Kıssalar Edebi Eser, Allah Edebiyatçı mı?
Kur’an Kıssalarında Tarihsellik Unsurları -5 (Kıssalar/Olaylar bütünlüğü) (Kıssalar Edebî Eser Allah Edebiyatçı mı)
Giriş:
Bazı çağdaş/modernist Kur’an yorumcuları tarafından, Kur’an kıssalarında aranan tarihsel unsurlarla ilgili olarak hazırladığımız yazı dizisinin sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bu beşinci inceleme yazımızda, mezkûr yorumcuların, Kur’an’ın tarihsel/vakiliği üzerinde problemli bir olgu olarak gösterdikleri, “Kıssalar/Olaylar bütünlüğü” unsurunu ele alacağız. Halefullah ve Zeyveli’ye ait “Kıssalar/Olaylar bütünlüğü” unsuruna dair iddialarını detaylıca ele aldığımız için, Kur’an kıssalarının tarihselliğindeki bu son unsurla ilgili yazımızı iki bölümde arz edeceğiz. Birinci bölüm Halefullah ve Zeyveli’ye ait iddiaları; ikinci bölümde ise Kur’an perspektifinden, kıssalar/olaylar bütünlüğüne bakışı ele alacağız.
Kur’an’ın çağdaş/modernist yorumcularından biri olarak gördüğümüz Muhammed Ahmed Halefullah, “el-Fennu'l Kasasi fi'l-Kur'an” “Kur’an’da anlatım sanatı” adlı kitabında; Kur’an-ı Kerim’in, kıssalarındaki kişi ve olayları kıssa ederken yaptığı bütüncül olmayan, parçacı yaklaşımını, Kur’an’ın edebî özgürlüğü içersinde değerlendirerek, kıssaları tarihsellikten çıkarmaya çalışmıştır. “İncelemeler ispatlıyor ki, edebî özgürlükle ilgili birçok olgu Kur’an’da vardır. Şimdi burada şu noktalar üzerinde durabiliriz (…) Kur’an bazı olayları özellikle seçmiş diğerlerini anlatmamıştır. Bir şahıs veya bir toplumun başına gelenler ile ilgili olarak meydana gelen olayları tam ve eksiksiz olarak anlatma yolunu tutmamış, sadece hedeflerine ulaşmaya yardım eden, yani zihinleri öğüt almaya ve hidayete yönelten ifadeleri seçmekle yetinmiştir. Bu yüzden olmalı ki, Kur’an okuyucuyu bir gayeye ulaştırmayı hedefleyen birçok kıssayı tek bir yerde toplamıştır.”1
Aşağıda detayları ile inceleyeceğimiz bu tespitleri ile Halefullah, Kur’an’ı vazeden Cenabı Hakk’ı, Arap toplumundan derlediği! menkibevî anlatımları, çeşitli ilave ve eksiltmeler yoluyla yeniden kurgulayarak dini hedefler doğrultusunda gerek bütün olmayan fragmanlar halinde, gerekse birçok kıssa kahraman ve olaylarını bir arada bir bütün olarak aynı özellikleri ile edebî bir tür olarak kıssa eden Edebiyatçı olarak nitelemektedir.
Halefullah’ın “el-Fennu'l Kasasi fi'l-Kur'an” kitabındaki görüşlerinin Türkiye’deki dillendiricisi olan H. Zeyveli; kıssalardaki “Olaylar bütünlüğü” olgusu hakkında şöyle bir tespitte bulunmaktadır. “Kur’an kıssalarında bir olayın bütün olarak anlatımı da hedeflenmemiştir. Bazen kıssanın bir bölümü ile diğer bölümü arasında büyük zaman atlamaları görülür. Mesela Meryem suresinin başında 2-11. ayetlerde, Hz. Zekeriya’ya bir evlat verileceği müjdesi ile ilgili diyalogun hemen arkasından 12. ayette “Ey Yahya, Kitab’a kuvvetle sarıl! (dedik)” diye kıssa devam eder. Yani Yahya doğmuştur, büyümüştür, peygamber olmuştur. Bütün bu safhaların anlatımı atlanmıştır. Çünkü Kur’an’ın amacı bu detay safhaları anlatmak değildir.”2
Ancak Kur’an’ın, kıssalarındaki bu parçacı anlatımını olağan kabul ediyor gibi görünen Zeyveli; Kur’an kıssalarının tarihsel/vakiliği üzerine itirazlarında ise Halefullah benzeri bir itirazda bulunmaktadır. Halefullah’ın tarihsellik sıralamasında değişiklik yaparak, Kur’an kıssalarında aradığı tarihsel unsurlar arasında sonuncu –beşinci- olarak “Olaylar/Kıssalar bütünlüğü” unsurunu serdeden Zeyveli’ye göre sıralama şöyledir: “Gerçekten tarihî olayların özelliklerini gözeterek Kur’an kıssalarını incelediğimizde, onların, tarihî olayların vazgeçilmez karakteristik öğelerinden mahrum oldukları görülür. Bilindiği gibi tarihî olaylar sadedinde: 1-Zaman, 2-Mekân, 3-Şahıslar, 4-Kronoloji, 5-Olayların bütünlüğü önem arz etmektedir.”3 Dolayısıyla Zeyveli; “olayların bütünlüğü”ne sahip olmayan, Kur’an kıssalarının, tarihselliğinde şüphe olduğunu kategorik olarak izhar etmiş olmaktadır.
Halefullah ve Zeyveli’nin bilip de anlamazlıktan geldikleri bir husus:
Halefullah ve Zeyveli, Kur’an’ın kıssa anlatım üslubunun, Kur’an’a özel tarifini yaparken aynı zamanda onun (Kur’an’ın), muhatap toplum alt yapısındaki dilsel, edebî, kültürel formları nazarı dikkate aldığını kasıtlı/kasıtsız göz ardı etmektedir. Çünkü Kur’an Arap cahiliye toplumundaki kıssa anlatım üslubunu kullanarak muhatap toplumu dini açıdan etkilemeye çalışmaktadır.
