Kitap İncelemesi: “Türkiye'nin Kuruluş Sürecinde Kürtler”
Ali Ekber Konuk, Sinan Hakan'ın "Türkiye Kurulurken Kürtler" kitabını Haksöz okuyucuları için değerlendirdi.
"Türkiye Kurulurken Kürtler"
Ali Ekber Konuk
Yaklaşık bir asırlık geçmişe sahip bir sorun Kürt sorunu. Son yıllarda, çözüm yönünde atılan önemli adımlar ile çözüm potasına girmiş vaziyette. Son zamanlarda ülke gündeminde yaşanan yoğunluğun da etkisiyle çözüm süreci, gündemin ilk sırasında yer almıyor. Ancak çözüme dair beklenti ve umutlar tazeliğini koruyor.
AK Parti hükümetinin yönetimde olduğu süre boyunca rejimin temel sorunlarına yönelik çözüm çabaları, takdiri hak ediyor. Haklıya hakkını teslim etmek nasıl gerekliyse haksızlığını haykırmak da elzemdir. Bu meyanda iktidarın, sorunlara yaklaşımında rejimin esas kimliği ve ideolojisine yönelmemesi ya da eleştiri getirmemesi, fazla çaba gerekmeden fark edilen bir çarpıklıktır. Temel problemleri, yönetime gelen tüm iktidarların kucağına bırakan resmi ideoloji sorgulanmadan, mahkûm edilmeden, mahkûmiyetin pratik sahada gerekleri yerine getirilmeden atılacak adımlar hep güdük kalacaktır, yetersiz addedilecektir.
Kürt sorunu, 20. yüzyılın başlarında iktidarı ele alan İttihat- Terakki Partisi’nin sonraki yönetim ve toplumlara bıraktığı kötü bir miras. Dolayısıyla sorunu anlamak için bu yıllara ve bu parti ideolojisine eğilmek, zorunlu hale geliyor.
İletişim Yayınları’ndan Eylül ayında çıkan “Türkiye Kurulurken Kürtler” kitabı, İttihatçı ideolojinin büyük ölçüde zayıflasa da hala Anadolu’nun en örgütlü gücü olduğu, 1916-1920 arasını inceliyor. Kürt sorunu konusunda, Osmanlı arşiv belgelerine dayanılarak oluşturulan eser, döneme dair pek çok soru işaretini giderecek nitelikte.
Osmanlı’nın yıkılış sürecini 3 döneme ayırıyor yazar Sinan Hakan. İlki, Ermeni Tehciri ve sonrasındaki olaylarla Şark cephesinde Rus işgal hattının netleştiği 1916 yılından, Anadolu’daki ilk meclisin açıldığı 1920’ye kadarki dönemdir. İkincisi, Anadolu’daki bu meclis yapılanmasından Yunan savaşı, Saltanat’ın lağvı gibi bir dizi hadiseyi içeren ve Cumhuriyet’in ilanı ile son bulan 1923’e kadarki devredir. Son dönemi ise Cumhuriyet’in ilanından, Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasa sürecini de içeren ve Ankara antlaşması ile güney sınırlarının netleştiği 1926’ya kadarki süreç oluşturuyor. (s.9)
Bu dönemler içerisinde modern Kürt sorununun da şekillenmeye başladığı 1916-1920 dönemi, kitabın ana konusunu teşkil ediyor. (s. 10)
Kürt-Ermeni İlişkileri
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra Kürdistan bölgesinin genel görüntüsüne bakmakta fayda var. Tüm Osmanlı coğrafyası için yıkım ve acı demek olan 1914 sonrası, Kürdistan için de aynı anlama gelmektedir. Bu dönemde Rus işgaliyle karşılaşan bölge halkı, toplu göç ve katliama maruz kalmıştır. Yüzyıllarca birlikte yaşamış, yer yer kapı komşusu durumunda olmuş Ermeni ve Kürt halklarının ilişkisi bu dönemde köklü ve kalıcı bir değişime uğramıştır. Rus ordusu ile birlikte hareket eden Ermeni milis kuvvetleri Kürt köylerinde katliamlara girişmiş; zaman zaman Kürt milis kuvvetlerinin de Ermeni yerleşimlerine baskınları sonucu katliamlar yaşanmıştır.
