Kıyılar ve yayla ahalisi
Referandum sonuçlarının ardından, “hayır” cephesinde yer alan kişiler ve konumlar çevresinde gezindim bir süre, kendiliğinden. Yaşanılan mağlubiyetin muhasebesiyle ilgili bir cümle olsun duyabilirim, diyordum. Bir mağazada genç bir adam Kürtlerin nasıl da tıynet olarak hain ve kalleş olduğunu kanıtlamaya çalıştı bana uzun uzun, tarihî kıssalarla, menkıbelerle açıklayan bir telakkiyle... Görünüşte modern mi modern genç adam. İçkisi, kız arkadaşı, Bodrum tatilleri eksik değil. Ancak daha önceki konuşmalarımızdan da aklımda kalmış: Kadınları eğlenilecek kadın-evlenilecek kadın diye ikiye ayırıyor. Yıllarca gezdi tozdu “eğlenilecek kızlar”la. Şimdilerde Iris Murdoch’un Melekler Zamanı’ndaki züppe delikanlı gibi kafeslerin tellerin gerisinde bir kız hayal ediyor evlenmek için.
Sonra CHP’li bir muhtarın bürosunda eğleştim bir süre. Küçük bir zirve toplantısı gerçekleşmişti, doğaçlama. Ben hariç, herkes “hayır”cı. Maltepe’de sandık görevlisi olan bir hanım, sandığından çıkan yüksek orandaki “hayır”ların hesabını sormaya çalışıyor. “Kıyı-sahil oyları” diye bir şey var, diğer tarafta dağdaki çobanın oyunu da yabana atmamak gerekirdi, değil mi... Yok. Onlar kırsal kesimlerdeki az okuyan vatandaşların din iman lafları ve parayla kolayca kandırıldığına inanıyorlar. Ayrıca AKP işe karışmadan önce başörtülü türbanlı ayrımı mı vardı, şeklindeki soru az ileride karşıma çıkacak gibi görünüyor. “Sen farklısın” diyorlar kalkmaya davrandığımda ve bu beni rahatsız ediyor, her zamankinden daha fazla. Kendini iktidar alanından seslenme bağlamında hissedemeyenlere özgü bir duyguyla, yaşanılan mağlubiyet üzerine güzelce konuşabiliriz, diye umuyordum. Yenilgi insanı olgunlaştırmaz mı... Asıl, zaferin insanı ağırbaşlı kılması da gerekmez mi...
Mağlupların zaferini anlatıyor ya Erol Özbilgen... Haklı olduğuna inananın, hasbelkader gelen mağlubiyeti karşılama biçimine bile yayılan bir zarafeti olmalı. Bunun yerine yine bulanık suda balık avlamaya dönük cümleler yığılıyor önüme: “Kenan Evren’i yargılayacağız deyip oy topladılar. Oysa adam yaş haddi dolayısıyla cezadan muaf olacak. Maksat gösteriş olsun, oy olsun. Böyle kazandılar. Halk cahil ya...”
İnsan hakları alanındaki suçlarda bir yaş indirimi söz konusu olamaz; bunu hatırlattım.
Olsun. Dağdaki çoban bu ayrımların farkında mı sanki...
CHP’nin kıyılara seyreden hayat tarzı ve siyaset anlayışı, aklıma Deleuze ile Guattari’nin Bin Yayla’sını getiriyor. Aslında “dağ” diye horlanan, çoğu zaman yayladır, hatta yaylalaşan çorak arazilerdir. Türkiye bütün bölgelerinde ferah yaylaları bulunan bir ülke. CHP bu yaylaların ikliminin değerini anlamaya direniyor. O yaylalarda yaşayan insanların her birinin özel bir tarihi, bir ismi, ülküleri, imanı, bastırılmış değerleri, birikmiş enerjisi yok mu... Kuraklık ülkeyi kasıp kavursa da kıyılarda eğleşenler ferahfeza yaylaların ahalisini tanımaya, o ahaliyle bir söyleşiyi paylaşmaya yanaşmıyor.
Deleuze olsaydı, hiyerarşik (ağaçsal) bakışını değiştirmekte zorlanan pozitivist aydınlanmacılara bu yaylaların (veya mikropolitikaların) bereketini önemsemeyi hatırlatırdı. Aynı anda pek çok farklı düzlemde düşünebilmeyi sağlayan açık uçlu hareket, döngelelerle muhabbet kuşlarını, menekşelerle atmacaları aynı düzlemde buluşturur.
Oyunu bilinçli kullanmaktan aciz görülen halkın bir temsilcisi olarak görüldüğüm mekânda nihayet bir muhasebeye yanaşmaktan uzak duran “hayır” saflarının yeni toplumsal karşılıklarına dair endişelerimi dillendirmeden edemiyorum. İşte o zaman, zafer duygusunun da alıp başını gidecek bir sarhoşluğu olması ihtimali çıkarılıyor önüme. Ben ise bir hakikat üretmeye devam eden zaferin zirvelerde değil, “yolda” gerçekleştiğini düşünüyorum. Daima atılması gereken yeni/farklı adımlar bulunduğuna inanılıyorsa, gecede, soğukta, kalabalıkta veya yalnız yol alınırken, ötekilerin dünyasına açılan pencereleri görmeye devam edersiniz.
Referandumla Türkiye’nin önü hiçbir zaman olmadığı kadar açıldı. İyiliğin, özgürlük ve adalet yanlılarının sesidir yükselen. Seçim sandıkları her zaman orada olmayacak mı... Yaylalara (veya Bin Yayla’da ağaçsal yapılara karşıt olarak “açık bir sistem, bir düşünce sistemi” olarak tanımlanan rizomlara) özgü parçalılık, katmanlık, arada var olan kaçış çizgileri, heterojenlik... AKP de nihayet halkın teveccühünü ve iradesini gereğince takdir edebildiği ölçüde, yayla ahalisini oy deposu, yaylaların bereketli arazilerini de sezonluk piknik alanı gibi algılamadığı sürece “yolda” olmanın avantajlarını koruyacak.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT