Kızılcık Şerbeti'nde sorunlu muhafazakar kadın tiplemesi
Fatma Barbarosoğlu, Tanzimat'tan bu yana muhafazakarların resmedilme biçiminin çok değişmediği hala aynı sorunlarla yüzleşildiğini ifade ediyor.
Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak
Kızılcık Şerbetini “görüyoruz”...
I-
14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerini gündelik hayat ve popüler kültür üzerinden takip etmeye çalıştım. 2023 seçiminin, popüler kültür açısından öne çıkan temsillerinden biri de Kızılcık Şerbeti dizisi üzerinden kitleye verilmeye çalışılan muhafazakâr-seküler aile çatışması ve çakışması idi. RTÜK pek de inandırıcı olmayan bir bahane ile 10.03.2023’te yayınlanan bölümünden sonra “kadına şiddet” gerekçesiyle diziye beş hafta yayın cezası vermemiş olsa idi seçim analizleri dosyasına Kızılcık Şerbeti dizisini ilave etmezdim. RTÜK’ün cezası, seküler çevrelerde “Kızılcık Şerbeti’ni Övüyoruz” kampanyası ile seçim atmosferine dahil edilerek dizinin aşırı bir şekilde nazara verilmesine dönüştü. Geçerken söylemiş olayım bendeniz de RTÜK’ün ceza gerekçesini tutarsız buldum.
“Kızılcık Şerbetini Övüyoruz” kampanyasına gelince... Ortada övülecek bir durum yok. Dizi ne senaryo ne de çekim teknikleri bakımından öne çıkan farklı ve derinlikli bir bakış açısına sahip olmadığı gibi hikayesini Tanzimat romanlarını güncelleyen bir kolaycılık üzerinden aktarıyor. Tanzimat romanlarında da her türlü toplumsal çatışma entrika aşk, şiddet, aile içi ilişkiler üzerinden anlatılırdı. Dönemin kadın erkek karşılaşmasına imkân tanımayan kamusallığının şartları altında yazarların ev içi atmosfer içinde gerilim inşa etmeye çalışması, dönemi için anlaşılabilir bir durum. Günümüzün Türk dizi sektörü içinse maliyeti düşük tutmak için bulunmuş ucuz bir formül. Ucuz, çünkü Kızılcık Şerbeti’nin seküler-muhafazakâr karşılaşmasındaki “menekşe mendilim düşe, bizden size kim düşe” parodisi eşliğinde akan gönül ilişkileri, “daha neyi kanırtabilirim” soslu gündüz kuşağı rezaletlerini andırıyor.
II-
Bugün konuştuğumuz pek çok çatışmanın kaynağını Tanzimat modernleşmesinden başlatmak mümkün çünkü matbuat modernleşmesinden dijital modernleşmeye gündelik hayatın kırılma, savrulma ve çatışma alanlarını kadınlar üzerinden tartışma konusunda toplumsal bir “istikrar” gözetiyoruz. Bugün seküler-muhafazakâr ayrımı üzerinden ortaya konan öteki-beriki çatışması, Tanzimat döneminde alaturka-alafranga kavramları eşliğinde dile getiriliyordu. Her iki kavram da kimin tarafından söylendiğine göre olumlu ya da olumsuz bir içerik ile karşımıza çıkar.
Alafranga hayat tarzını benimsemiş biri için “çok alaturka” ifadesi görgüsüzlüğü, kabalığı ifade eden bir kelimedir. Hayatını, geçmişin gündeki devamlılığı üzerinden yaşadığını düşünenler için alafranga tabiri köksüz daldır. Şımarık, özenti, Batı hayranı.
Yukarıdaki ifadeleri örneklendirmek için elimizde iki kaynak var: Dönemin romanları ve hatıratları. Romanlarda daha ziyade alafranga öznelerin yanlış davranışlarını görürüz. Araba Sevdası’nın Bihruz Bey’i, Felatun Bey ile Rakım Efendi romanının Felatun Bey’i, Hüseyin Rahmi’nin Şıpsevdi’sinin kahramanı Meftun Bey, ilk akla gelen alafranga karakterlerdir.