Halefullah, Kur’an’ın ilk muhatabı olan cahiliye toplumu altyapısını tarif ederken şöyle diyor: “Peygamber (s)’in yaşadığı ve Kur’an’ın indiği dönemin çağdaşı olan insanlar, bu kapalı ifadelerin arkasındaki şeyleri, tarihsel bir kültür olarak biliyor olduklarından, Kur’an bu (tarihsel) özellikleri açıklamamış olabilir.”4 Bundan dolayı “Kur’an ilk olarak, veciz bir üslup kullanmaktadır. Bu Kur’an kıssaları ya bilinenlere işaret etme veya çevrenin bildiği ve hiçbir şekilde yabancısı olmadığı olaylara kısaca atıflar biçimindedir. (…) Kur’an’daki bu kıssa öğelerinin, bilinenler üzerinde hareket ediyor olması bizim görüşümüzü desteklemektedir. Tanınan ve meşhur olan şahsiyetler ile o çevrede yaygın olan olaylar Kur’an’da en fazla kullanılan kıssa öğeleridir ve bunun aksine bilinmeyen olaylar ile tanınmayan şahsiyetler fazla kullanılmamıştır. (…) Yukarıdaki olgulardan da açıkça anlaşılacağı üzere Kur’an’ın metodu; kıssayı Arap coğrafyasından veya Arap mantalitesinden aldığı unsurlar üzerine bina etmekten ibarettir. Bunun amacı, kıssaların muhataplar üzerinde derin etkiler bırakmasını sağlamak, bilinen ve tanınan, olağan olay ve kişilerden, bilinmeyen ve yabancı fikir ve düşüncelere varmaktır.”5
O halde gerek müşrik Mekke cahiliye toplumu, gerekse Tevrat ve İncil alt yapısının baskın olduğu Ehl-i Kitap Medine toplumunun, dini ve “…tarihsel bir kültür olarak biliyor….” oldukları ki, bunu Kur’an’ın; “Şüphesiz bu (anlatılanlar), önceki kitaplarda, vardır. İbrahim ve Musa'nın kitaplarında.“6 diyerek, beyan ettiği kıssalardaki kişi ve olayları, bütünüyle anlatmanın gereksizliğini bilen Cenabı Hakk, Kur’an kıssalarını, tevhid ve hidayet eksenli fragmanlar/parçalar halinde vazetmiştir. Halefullah, Kur’an’ın bu anlatım üslubunu şöyle belirtir: “Kur’an ilk olarak, veciz bir üslup kullanmaktadır. Bu Kur’an kıssaları ya bilinenlere işaret etme veya çevrenin bildiği ve hiçbir şekilde yabancısı olmadığı olaylara kısaca atıflar biçimindedir.” Bu anlatım üslubun sebebini de şöyle açıklamaktadır: “Kur’an’ın metodu; kıssayı Arap coğrafyasından veya Arap mantalitesinden aldığı unsurlar üzerine bina etmekten ibarettir. Bunun amacı, kıssaların muhataplar üzerinde derin etkiler bırakmasını sağlamak, bilinen ve tanınan, olağan olay ve kişilerden, bilinmeyen ve yabancı fikir ve düşüncelere varmaktır.”7
Kur’an’ın kıssalarındaki bu parçacı anlatım üslubu, aynı zamanda cahiliye Arap toplumu alt yapısındaki bir üslup olduğundan, ilk muhataplarca da olumsuz karşılanmadığını gözlemlemekteyiz. Bu konuda M. Watt şunları kaydeder: “Araplar için tarih, geçmiş devirde yaşamış insanlar hakkındaki ilgi çekici kısa hikâyelerin kronolojik biçimde sıralanmamış bir koleksiyonu olduğundan, Kur’an’ı Kerim’de benzer bir şeyler bulmamız şaşırtıcı değildir.”8 Dolayısıyla Hz. Peygambere, niçin bu kıssaları bölüm bölüm anlatıyorsun diye itirazlar olmamıştır. Neden? Çünkü Kur’an, bilinen kıssalardan, tevhid ve hidayet doğrultusundaki mesajına yeterli miktarda bölümler aktararak hedefine çabuk ve herkesin anlayacağı biçimde ulaşma yolunu seçmiştir. Ta ki Bin dört yüz yıl sonra; modernist ve seküler algılarla, Kur’an kıssalarını sorgulayan(!) Halefullah ve Zeyveli’ye kadar!..
Edebî kıssalara Edebîyatçı Allah:
Anlaşılacağı üzere, Kur’an kıssalarının tarihsel/vakiliğini, sistematik bir şekilde ele alarak, kategorize ettikleri tarihsel unsurların her birini bağımsız birer problem olarak gösteren/göstermeye çalışan Halefullah ve Zeyveli; ortada bir problem olduğuna ikna oldukları için de bunlara kendilerince çözümler sunmaktadırlar. Buldukları çözüm ise; kıssaları edebî9 -Eser üzerinde bir yazarın/senaristin (kıssada anlatılan olay veya şahıs, vaki/gerçek olsun-olmasın) istediği gibi değişiklik yapabildiği- bir tür, bu edebî kıssaları vazeden Cenabı Hakk’ı da, Edebiyatçı(!) Allah, ilan etmektir.
Kıssaları “edebî/sanatsal” bir eser, bunları vazeden Allah’ı da “Edebiyatçı” ilan eden Halefullah bakınız nasıl, kelami illüzyonlar yaparak, türlere ayırdığı kıssların her türünü de edebî olarak sunmaktadır: “Kıssa derken edebiyatçının, olayları canlandırmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan edebî eylemden bahsetmek istiyoruz. Bu olayları,
a) Aslında yaşanmış olmayan (kurgusal) bir kahraman gerçekleştirmiş olabilir.
b) Kahraman hakiki, fakat kahramanın etrafında örülen olaylar vaki olmayabilir.