1915-1916 döneminde Kürt-Ermeni milislerinin bahsi geçen karşılıklı mücadeleleri ve ölüm, savaş ve acıların toplumsal hafızada bıraktığı izler iki millet arasındaki bağları büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Bu toplumsal hissiyat, savaş sonrası dönemde de her iki tarafın politik duruşunu etkilemiştir. (s. 19)
Ermeni tehcirinin de yaşandığı bu dönemde dikkate şayan bir gelişme olarak, Osmanlı’nın Dâhiliye Nazırı vasıtası ile bölge yönetiminden, yaşanan Müslümanların katledilmesini belgelemelerini istemesi sayılabilir. Osmanlı bu belgelerle Batı kamuoyunu etkilemeye çalışmış, Ermenilerin Rus işgaline öncülük ettikleri tezini işlemiştir. (s.23-24)
Mustafa Kemal’in Kürdistanlı Yılları
Kısa bir süre içinde sürecin en önemli aktörü haline gelecek olan Mustafa Kemal, 1916 baharında, merkezi Diyarbekir’de bulunan 16. Kolordu’ya komutanlık etmektedir. Görev süresi boyunca bölgenin eşrafı ve kanaat önderleriyle tanışma fırsatı bulmuştur. (s.25)
Mustafa Kemal’in, iktidarı ele aldıktan sonra yaptığı işlere bu bilgiye sahip olarak bakmakta fayda var. Daha sonra kimini idam ettireceği kimini süreceği liderleri bu dönemde yakından tanımış, güç ve otoriteleri hakkında bilgi sahibi olmuştur.
Mondros Sonrası
Cephelerde art arda yaşanan mağlubiyetler ile savaş Osmanlı için ağır bir yenilgiyle sonuçlanmıştır. Ekim 1918’de imzalanan ateşkes öncesi Osmanlı, Halep, Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbekir, Mamuratulaziz vilayetlerine ve başka bir takım bölge mutasarrıflıklarına acil notuyla bir telgraf göndermiş, bu telgrafta demografik yapıyla ilgili bilgi istemiştir.
Hükümet bu bilgilerin Barış Müzakereleri esnasında kullanılacağını belirtmiştir. Arşiv belgelerinden anlaşıldığı kadarıyla Hükümet’in elinde vilayet ve yerleşimlerin nüfuslarına dair sağlam bir kayıt bulunmamaktadır. (s.73)
Bahriye Nazırı Rauf Bey başkanlığında oluşturulan heyet, Limnos Adası’ndaki Mondros Limanı’nda müzakere sürecine başlamıştır. Kürtleri ve Ermenileri yakından ilgilendiren 24. madde gibi konular üzerinde yoğun tartışmalar yaşanmış, Osmanlı için son derece ağır bağlayıcılığa sahip bir antlaşma imzalanmıştır.
Mütareke metninde kullanılan tamlama ve ifadeler dikkat çekicidir. Söz konusu metnin İngilizce versiyonlarında Osmanlı Hükümeti yerine “Türk Hükümeti” ibaresi kullanıldığını; Osmanlı Bakanı yerine “Türk Bakan”, Osmanlı suları yerine “Türk suları” dendiğini görüyoruz. (s. 74)
Batı’lı diplomatların kullandığı bu ifadeler sıradan bir tercih ya da politik karşılığı olmayan bir dil değişikliği olmasa gerek. Sonraki yıllarda Lozan gibi, Mustafa Kemal’in yönetimi ele aldığı yıllardan itibaren geliştirilen ilişkiler gibi konular ile birlikte düşündüğümüzde bu tercih, son derece manidar görünmektedir.
