Kitap Değerlendirmesi: Sosyolojiden İdeolojiye
Prof. Dr. Yümni Sezen'in kaleme aldığı Sosyolojiden İdeolojiye adlı kitabı Fırat Taşdemir değerlendirdi.
HAKSÖZ-HABER
Sosyolojiden İdeolojiye
Fırat Taşdemir
Sosyoloji Batıda ortaya çıkan bir disiplindir. Sosyolojinin ortaya çıkış koşullarını da Batı toplumlarının kendi iç dinamiklerinde aramak gerekir. Fransız Devrimi sonucu Batıda beliren sorunlarla toplum çıkmaza doğru evrilirken Batılı düşünürler toplumsal, siyasi, ekonomik, kültürel ve dini alanda yeni bir doktrin oluşturdu. Sosyoloji bu noktada büyük bir rol üstlenerek modern yaşam biçiminin toplumsal ayağını oluşturdu. Yeni oluşan modern, laik, seküler, bireyci, pozitivist ve ulusçu fikirlerin sacayağı konumunda olan sosyoloji, aynı zamanda Batı düşüncesinin ideolojik bir formuna dönüştü. Sosyolojinin batı dışı toplumlara girişi, aktarma ve taklit yoluyla oldu.
Türkiye'nin sosyolojiyle gayrı resmi tanışıklığı Prens Sabahattin ve Ziya Gökalp'ın çalışmalarına dayandırılsa da bu tanışıklık daha da geriye götürülebilir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı ile yaşanan kültürel temasların sonuçlarından biri, Batı biliminin üstünlüğünü kabul eden ve bilimi bir üst değer olarak gören aydınların ortaya çıkmasıdır. Auguste Comte'un, Batının sorunlarının çözümünü pozitivist felsefeye dayandırması Osmanlı aydınlarında da (Jön Türkler) benzer durumları meydana getirir. Batıda sosyolojiye yüklenen rol Türkiye'de fazlasıyla uygulama alanı bulmuştur. Ziya Gökalp sayesinde kurumsal kimliğini kazanan sosyoloji, yeni cumhuriyet ideolojisinin temelini oluşturmuştur. Gökalp, Durkheim'in mekanik (cemaatçi) toplumdan organik (bireyci) topluma geçişini ümmetten ulusa geçiş diye tanımlar. Ayrıca Tönnies'in kültür ve uygarlıkla ilgili görüşleri ve Yahudi asıllı Rus düşünür Alexander Helphand'ın milli ekonomiyle ilgili görüşlerinden etkilenen Gökalp, yeni laik, Batıcı, seküler, pozitivist ve rasyonalist ideolojinin temelini oluşturmada önemli bir işleve sahip olur. Gökalp milli, millet, milletlerarası, kültür ve uygarlık kavramlarına yeni anlamlar yükleyerek hem laik ve Batıcı kesim hem de İslami aidiyeti olan kesim arasında bir ara yol bulma derdindedir. Ulusçuluğun, milli olanla ve milletle aynı anlama geldiğini söyleyen Gökalp, kültürün milli, uygarlığın ise milletlerarası olduğunu, dolayısıyla Türk milletinin kültür, Batı düşüncesinin uygarlık üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini ifade eder. Bu noktada Kur'an'da, ümmet ve din anlamlarında (İbrahim'in milleti) kullanılan milletin anlam değişikliğine uğradığı ve seküler bir form haline getirildiği görülecektir.
Sosyolojinin modern dönemdeki işlevi ve toplumsal değişim ve dönüşüm üzerindeki etkisi büyüktür. Bu noktada Prof. Dr. Yümni Sezen'in 2012'de İz Yayınları'ndan çıkan "Sosyolojiden İdeolojiye" kitabı, bazı sosyolojik kavramların önemi ve işlevi hakkında kapsamlı bilgi vermektedir. 'Milli, millet, milletlerarası, evrensel, küresel' kavramlarını ele alan Sezen, küreselleşme dalgası karşısında milli kimliği koruma mücadelesi veren, kimlik sorunlarını masaya yatıran ve bu sorunu derinden hisseden bir görüntü verir.