c) Kahraman gerçek, kahramanın etrafında cereyan etmiş olaylar da gerçek olabilir; fakat olaylar, kıssada sanatsal-edebî bir üsluba göre tanzim edilmiş, bir bölümü öne alınmış, bir bölümü sonraya bırakılmış, bir kısmı belirtilmiş bir kısmı çıkarılmış, gerçek olaya, olmamış olaylar ilave edilmiş; tarihsel kişilikler, normal-alışılmış gerçekler olmaktan çıkarılıp, kurgusal şahıslar haline getirilebilecek derecede olaylar abartılmış olabilir. Edebiyat alanında “kıssa” lafzını ifade ederken bu durumu kasdediyoruz. Kur’an’da sanatsal anlatım konusunu araştırmaktaki amacımız budur.”10
Anlaşılacağı üzere Halefullah; Tarihi, Temsili, Mitolojik olarak kategorize ettiği kıssaların hepsini, dönüp dolaştırıp, Kur’an kıssalarının; Arap toplumu efsane/menkıbelerinden alınan hurafe malzeme hurdalığı! üzerine kurulan ve Cenabı Hakk’ın bu ham ve hurda malzemeyi ayrıca ekleyip-çıkarıp yeniden kurgulayarak, dini amaca göre modifiye ederek; belagatli, icazatlı, fesahatli yüksek edebî bir dille muhataplara arz ettiği, edebi-sanatsal eserler olarak görmekte/görmek/göstermek istemektedir. Hadi, Halefullah’tan bir örnek daha verelim: “Böylece görüyorsunuz ki, Kur’an, kıssalarda bulunan edebî öğelerden hedefe ulaştıran, amacı gerçekleştiren kadarını seçiyor; bunun dışındaki olaylar, kişiler ve ayrıntıları bir tarafa bırakıyor. Bundan ötürü bu kıssanın vuku bulmuş olayları öğretmek ve tarih bilgisi vermek gibi bir gayesinin olduğunu söyleyemeyiz; buna mukabil, korkutmak ve uyarmak gibi psikolojik bir gayeyle nazil olan, edebî bir kıssa olduğunu söyleyebiliriz.”11
Peki, bunca kelami cambazlıktan(!) sonra kıssalarla ilgili şu ayetleri nereye oturtturmak gerekmektedir. “Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. (Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur'an'ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz.”12 Bu ayet içerisindeki “….geçmiş milletlerin haberleri….” ifadesini; Cenabı Hakk’ın, Mekke ve Medine Arap toplumu arka planından aldığı yalan-yanlış! bilgileri, sırf öğüt vermek amacı ile aslı olan veya olmayan kişi ve olaylarla yeniden kurgulaması olarak nasıl anlayabilirsiniz? “(Resulüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.”13 Ayetinde, Cenabı Hakk tarafından, Zekeriyya(a.s) ve Hz. Meryem etrafında gerçekleştiği beyan edilen bu olayları, dini amaçla sonradan hikaye edilen veya var olmadığı halde olmuş gibi kullanılan yapay bir malzeme olarak nasıl algılayabilirsiniz? “Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık.”14 Ayetindeki “…“Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz…”daki “gerçek/bil-Hakk” ifadesine; olmadık şeylerin veya gerçek vakıalar ile kişilerin haberlerine, birtakım aslı olan veya olmayan başka ekleme ve çıkarmalarla, olayı yeniden modifiye ederek, edebî eser yazan bir yazarın, Edebiyatçı Allah’ın, anlatımı olarak bakabilirsiniz?
“Kıssalar bağlamında yer alan ayetlerde, peygamberler için 'gönderdik', helak edilen kavimlere verilen azap için '(azap) gönderdik', 'helak ettik', 'yerin dibine batırdık', 'intikam aldık' gibi ifadelerin çokça kullanılması da kıssaların yaşanmış olaylardan alınan canlı kesitler olduğunu, aksini düşünmenin doğru olmayacağını göstermektedir. Kıssalarda anlatılan olayların gerçek olmasını gerektiren bir neden de muhataplara ulaştırılmak istenen mesajdır. Muhatabın anlatılan olayları özümseyebilmesi, içselleştirebilmesi, iyi, ideal örnekleri hayatına yansıtmak için gayret sarf etmesi, kötü olanlardan da kaçınması için, bizatihi anlatılan olayların gerçek olması gerekmektedir. Zira eğitim açısından da düşünüldüğünde, bu çok önemli bir husustur. Gerçek dışı, hayali bir olay ile gerçeklikle birebir örtüşen, reel bir olayın muhatapta oluşturacağı etkinin büyük ölçüde farklılık arz edeceği açıktır. Kıssalarda anlatılan olayların muhatabın hayatına olumlu anlamda katkı sağlayabilmesi, yükselen, çöken ve yok olan toplumların akıbetlerinden olumlu veya olumsuz anlamda dersler çıkarabilmesi için anlatılan olayların olmuş, gerçek olaylar olması zorunludur. Aksi takdirde kıssalarla ulaştırılmak istenen mesajın muhatapta dönüştürücü bir etkisinin olacağından söz edilemeyecektir.”15
Kur’an kıssalarının parçalı anlatımına Halefullah ve Zeyveli’ce yorumlar ve çözümler:
Her iki yazar da “sorun addettikleri” ve göstermeye çalıştıkları “Olay/Kıssalar bütünlüğü” olgusunu vurguladıktan sonra yine kendilerince bunun sebeplerini izah etmeye çalışmaktadırlar. Kur’an kıssalarındaki tarihsellik probleminin çağdaş mimarı(!) Mısır’lı Halefullah; “…Kur’an kıssalarının birbirinden bağımsız olmaları uygun düşmektedir. Çünkü bir kıssa korkutma bir başkası uyarma, bazısı öğüt verme ve bazısı da Peygamberin kalbini teskin etme için inmiştir.”16 Diyerek, Kur’an kıssalarının her birinin ayrı bir kıssa olduğunu iddia ederek, kendince bir çözüm sunmaktadır.