Alafranga karakterlerin, alaturka karakterleri nasıl gördüğüne dair romancılar pek cömert davranmaz. Esasında anlatıcı/yazar alaturka kadınları kendisi de “pek göremez”. Erkek yazarların kaleminde, “alaturka kadınlar” oldukça sıkıcı ve naylon karakterlerdir. Nitekim Kızılcık Şerbeti’nin muhafazakâr annesi Pembe de Ahmet Mithat’ın kaleminden kurtulup gelmiş bir alaturka kadın olarak karşımıza çıkıyor.
Matbuat modernleşmesinde erkek yazarların kaleminden kadınları okumak klişe yargılar dışında bir bakış açısı sunmaz pek. Dönemin kadınlarını, dönemin kadınlarının kaleminden okumak gerekir. Kadınları, kadınların kaleminden okumak açısından hatıratların, özellikle de kadın hatıratlarının sunduğu sahneler çok önemli. Mesela Ressam Naciye Neyyal’in (1878-1960) Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Hatıraları adlı kitabında, Ahmet Cevdet Paşa’nın küçük kızı, romancı ve eğitimci Emine Semiye Hanım (1868-1944) hakkında sorduğu soru merakımızı doyuracak bir zenginlik sunar: “Efendim bu Reşit Bey’in haremi alafranga mı yoksa alaturka bir hanım mıdır diye sordum.”
Soruya aldığı cevap şöyle: “Nasıl olduğu pek belli değilse de, alaturkadır desem, daha yerinde olur.” (s.291)
Emine Semiye Hanım kendisini bütün gücü ile alafranga bir kimlik içinde kurmaya çalışırken, Naciye Neyyal “arkasından konuştuğu söylenen” Emine Semiye Hanım’ı pek sevimli olmayan ifadeler eşliğinde zikretmekten geri durmaz. Mesela:
“Kendisini boşayan kocasına vaktiyle dört bin lira borç vermiş, bunun sadece bin lirası senet karşılığı imiş. Bu parayı kurtarmak için hayli uğraştıktan sonra, mahkeme yolu ile almaya muvaffak olmuş, bunun üzerine Reşid Paşa, Selanik’te, eski karısı aleyhinde bir broşür bastırıp, bütün ahbaplarına dağıttırmış ve ona bir takım iftiralar atarak şer’an oğlunu görmekten men etmek istemişti. Emine Semiye Hanımefendi bunları alır almaz derhal Selanik’e giderek, bir broşür de kendisi bastırmış ve bunu dağıttırarak, eski kocasının ne mal olduğunu dünyaya ilan etmişti.” (s.295)
Tanzimat modernleşmesi ile başlayan alaturka-alafranga gerilimi günümüzde, yani dijital modernleşme çağında, ekrandaki dizi filmler üzerinden yeniden üretilip tüketime sunuluyor. Baba ile başlayıp sonra devam ettirilemeyen muhafazakâr aile hikayesi, Kızılcık Şerbeti ve Ömer dizileri ile sürdürülmeye çalışılıyor.
Kızılcık Şerbeti dizisi, seküler kadınlar ile muhafazakâr kadınlar arasındaki gerilimi “bunlar da her yerde” diyen, mağazadaki başörtülü kadınları hazmedemeyen okul yöneticisi Kıvılcım Öğretmen sahnesi ile başladı. Dizinin 16. bölümüne kadar hikâye, “muhafazakâr erkekler iyi, onların eşleri ve kızları kötü” önermesi etrafında aktı.
Pembe Hanım itici ama onun eşi Abdullah Bey, iyi bir kapital biriktirmiş, nazik ve anlayışlı bir beyefendi.
Abdullah Bey’in kardeşi Ömer iyi, ikizinin ölümünden sonra kendisiyle evlenmek zorunda kaldığı karısı Leman, akli dengesi bozuk bir kadın.