Milli kimlik ve dini kimliğin birbirini dışlayan değil, içlem ve kaplam ilişkisi olan kimlikler olduğunu ifade eder. Irk ve millet kavramlarının tanımını yapan Sezen, bu kavramların aynı anlama gelmediğini, milli olanın kavmi, kavmi olanınsa milli olmadığı ve aynı zamanda ırki olanında milli ile aynı anlama gelmediğini belirtir. Milletlerarası kavramı, Ziya Gökalp tarafından Batı uygarlığıyla eş anlamda kullanılmıştır. Sezen bu noktadan hareketle millet ve milletlerarası kavramlarını Gökalp'ın tanımladığı gibi ele alır. Milletlerarasının en büyük kötülüğü, milli olanlara zarar verici boyutlara dayanarak teşkil ettiği küreselciliği pekiştirmesidir. Sezen, küreselleşmeyi bilimsel görünümlü ve günün şartlarına uyarlanmış liberal-kapitalist düzenin yeni yüzü olarak tanımlar. Küreselleşme, aşırı liberalleşme ve aşırı bencilleşmeyi beraberinde getirir. Artık milletlerarası değil milletler üstü bir işleve sahip olan küreselleşme dalgası tüm dünyayı siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda baskı altına almaktadır. Sezen evrensel kavramını ise bilimsel hakikat çerçevesinde ele alır. Evrensel olanın hakikat olduğu ve herkes için geçerli bilgi olduğu ancak; post- modern süreçte evrensel değerlerin yerine küresel değerlerin hâkim olduğu görülecektir.
Kur'an'da ümmet ve din anlamlarında kullanılan millet kavramının yazar tarafından biraz farklı algılandığı görülecektir. Sezen, milletin ümmetle tam olarak aynı anlama gelmediğini, ümmetin din ve kültür birliği olduğunu ve bu noktada milletin sınırlarına girdiğini belirtir. Ulus devletler, modern süreçle birlikte güç kazanınca, kendine uygun toplumu oluşturmuş, ayrıca milleti şekillendirmede önemli bir role de sahip olmuşlardır. Sezen, devlet olmadan millet olmanın mümkün olmadığını söyler. Toplumun belli bir kültüre sahip olmasının devlet sayesinde olduğunu, kültürle millet arasındaki uyumu devletin sağladığını belirten yazarın, millet olmanın ve bir kültüre sahip olmanın ancak devletle olacağını söylemesi, milletin uluslaşma süreciyle birlikte nasıl dar kalıplara sıkıştırıldığının bir göstergesidir.
Batı-dışı toplumların modernlikten modernciliğe, çağdaşlıktan çağdaşçılığa doğru evirildiğini söyleyen Sezen, modern ve çağdaş yaşamın önemli unsurları olarak; aklileşme, pragmatizm, izafilik, ferdiyetçilik, sekülerleşme, küreselcilik, hedonizm, tüketim çılgınlığı, konforculuk gibi tehlikelerin toplumu yozlaştıran ve değerleri yabancılaştıran yönünün kuvvetli olduğunu belirtir. Modernleşme gerçekte dinin reddini getirmedi, dini yeniden yorumlayıp parçalar haline getirdi. Dinin bu noktada ferdi planda kalması ve kolay ilahiyat seçmeciliğine bırakılması hedeflendi. Modern yaşamın dayattığı en büyük unsurlardan birisi olan dünyevileşme olgusu, din alanında da uygulanmak istendi. Sezen, bu hususta dinler arası diyalogun dünyevileşmeye atılan bir adım olduğunu ve küreselleşmenin dini alandaki yansıması olarak görülmesi gerektiğini söyler.
Küreselleşmeyle beraber medya önemli bir unsur haline gelmiş, küresel medya, en büyük silah konumuna erişmiştir. Medya, gücünü propaganda ve ajite olmuş kitlelerden alan tam oligarşik bir sistemdir. Askeri oligarşi gücünü nasıl silahtan alıyorsa, üniversite bilimden, zenginler paradan, yargı hukuktan, bürokrasi imza yetkisinden alıyorsa medya ise propaganda ve teşhir etmekten alan, oligarşiye dayanan bir küresel güç haline gelmiştir. Sanayileşme, pazar ve medya, küresel sistemde kapitalizmin sözcülüğünü yapmış, fert ve grupların hayatlarına yeni bir anlam ve şekil vermiştir. (s. 51-52)
Küreselleşme ve küreselcilik; milletlerarası iş, milletlerarası ticaret, milletlerarası projeler, milletlerarası siyaset ve milletlerarası kültürü beraberinde getirir. Yeni zihniyetler, yeni kimlikler ortaya çıkmaktadır. Moderncilik, konforculuk, tüketim hastalığı ve ferdiyetçilikle birlikte seyreden küreselcilik her şeyi meta haline getirmektedir. Bu noktada, aşırı bencileşme ve hedonizm büyük sorunlar olarak ortaya çıkar. (s. 61)
Modern süreçle birlikte uygarlaşma, Batılılaşma, Avrupalılaşma aynı kefeye konuldu. Batı-dışı toplumlar ya Batı medeniyetini kabul edecek ya da Batıya karşı belli mesafede duracaktı. Bu noktada Doğu-Batı çatışması üzerinden yeni tezler ortaya çıktı. En çok tartışılan konulardan biri İslam'ın, Doğu-Batı çatışmasında Doğunun temsilcisi olduğu görüşüdür. Sezen, İslam'ın ne Doğulu olduğunu ne de Batılı olduğunu, orta noktada duran bir konumda da olmadığını söyler.