Alternatif bir bakış açısı yaklaşımı ile makul addilebilecek gibi gözüken bu savunma aslında bir başka acayip iddiaya zemin oluşturmak için yapıldığını şu satırlarla anlayabilmekteyiz. “…Olayların kahramanlarına ait tabloları çizen tarihçiler ile edebiyatçıların izledikleri yolları kolaylıkla ve dikkatlice ayırmaktan aciz kalmışlardır. Bu araştırmacılar, mesela şunu fark edememişlerdir; Nasıl ki, gerçekten yaşanmış kişilikleri olduğu gibi ele almak tarihçinin görevi ise; edebiyatçının da, bunların bazı özelliklerini seçmek, bazı bölümlerini ön planda tutmak, bazılarını da göz ardı etmek konusunda yetkileri vardır. Böylece edebiyatçı, kıssa anlatımında hedeflediği amaçlara ulaşma imkânı bulabilmektedir. Edebiyatçının, eserindeki tabloları bazı renklerle zenginleştirme hakkı vardır. Öyle ki, bu renkler kahramanın, kıssada kendine biçilen rolü aynen yerine getirebilme imkânını vermektedir. Bu yüzden kimi araştırmacılar, farklı edebiyatçıların kalemiyle betimlenen veya farklı kıssalar içinde bir edebiyatçının betimlediği tek bir kahramana ait tabloların, birbirine benzemeyeceğini kabul edemediler. Bu nedenden ötürü onlar, Kur’an kıssalarındaki bu olguyu yorumlamaktan aciz kaldılar. (Mesela) Kur’an’da, Firavun’un bir yerde kul elbisesi(kimliği) içinde, bir başka yerde mabud haşmetinde resmedilmesini yorumlayamadılar.”17
Kur’an’ın sahibi, Cenabı Hakk’ın, Tarihçi mi yoksa Edebiyatçı mı olduğu üzerinde yorumlarda bulunan Halefullah; çeşitli kelamî illüzyonlarla! “sapla samanı karıştırarak”, Kur’an kıssalarının tarihselliği hakkında şüphe uyandırmaya çabalamaktadır. “Bundan dolayı, bu Kur’an kıssalarına edebî-tarihi kıssalar diyebiliriz. Burada Kur’an, tarih olaylarından, kıssa öğelerini alır; fakat bunları edebî bir tarzla sunar, duygusal bir biçimde işler, anlamlarını açıklar, hedeflere vurgu yapar ve bunlarla etki uyandırır. “18
Diyerek üçe ayırdığı (1-Tarihi 2- mitolojik 3- Temsili19) kıssalardan, tarihi olanını da çaktırmadan! Temsili ve mitolojik kıssa kategorisine sıkıştıran! Halefullah; “…Çünkü bir kıssa korkutma bir başkası uyarma, bazısı öğüt verme ve bazısı da Peygamberin kalbini teskin etme için inmiştir.” Diyerek en tarihsel! kıssalara bile çeşitli edebî/temsili/sanatsal kılıflar giydirirken, tek amacı vardır; Kur’an kıssaları, tarihsellik unsurları barındırmış olsa bile yine de edebî yani Cenabı Hakk tarafından eklenen, çıkarılan, uydurulan(haşa!), duruma uygun kurgulanan, sanatsal-edebî eserler olarak kabul ettirmek. Mühim olan kısalardaki olay ve kişilerin tarihselliği/vakiliği/gerçekliği değil, uydurulmuş! bile olsa dini öğüt ve ibret verebilmesi bu amaç için kullanılmasıdır.
Benzeri bir iddia, M. Öztürk’ün “Kıssaların Dili” kitabındaki Âdemoğulları kıssası hakkında da savunulmaktadır. “Bu çelişkiler Tekvin’deki (Tevrat) Habil-Kabil kıssasının farklı kaynaklardan derlenmiş olduğunu düşündürmektedir (…) Netice itibariyle, Tekvin’deki kıssanın ilk bölümü (Tekvin: 4/1-15), muhtemelen, ürünlerin bol ve bereketli olmasını amaçlayan ritüelistik bir öldürmeyi anlatan ve bu kötü fiilin aslında kutsal nitelikli olduğuna işaret eden bir ritüel mitosudur (…) Sonuç olarak, Habil-Kabil kıssası, çoban-Tanrı Dumuzi ile çiftçi-Tanrı Enkimdu’nun Tanrıça İnanna’nın sevgisini kazanabilmek için yarışa girdiklerini, armağanlar sunduklarını anlatan Sümer mitolojisine dayanmaktadır denebilir. Ancak bu kıssa tarihsel süreçte muhtelif kaynaklardan alınan motiflerle süslenmiş, böylece orijinalinden daha farklı bir içerik kazanmıştır.”20 Böylece Kur’an’ın, Tevrat’taki Habil-Kabil kıssasına atıf yaparak beyan ettiği; Âdemoğulları kıssasının, “Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat (…)İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları'na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur.”21 Tevrat metnine Sümer mitolojisinden sokulduğunu iddia eden M. Öztürk, aynı zamanda Kur’an’daki Âdemoğulları kıssasının, mitolojik/uydurma bir Ehl-i Kitap inancından, Cenabı Hakk tarafından, yalan-yanlış olduğuna bakılmaksızın alınarak, dini mesaj doğrultusunda Kur’an’da beyan edildiğini iddia etmektedir. Halefullah iddiasının, Türkiye’li versiyonu değil midir bu?..
Kur’an’da anlatılan Yusuf kıssasını Halefullah, Zeyveli ve Öztürk anlayışı ile algılarsak şu ayeti nasıl içselleştireceğiz? “İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin.”22 Olmayan veya olanların modifiye edildiği “haber”ler, neden“gayb” kavramı ile sunulmaktadır? Olayın aslı yok veya kurgulanmış ise bu anlatılan olayın veya kişinin haberinin “gayb” olup olmamasının muhatap açısından ne anlamı vardır? Olmayan bir şeyi –olay veya kişi- eğip bükerek! “modifiye” edip varmış veya olmuş gibi “gayb” vasfında bildiren Allah’ı ve onun sıfatlarını nasıl idrak edebilir veya yorumlayabiliriz?
Halefullah’ın, Edebî ve Edebiyatçı eksenli laf cambazlıklarına! karşılık, şu ayeti hatırlatmakta fayda mülahaza ediyoruz. “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.”23 Cenabı Hakk, bu ayette, Kur’an “…uydurulabilecek bir söz değildir…” derken; vahyi getiren peygamberi kastederek, onun bu getirdiklerini (üçte biri veya ikisi veya dörtte üçü kıssalardan oluşan vahyi) uyduramayacağını; ancak (Haşa!) kendisinin (Allah’ın), Halefullah ve Zeyveli’nin iddia ettiği gibi kıssaları uydurabileceğini mi ima veya beyan etmektedir?
Halefullah’ın, Kur’an kıssalarının tarihselliği konusunda mezkûr çabalarını en iyi izah/yorumlayan da onun Türkiyeli tabiisi! Zeyveli’dir. Bakınız Zeyveli, Halefullah’ın bir türlü eveleyip geveleyip aşikâre edemediği Edebiyatçı (!) Allah’ı ve Edebî kıssalarını -caiz görerek!- nasıl açıkça! tarif etmektedir. “Kur’an, bu kıssaları tarihî birer belge niteliğinde değil, Arap toplumundaki edebî ve menkıbevî özellikleriyle kullanmıştır. Kur’an bu kıssalar üzerinde –tabir caiz görülerek- bir senaristin, yazılı bir eseri sahneye aktarırken yaptığına benzer, bazı tasarruflar yapmıştır.”24
Şimdi bu cümlede ne var derseniz; deriz ki, “şıracının şahidi bozacı(!)” Bir çırpıda Cenabı Hakk’ı Edebiyatçı, kıssaları da edebî eser yapan Zeyveli, Üstadı! Halefullah’ın, bir argümanı olan “….Arap toplumundaki edebî ve menkıbevî…” görüşünü araya sıkıştırarak; Kur’an kıssalarının bazılarında anlatılan olayların zaten tarihi olmadığını/olmayabileceğini/olmasının da önemli olmadığını dolayısıyla Arap toplumunun kültürel-edebî şaheserleri(!) olan bu olay veya zatlar, Cenabı Hakk tarafından tekrar edebî bir dille –eklenip, çıkarılıp, kurgulanıp, uydurulup dini muhtevaya modifiye edilmiş/aktarılmış, yani “–tabir caiz görülerek- bir senaristin, yazılı bir eseri sahneye aktarırken yaptığına benzer, bazı tasarruflar yapmıştır.” iddiasındadır.