Muhafazakâr kadın kahraman, seküler çevreden birine âşık olunca birdenbire iç dengesini buldu. Amerika’da eğitim görmüş hattat Nursema, asosyalliğin kitabını yazıp, iticiliğin zirvesine tırmanmış iken; organizasyon şirketinde çalışan, geceleri barda şarkı söyleyen Umut’un aşkı ile kendini ifade eden, zeki, adil birine dönüşüverdi.
Muhafazakâr ailenin bireyleri “öteki” ile karşılaşarak/karşılaştırılarak dengesine kavuşturulmakla kalmadı, aynı zamanda ne kadar “arızalı” oldukları da aşikâr kılındı. Muhafazakâr anneliğin Pembe Hanım ve Leman üzerinden “arızalı” temsiline karşılık, yol yordam bilir, hayat tecrübesine sahip seküler anneanne Sönmez Hanım ve kızı, boşanmış olmasına rağmen iki kızının eğitimini kendi ayaklarının üzerinde durarak sürdüren eğitimci Kıvılcım Öğretmen, anneliğin seküler temsili olarak ekrandaki seyirciden tam puan almak üzere sahneleniyor. Kıvılcım’ın “ideal anne” olduğu, Leman’ın oğlu Metehan tarafından bizzat Kıvılcım Hanım’a da ifade edildi 15. bölümde: “Doğa ve Çimen sizin gibi anneleri olduğu için çok şanslı.”
Seküler-muhafazakâr dünürler arasındaki geçiş noktasını Abdullah Bey’in saf ve temiz kalpli, hayat acemisi oğlu Mustafa sağlıyor. Babasına kırılıp aklı evvel, ama kötülüğe meyyal, görgüden noksan karısı Nilay -ki üç vakte kadar Nilay başını örtecek, şah iken şahbaz olacaktır- ile evden çıkıp sonra da kardeşinin kayınvalidesinin evine sığınan Mustafa, iki günlük misafirlik sonrası Sönmez Hanım’a elinde bir buket çiçek ile teşekkür etmeye gelecek kadar kibar. Kızları ve iki kız torunu tarafından sözünün dinlenmediğinden şikâyet eden Sönmez Hanım, Pembe Hanım’ın evlatlarının annelerinin sözünü dinlemesine gıpta edip yaşlı alınganlığı gösterirken, Mustafa kendisine ilaç gibi geliyor. Nitekim torunlarına
“Bir Mustafa kadar olamadınız. Pembe Hanım’ı beğenmiyorsunuz ama pırlanta gibi evlat yetiştirmiş” diye serzenişte bulunuyor. İki bölüm sonra Pembe Hanım’ın ne kadar kötü bir anne olduğuna seyirci ziyadesiyle ikna edilecektir, ama bölüm içinde de kayınvalidenin “kötülüğü”, “akıllı, bilgili, görgülü” gelin Doğa tarafından dile getirilir:
“Pembe Hanım’ı örnek verdiğine inanmıyorum ya. Pembe Hanım çocuk yetiştireceğine önce kendini yetiştirsin.”
“Ayıp kızım.”
“Hiç ayıp filan değil anneanne.”
Kızılcık Şerbeti’nde muhafazakâr ailenin kadınlarının olabildiğince itici, sıkıcı, görgüsüz, zevksiz resmedilmesine karşılık orta yaşlı “muhafazakâr zengin erkek/baba” karakterler olarak abi-kardeş, Abdullah Bey ve Ömer’in, hayat tarzını dekolte giymek ve içki içmek üzerinden hiç tavizsiz savunan Alev ile Kıvılcım kardeşlerin aşkını “kazanmış” olmaları, sadece senarist, yönetmen ve yapımcının zihin dünyasının değil, Türk modernleşmesinin giyim üzerinden sergilenen bütün aşamalarını da temsil ediyor.
HABERE YORUM KAT