Karşılıklı heyetler, mütareke metni üzerinde çokça tartışmıştır. Burada ilginç olan birkaç noktaya değinmekte fayda var. Mondros Mütarekesi’nin 16. maddesinde bazı bölgelerin Osmanlı birliklerinin İtilaf kuvvetlerine teslimi ele alınmıştır. İngilizce metinde Mezopotamya şeklinde ifade bulan bölge, Türkçe kaynaklarda “Irak” olarak geçmiştir. Bu küçük ayrıntı esasen önemli bir farka işaret etmektedir. Irak’tan kasıt Arap bölgesi iken Mezopotamya, hem güney hem de kuzey Irak’ı içine alan geniş bir bölgeyi işaret etmektedir. İngilizlerin mütarekeden yaklaşık bir hafta sonra Musul’u işgal etmesini bu minvalde değerlendirmek gerekmektedir. (s. 76)
Aynı şekilde 24. maddede, orijinal metinde “Altı Ermeni Vilayeti” ifadesi geçerken Osmanlı kaynaklarında “Vilayat-ı Sitte” kullanılmıştır. (s.77)
Erzurum Kongresi
Osmanlı coğrafyasının işgalinin ardından kısa sürede yerel örgütlenmeler oluşmuş, bölgesel direnişler gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte askeri faaliyetlerin yanı sıra siyasi ve örgütsel alanda da adımlar atılmış; bu işte daha çok İttihatçıların kalan örgütlülüğünden faydalanılmıştır.
1919’da gerçekleştirilen Erzurum Kongresi, daha çok sonuçları itibarı ile siyasi yaşamda etkili olmuştur. En önemli sonucu, Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı hareket ve gelişmelerdir. (s. 205)
Ancak bu göründüğü kadar kolay olmamıştır. Bu noktaya gelmeden önce 9. Ordu Müfettişliği görevinden azledilmesi ve istifası, hakkında pek çok dedikodunun yayılmasına sebep olmuştur. Kongre öncesi delegeler ve eşrafça şüpheyle karşılanmıştır. Nitekim Kazım Karabekir’in şahsi çabaları olmasa, değil reis seçilmek, kongreye katılabilmesi bile sallantıdadır. (s. 206)
Aynı şekilde sonraki süreçte 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’e sahip çıkmaya devam etmiş, İstanbul Hükümeti’nin tutuklama istemini de reddetmiştir. Bölgede rahat dolaşmasına imkân sağlamıştır. (s.212)
Şerif Paşa ve Kürtler
Anadolu’da bu minvalde gelişmeler yaşanırken Avrupa’da barış görüşmeleri başlamış, Kürtleri temsilen eski Osmanlı Stockholm Sefiri Şerif Paşa hazır bulunmuştur. Şerif Paşa’nın Ermeni Boğos Nubar Paşa ile ortak bir mutabakat metni hazırlayıp konferansa sunması, Kürt kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmıştır. Kürdistan’dan Paris Barış Konferansı’na telgraf yağmış, Kürt gazete ve dergilerinde Hilafet’e bağlılık bildiren yazı ve metinler bolca yer almıştır. (s. 308)
Bilahare Şerif Paşa, gelen yoğun tepkiler üzerine bu temsiliyet görevinden istifa etmiştir.
Mart 1920’de İstanbul’un İngilizlerce işgali, Kürtlerin Hilafet’e daha yoğun destek vermesine sebep olmuştur. Bu da, “Hilafet ve Saltanatı kurtarma” gayesi ile hareket eden Kuvayı Milliye hareketine katılma konusunda daha iştiyaklı olma şeklinde tezahür etmiştir. (s.353)
İstanbul’un işgalinin ardından Meclis-iMebusan fesholunmuş, ülke sathında seçimler yapılmıştır. Ankara’da vücuda getirilen yeni mecliste Kürtlerin etkili isimleri de yer almıştır. (s.356)
Sonuç
Türkiye’nin kuruluş süreci, yazıda değinilen önemli birçok gelişme sonucu gerçekleşmiş, süreç sonunda Batı’lı güçlerle, içeriği hala saklanan bir barış antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma sonrasında Mustafa Kemal, dâhili düşman olarak tanımladığı ve Kürtlerin de aralarında yer aldığı “zavallıların” üzerine yürümüştür. Kürtler, dindarlar, gayrı Müslimler ve daha pek çok kesim Cumhuriyet rejiminin “tedip ve terbiyesine” maruz kalmıştır. (s. 363)
Haksöz-Haber
HABERE YORUM KAT