Tarihsellik kokan! şu ayetleri bir hatırlatalım!.. “Siz onların (lut kavminin) yanlarından geçip gidiyorsunuz: sabahleyin ve geceleyin. Hâla akıllanmayacak mısınız?”25 “Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı?”26 “Âd ve Semûd 'u da (helâk ettik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır.”27 Kur’an’ın bu ayetlerindeki tarihsellik vurguları doğru ancak, bunlara dair kıssa anlatımları, Edebî yani, kıssalardaki olay ve kahramanlar, Edebiyatçı/Senarist! (caiz görülerek(!)) Cenabı Hak tarafından, Arap toplumunun uyduruk-kaydırık! Efsane kültüründen alınıp, dini mesaj istikametinde istediği gibi kahraman ve olaylar ekleyip-çıkarılarak kurgulanan eserlerdir denebilir mi?
Kur’an kıssalarındaki tarihselliği bir çırpıda indirgeyen ve hafife alan Zeyveli’nin dikkatine, Tevrat ve Kur’an kıssaları bağlamının altını çizen şu ayetlerdeki tarihsellik vurgusunu arz ediyoruz. “(Sel beni israile…) İsrailoğullarına sor ki kendilerine nice apaçık mucizeler verdik. Kim mucizeler kendisine geldikten sonra Allah'ın nimetini (ayetlerini) değiştirirse bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir.”28 “(…fes'el beni israile.) Haydi, İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, "Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!”29 “Şüphesiz bu (anlatılanlar), önceki kitaplarda, vardır. İbrahim ve Musa'nın kitaplarında.“30
Eğer Kur’an’da anlatılan kıssalar ile Tevrat’ta anlatılanlar arasında hiç alaka olmamış olsa idi yani tarihsellik ön planda olmasa Halefullah ve Zeyveli’nin iddia ettikleri gibi kıssalara; bir takım faideli! (eklenip-çıkarılıp-uydurulup-kurgulanan hurda malzeme) sokulmuş olsa idi, Cenabı Hakk, resulüne dolayısıyla kıyamete kadar ki Kur’an muhataplarına, “İsrailoğullarına sor….” veya “Şüphesiz bu (anlatılanlar), önceki kitaplarda, vardır. İbrahim ve Musa'nın kitaplarında.“ var diye hitap eder miydi? Tarihsel olmayan yani gerçekleşmemiş anlatıların doğruluğu, bir başka kitap sahiplerince tasdik ettirilir miydi? Hadi! Bu minvalde bir daha şu ayeti hatırlatalım!... “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.”31
Hasılı Halefullah; “….Bu yüzden kimi araştırmacılar, farklı edebiyatçıların kalemiyle betimlenen veya farklı kıssalar içinde bir edebiyatçının betimlediği tek bir kahramana ait tabloların, birbirine benzemeyeceğini kabul edemediler. Bu nedenden ötürü onlar, Kur’an kıssalarındaki bu olguyu yorumlamaktan aciz kaldılar….” Diye sitayişte bulunduğu kadim geleneği; bir Edebiyatçı(!) olan Allah’ı ve onun “…bir eseri sahneye aktarırken yaptığına benzer, bazı tasarruflar yap…”tığı edebî(!) kıssalarını anlayamadıkları iddiasıyla eleştirmektedir.
Bakınız Halefullah, kadim Tefsir ve Siyer geleneğindeki, tarihselci olguyu nasıl izah ediyor: “Bu iki hususu yani edebiyatçıların yöntemi ile tarihçilerin yöntemi arasındaki farkı görememe, bahsi geçen araştırmacılarda şöyle bir kanaatin oluşmasına neden oldu: Kur’an kıssalarında anlatılan kahramanlar, ancak tarihsel(vakii)dir. Kur’an kıssalarında tarihsel kişiliklerden başka bir şeyde yoktur. Kıssa buna dayanır ve kıssanın diğer ögeleri bu odak etrafında döner.”32
Halefullah’ın, kadim Tefsir ve Siyer geleneği hakkındaki bu lakaydi! tespiti, aynı zamanda kendisinin de aksi yöndeki zihniyetini ifşa etmekte değil midir? Halefullah’ın mezkûr iddiasının tersiyle, Halefullah ve tâbiilerini şöyle tanımlayabiliriz: Kur’an kıssalarında edebî kişiliklerden başka bir şey yoktur. Kıssa buna dayanır ve kıssanın diğer öğeleri bu odak etrafında döner.
Devam edecek;
İkinci bölümde “Kur’an perspektifinden kıssa/olay bütünlüğü unsuruna bakış”
Dipnotlar:
1 Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.83, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
2 Hikmet Zeyveli, A.g.e, I. Tebliğ, s.99, Bilgi vakfı yayınları, Ankara-1996.
3 Hikmet Zeyveli, I. Kur’an sempozyumu, I. Tebliğ, s.98, Bilgi vakfı yayınları, Ankara-1996.
4 Halefullah, A.g.e, s.60, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
5 Halefullah, A.g.e, s.267-268, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
6 Kur’an/87A’la/18-19.
7 Halefullah, A.g.e, s.267-268, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
8 W. Montgomery Watt, İslam nedir, s. 101, Birleşik yayıncılık, İstanbul-1993.
9 Her ne kadar Zeyveli, Kur’an kıssalarını temsili, tarihi, edebi olarak üçe ayırmış olsa bile sonuçta Halefullah’la aynı noktada birleşmektedirler. Bakınız; Hikmet Zeyveli, II. Kur’an sempozyumu, I. Müzakereler, s.143, Bilgi vakfı yayınları, Ankara-1994.
