı vahametini koruyor.
Betül Saraç’ın tebliğinden sonra dinleyicilerin de interaktif katılımıyla bir forum gerçekleşti. Bosna’daki siyasal yapı ve İslami hareketin karşılaştığı zorlukların çeşitli açılardan tahlil edildiği forumda, Euro-İslam kavramı ve bunun Aliya’nın düşünce dünyası ve ideal Bosna tasarımında neye tekabül ettiği tartışıldı. Bosna’daki İslamlaşmanın boyutları, dinin reel hayattaki tezahür biçimleri tahlil edildi; Doğu Avrupa/Balkan ülkeleri içinde Bosna deneyiminin stratejik değeri konuşuldu. Bosna özelinde Balkan Müslümanlarının var olma ve var kalma mücadelesinin zorlukları, ümmete aidiyeti bildiren eylem ve etkinliklerin düzeyi değerlendirildi. Savaş sonrası bölgede kalmayı tercih eden mücahitlerin durumunun da konuşulduğu programda ayrıca İran’ın entrikaları ve Boşnakları Şiileştirme siyaseti de tartışılan konular arasındaydı.
HABERE YORUM KAT