Sezen, post-modern dönemin ortaya çıkardığı yaşam biçiminin insanı fıtrattan uzaklaştırdığını her alanda aşırılığa götürdüğünü belirtir. Batının, etkilediği toplumları içine çekerek kendi yaşam biçimini dayattığını söyleyen yazar, uyuşturucu kullanımının yaygınlaştığı, zinanın meşru hale geldiği, erkeğin erkekle, kadınının kadınla evlenmesinin meşrulaştırılmaya çalışıldığı ve sperm bankalarının olduğu bir dünyanın artık Kant'ın, Descartes'in, Bergson'un dünyası olmadığını; liberal felsefenin John Lock'u geride bıraktığını çok iyi bir şekilde ifade eder.
Kitabın son bölümlerinde, modern süreçte İslam dünyasında önemli bir role sahip olan İslamcılık olgusunu ele alan yazarın, İslamcılığa yaptığı eleştirilerin haksız ve bir o kadar da gerçeklerden uzak olduğu görülecektir. Özellikle Türkiye İslamcılığını AK Parti'ye indirgeyen ve İslamcılığı modern düşüncenin bir yorumu olarak gören Sezen, İslamcılığın siyasete sığınan bir olgu olduğunu söyler. İslamcılığın, Müslümanları seküler dünya ve kutsallık arasında bıraktığını, liberal-kapitalist zihniyet ile izdivaç kurduğunu belirten yazar, İslamcıların yolsuzlukları ve zinayı suç olmaktan çıkaranları savunur hale geldiğini söyler. İslamcılığın tarihi ve muhtevası hakkındaki görüşleri yer yer geleneksel ve yer yer modernist olmaktan öteye gitmeyen yazar, İslamcılığı tanımlarken geleneksel ve modernist argümanları birlikte kullanır.
Yazar son bölümde Batı dünyasının İslam coğrafyası üzerindeki politikalarına değinmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalist Batı bloğunun birinci düşmanı olan, sosyalist Sovyet rejiminin 1991'de yıkılmasıyla birlikte Batı dünyası için İslam ve İslam toplumları birincil düşman haline gelmiştir. Sezen, Batının demokrasi ideolojisini eleştirir. Sovyetler birliğinin Marksizmle yapmak istediğini ABD ve Avrupa'nın demokrasi ile yapmak istediğini ileri sürer. Batı dünyasının, Müslüman coğrafyada güçlü devlet ve yapıların oluşmasını istemediğini söyleyen yazar, Türkiye gibi gelecekte siyasi ve ekonomik anlamda güçlü olabilecek devletleri tehdit olarak gördüğünü belirtir. Batının, ılımlı, hıristiyanlıkla çatışmayan, misyonerliğe açık, Batının menfaatlerine uyan laik karakterli bir Türkiye isteğinin geçmişten beri var olduğunu da ekler.
Prof. Dr. Yümni Sezen'in, "Sosyolojiden İdeolojiye" kitabında; milli, millet, milletlerarası, evrensel ve küresel kavramlarını muhtelif şekillerde ele aldığını söylemek gerekir. Milli olanın ve milletin dinden bağımsız olmadığını söyleyen yazarın, milletin oluşumunu devletle ve belli kriterlerle sınırlamasının, ayrıca İslamcılık olgusunu geleneksel ve modernist argümanlara dayanarak haksız yere mahkûm etmesinin, olumsuz izlenim oluşturduğunu söylemek gerekir. Ancak küresel cahili sistemin insanı fıtrattan uzaklaştıran yönünü çok iyi analiz etmektedir. Yazar, Batı düşüncesinin ve küresel sistemin ortaya çıkardığı kavramların, Müslümanları ve Batı-dışı toplumları nasıl kendi kültürlerine yabancı bıraktığını ve yozlaşmış bir toplum oluşturduğunu çok iyi bir şekilde ortaya koyar.
(Bu değerlendirme Özgür Üniversiteli Dergisi'nin 23. sayısında yayınlanmıştır)
HABERE YORUM KAT