10 Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.156, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
11 Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.158, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
12 Kur’an/12Yusuf/2-3.
13 Kur’an/3Ali İmran/44.
14 Kur’an/18Kehf/13.
15 Şehmus Demir, A.g.e, Beyan yayınları, İstanbul–2003, http://www.darulkitap.com/oku/kuran/v2/kuran/68/1.htm
16 Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.223, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
17 Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.221, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
18 Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.160, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
19 Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.156-157, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
20 Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, s.165-170, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
21 Kur’an/5Maide/27-32..
22 Kur’an/12Yusuf/112.
23 Kur’an/12Yusuf/111.
24 Hikmet Zeyveli, A.g.e, I. Tebliğ, s.103, Bilgi vakfı yayınları, Ankara-1996.
24 Kur'an/37Saffat /137.
26 Kur'an/9Tevbe/70; Kur'an/14İbrahim/9.
27 Kur'an/29Ankebut/38.
28 Kur'an/2Bakara /211.
29 Kur'an/17Isra /101.
30 Kur'an/87A’la/18-19.
31 Kur’an/12Yusuf/111.
32 Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.221, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
YAZIYA YORUM KAT
merhaba ey ehl-i kur'an nafiz irfan merhaba.!
Yanıtla (0) (0)merhaba ey ehl-i izan bariz iman merhaba.!
merhaba ey ehl-i rasih muntazaman merhaba.!
Merhaba ey ibn-i kasas cengiz duman merhaba .!
Cengiz Duman, büyük bir emekle ve titizlikle okuyup yazmaya devam ediyor. Yazıları, bazen de tartışmalara yol açsa da ufkumuzu açıyor, yararlı oluyor. Bu konuda neredeyse kitaplık çapta bir birikim oluşturdu Cengiz Bey. Kendisine saygılarımı, selamlarımı sunuyorum.
Yanıtla (0) (0)Aleyküm selam, değerli kardeşim! bilvesile sizi, çalışmanızla ilgili olarak bu forma dahil ettik. Çalışmanızın içeriği bendeniz tarafından asla değerlendirilmemiştir. Özgünlük açısından da Mustafa Öztürk'e ait bir çalışmanın varlığı beyan ederek Ashab-ı Kehf ve rakim hakkında benzer nitelikli çalışmalar olduğunu bildirdik. Ashab-ı Kehf kıssası hakkında Halefullah ve M. Öztürk'ün değerlendirmeleri sizin çalışmanızla uyuşmamaktadır. Halefullah, Ashab-ı Kehf kıssasını Mekke Araplarınca bilinmediğini beyan ederek bu kıssanın müşrikleri susturmak için Allah tarafından vazedilen gerçek olmayan (sus payı!) bir kıssa olduğu görüşündedirler.
Yanıtla (0) (0)Halefullah şöyle der: "Bu tür kıssalar, Hz. Muhammed(s)'in peygamberliğini ispatlamak ve onun gerçek peygamber olup olmadığını öğrenmek için Mekke'li müşriklerin yönelttiği bazı sorulara cevap vermek üzere nazil olmuştur. Buna Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn kıssalarını örnek verebiliriz." (Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.180-266-287, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002)
M. Öztürk ise şöyle der: "Bize öyle geliyor ki bu kıssa esas itibariyle böyle mesajlar vermek için serdedilmemiştir. Daha açıkçası bu kıssa, başta da belirtildiği üzere Hz. peygamberin gerçekten peygamber olup olmadığını sınamak ve/veya onu birtakım çetin sorular karşısında cevapsız bırakarak köşeye sıkıştırmak isteyen müşriklerin söz konusu maksatlarla sordukları sorular üzerine nazil olmuştur. Buna göre denilebilir ki kıssanın vahyedilişindeki temel maksat dini-ahlaki bir mesaj vermekten öte Hz. peygamber'i müşrikler karşısında zor duruma düşürmemek dolayısıyla nübüvvete halel gelmesini önlemektir." (Mustafa Öztürk, Kıssaların dili, s.332. Ankara okulu yayınları, Ankara-2010)
Her iki yazarda aynı görüştedir. Zeyveli'de, Halefullah ile aynı çizgide olduğunu şöyle beyan eder: "Ashab-ı Kehf,(..)Zülkarneyn ve iki denizin birleştiği yere kadar giden Musa kıssaları(..)hakkında müfessirlerce yukarıdaki müşkiller tespit edilip tartışmalar açılmıştır.
(Hikmet Zeyveli, II. Kur’an sempozyumu, I. Tebliğ, s.103, Bilgi vakfı yayınları, Ankara-1996.)
Yanıtla (0) (0)Zeyveli’nin Halefullah’ın tezlerine karşı sadece iki ana itirazı vardır. Birincisi “Esâtirül Evvelin” ”Eskilerin masalları” kavramı ikincisi ise “Mitolojik kıssa” kategorisidir. Nitekim bu itirazlarını Halefullah’ın Türkçeye çevrilen “Kur’an’da anlatım sanatı” kitabına yazdığı önsöz’de dile getirdiği gibi alıntılar yaptığımız Bilgi vakfı sempozyumlarında yaptığı müzakere ve tebliğlerde de dile getirmiştir. “Esatirül Evvelin” ithamının Kur’an’da reddedilmediğini iddia etmek bizce yanlış olur. Bize göre Kur’an, “Esâtirül Evvelin” ithamını kesinlikle reddetmiştir. Sonuç olarak Kur’an’da Ustûrî kıssa” (Mitolojik kıssa) diye isimlendirilebilecek bir kıssa türü yoktur.” (Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.7-12, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002) Bütün bunları neden anlattık
1-Çünkü Rıdvan kardeşimizin Ashab-ı Kehf ve Rakim üzerine yaptığı araştırma tarihsellik barındırmaktadır. Dolayısı ile R. Çeliköz’ün mezkûr çalışması, hem Halefullah hem M. Öztürk ve hem de Zeyveli’nin bu kıssalarla ilgili tezlerine muhalif bir çalışmadır.
2-Yine Rıdvan kardeşimizin, Tevrat mesnetli çalışması, hem yukarıdaki tarihselliği inkâr edenler ve hem de kendisinin bu çalışmasını bize karşı örnek gösteren B. Erdeğer kardeşimizin, Tevrat’ın kale alınmaması gereken bir vesika olması açısından terstir.
3- Bizim “Kıssalar Edebi Eser, Allah Edebiyatçı mı?” yazımız ise Rıdvan kardeşimizin çalışmasının metodolojisini destekler mahiyettedir.
4- Ezcümle mezkur yazımıza cevap verirken; R. Çeliköz’ün yaptığı çalışmayı; “Bilakis Hikmet Zeyveli de aksine Kur’ân kıssalarının tarihsel kökenlerine yönelik birçok çalışma yayınlamıştır. Ve Hatta Hikmet Beyle benzeri düzlemde düşünen Rıdvan Çeliköz’ün Ashab-ı Kehf ile ilgili özgün araştırması yine haksözhaber düşünce platformunda okuyucularıyla buluşmaktadır.” Diye bize nazire olarak sunan kardeşimizin bu hareketinin de anlamı yoktur.
Selam,
Yanıtla (0) (0)Çalışma düzenim ve şu sıralardaki meşguliyetim nedeniyle bazı kardeşlerimizin uyarısıyla,
Yazılardan haberim oldu.
Öncelikle Cengiz bey’in başlığına olumlu cevab vereceğim Allah(a.c) “en usta edib”tir. Kur’an’ı Kerim’in kıssaları da Tevrat’ta anlatılanlara “uslub olarak” benzememektedir.
Benim Sakarya özgür-der’de ki sunumum ashab-ı kehf veya Raqîm’in “yahuda makabe” ile başlayan “Tevhid mücadelesi ve direnişle” örtüştüğü üzerinedir. (Hem kehf suresinden hem de makabeler’den metin karşılaştırmalarına dayanmaktadır) Bu gün kutlamasına devam edilen “Hanuka”nın nedeni bu tevhid mücadelesidir. Bu mücadelenin anlatıldığı pasajlar “deuterokanonik” içinde yer aldığı için (makabeler) pek bilinmemektedir. Çalışmamı özgün kılan tarafı budur.
Sunum da da belirttiğim gibi tartışmaya açık ve tartışılması gereken bir çalışmadır.
Kendisini yakından tanıdığım için Hikmet bey ile ilgili değerlendirmeleri de isabetli bulmadığımı belirtmeliyim.
Selam ve dua ile,
Cengiz kardeşe Kıssalar mevzuunda yapmış olduğu bu çalışmalar için teşekkür eder,
Yanıtla (0) (0)Kıssalar konusuna dair bu makalelrinin derli toplu bir halde kitaplaştırılmasını umud ederim.Allaha emanet olunuz..
Selamün aleyküm, değerli kardeşim, sizin entellektüel kimliğinizi, çaba ve gayretlerinizi uzaktan olsa da gözlemlemekteyim. Ancak muhtemelen çok da aşina olmadığınız bir hususta muhtemelen -özür dileyerek- yazılarımızı yalap-şap okuyup, bizi eleştirmeye çalışmanız doğru değildir. Sizin bir çırpıda "... Konuyla ilgili tüm yazılarınızı okudum...." gibi alelacele tavrınız, konuya yaklaşımınız açısından yanlış olmuştur. Sizin "...tüm yazıları okudum dediğiniz...." olguyu, site üzerindeki yazı tarihlerine bakarsanız görürsünüz, aylarca uğraşıp getirdik. Şimdi bunları bir çırpıda -özür dileyerek- "bir nalına bir mıhına" tabirinde olduğu gibi, orasından burasından eleştirmek, sizin zaviyenizdeki birine yakışmadığı gibi benim tarafımdan da hüsnü kabul görmemiştir. Nitekim size "...Size köşeniz için bir konu verdik galiba.... Halefullah'ın yerine bence bizi eleştiren bir yazı yazın. Eleştirileriniz derli toplu olsun. eleştirmek için eleştirmek veya "Nalına mıhına vurmakla" olmuyor!.. " şeklinde uyarıda bulunduk. Halen bunu yapabilirsiniz. Biz eleştirilmeye karşı çıkmıyoruz. Bunun "eleştirmek için eleştirme" şeklinde; sizi de bizi de yoran şekline karşı çıkıyoruz. Formdaki ifadeler sizin de mutazarrır olduğunuz gibi kısa, öz ve hazırlıksız olduğundan hem sizin itirazlarınız ve hem de bizim algılama ve cevabılarımız açısından sorunlu olmaktadır. Dolayısıyla bu eleştiri formu, hoş olmayan bir mecraya kaymış olabilir. Sizin makul addettiğiniz ve savunduğunuz; yazımızdan kısa alıntılar, bizim için okuyucunun eksik bilgilenmesi amacını taşıdığından hem geniş ve hem de linkli olarak verdik. Çünkü okuyucu/ziyaretçiler bizim yüze ulaşan sayfaları karıştıramayacağından, anlaşılmamız ve meramımızı anlatmamız açısından "altı üstü makaslanan" diye belirtmek zorunda kaldığımız açıklamaları verdik. Muhtemelen siz bir kasıt olmadan alıntıları kısa vermiş olabilirsiniz ancak bu tutum bizim açıklamamızı geniş yapmamızı önlememelidir. Size asla kırılmış değilim. Allah'a emanet olunuz.
Yanıtla (0) (0)Bülent bey kardeşimiz şöyle bir beyanda bulunmaktadır: "Ve Hatta Hikmet Beyle benzeri düzlemde düşünen Rıdvan Çeliköz’ün Ashab-ı Kehf ile ilgili özgün araştırması yine haksözhaber düşünce platformunda okuyucularıyla buluşmaktadır."
Yanıtla (0) (0)Bu cümlenizdeki hedefi, bendeniz olarak algıladım. Muhtemelen bizi kıskandırmak veya zemmetmek amaçlı şu "özgün araştırma" deyimiyle lanse ettiğiniz ya da reklamını! yaptığınız konu ile ilgili olarak; okuyucu/ziyaretçi kardeşlerimize, aynı minvalde olan bir başka "özgün araştırma" hakkında bilgi verelim. (asla reklam amaçlı değildir!)
"Ashabı Kehf: Efes'in yedi uyurları mı yoksa Esseniler mi?"; Kıssaların dili, Mustafa Öztürk, Ankara okulu yayınları, birinci basım-2006, ikinci basım-2010, sayfa.311-332.
Bu araştırma ile ilgili olarak "Halefullah çizgisinin ulaştığı ifrat" başlıklı yazımızı okuyucularımıza sunacağımızı bildirerek buradan Halefullah çizgisinde bir paragrafı dikkatinize sunalım:
"Daha açıkçası, Kur'an'ın çoğu kez fragmanlar halinde aktardığı kimi kıssalardaki özgül tarihselliğin kimi zaman nübüvvet müessessini korumak kimi zaman dinî-ahlâkî bir mesaj sunmak gibi esaslı bir gaye uğruna TAĞYİR EDİLMİŞ OLMASI YADIRGANMAMALIDIR."
(Mustafa Öztürk,Kıssaların dili,s.332. Ankara okulu yayınları, Ankara-2010.)
(Bu açıklamamız, kendisi ile uzaktan tanıştığımız Rıdvan kardeşimizi ve mezkur çalışmasını asla küçümsemek amaçlı değildir.)
sayın cezgiz bey yazılarınızı takip eden biri olarak (bazı görüşlerinize katılmasamda) yazılarınıza yapılan eleştirilere karşı saldırgan yaklaşımınızı doğru bulmuyorum. en önemlisi eleştirdiğiniz yazarları ötekileştirme gibi bir çaba içinde görünüyorsunuz hatta bazen daha ileri gidiyorsunuz.(i.eliaçık ta olduğu gibi) eleştirdiğiniz yazarlar hain değilse ki değil peki neden kendinizden başkasınında allah rızası için birtakım gayretler segilemesine sevgi ile yaklaşmıyorsunuz elbette eleştirin ama yıkmadan. bu insanlar müşrik değil kafir değil kendi çaplarında islama hizmet ediyorlar. sen nasılki bişeyler yapıyorsan. oyüzden müslümanların birbirlerinin fikirlerine karşı merhametli olmalı ve ortak akıl oluşturma yoluna gitmelidirler. cengiz bey eleştirdiğiniz insanları marjinal olarak değerlendiriyorsunuz ama şöyle dön bir aynaya bak sen siz haksöz acaba türkiyede en marjinal yapılardan biri değilmisiniz. senin yazdıklarınıda açıkçası sen ben bizim oğlan dan başka okuyan dinleyen varmı zannediyorsun. allah rızası için sevgi ve merhametli olalım gerilmeyelim.
Yanıtla (0) (0)"Elbette hatadan masum olmayan bu araştırmacıların eksik ve hataları da vardır. Kimse hatadan beri olmadığından kendilerini Müslümanca eleştirmek/tavsiyeleşmek gerekir. Bu insanları Kur’ân’a hakaret eden insanlar olarak görmek ve göstermek öncelikle ilim insafına ve adaletli Müslüman merhametine sığmaz.....Zeyveli’nin hiçbir çalışmasından Kur’ân’a hakaret etmek gibi(!) böylesi tahrik edici bir sonuç çıkmaz. "diyen Bülent bey kardeşimiz, Halefullah'ın ve eserinin yayınlandığı sırada Mısır'da aldığı tepkiyi sümenaltı! etmekte veya bilmemektedir. arz ederiz!
Yanıtla (0) (0)"Her ne kadar, eserin konusunun ""doktora tezi" olarak takdim edildiği dönemde (1947) BÜYÜK GÜRÜLTÜLER KOPARMIŞ, EZHER ULEMASI BAŞTA OLMAK ÜZERE, BİRÇOK "CEPHE"LERCE KAFİR İLAN EDİLEN YAZAR HAKKINDA MÜRTED HÜKÜMLERİNİN UYGULANMASI İSTENMİŞSE DE, yıllar geçtikçe ortam durulmuş, aynı kitap Kahire'nin EDEBİYAT FAKÜLTELERİNDE ders kitabı olarak okutulmaya başlanmıştır."
-Hikmet Zeyveli'nin kitaba yazdığı önsöz'den- (Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.8, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002)
Yorum İçeriği alanı kısıtlı olduğundan parçalar halinde buraya eleştirilerimi mümkün olduğunca nezaketi koruyarak taşıdım. Eleştiri-3 başlıklı yorumdan sonra Cengiz Bey'in cevapları gelmiş ama o da ne? Cengiz bey bana cevap vermek yerine kendisini kardeşçe uyardığımız üslup konusunda daha da hırçınlaşmış.
Yanıtla (0) (0)"Size köşeniz için bir konu verdik galiba...." gibi bir cümle ile karşılaşmak tek kelimeyle sadece "üzdü" beni.
Ayrıca Duman, altını üstünü makaslayarak verdiğimi iddia ediyor. Sonra da zaten haksözdeki köşesinde asılı olan yazısından uzun alıntılar yapıyor. Maksat uzun gözükmesi ise ben de kes kopyala yapıştır uzun uzadıya metinleri buraya alıntılayabilirim ama bu okumayı zorlaştırıyor. Zaten burada yayınlanmakta olan makalaleri ben kessem kırpsam ne olacak kırpmasam ne olacak. Okuyucu zaten tüm bu yazılara tek tıkla ulaşabiliyor.
"boş ve seküler/rasyonal, görüşün işleridir" bu ifade size ilmî ve nezaketli geliyorsa aynı üslupla size birisi reddiye yazdığında sakın feverân etmeyiniz. Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi lütfen başkasına yapmayınız. Örneğin sizin Nesh konusunda, Gayb'da ölçü konusunda, Hz. Muhammed'in mucizeleri konusunda, Gayri metluvahiy konusunda, Hadis konusunda başkaları da size boş(!) seküler işler bunlar(!) gibi gayet "ilmî"(!) itirazlar sunsa ne dersiniz?
Cevap olarak astığınız ve bir hayli öfkeli cevabı mesajlarınızı şöyle bitirmişsiniz:
Size şöyle diyoruz bülent bey; "Reklam bize ters!..."
Sizin yazılarınızı dikkat ve ilgiyle takip eden, değer veren değer verdiği için de nezaketi koruyarak eleştirme ve hakkı tavsiye etme niyeti dışında hiç bir amaç taşımayan yazılarıma "reklam peşinde olmak" gibi bir karşılıkla cevap verdiğiniz için benim açımdan bu tartışma polemiğe sürüklenmektedir ve bundan sonra bitmiştir. Konuyla ilgili örnek vermek, referans makale ya da kitap göstermek şayet reklam yapmak(!) olarak algılanıyorsa sizin muhatabınızla bu noktadan sonra paylaşacağınız bir şey kalmamıştır.
Sayin Cengiz Duman bey efendi yazinizin basligi hicde hos olmayan yakisiksiz soru hitabiyla yaziniza baslamanizi dogru bulmuyorum bir müslüman olarak. Ve ben reklam pesinde falan degilim .
Yanıtla (0) (0)Kur’ân’ı okuyan herkes görür ki aynı olay bir yerde farklı bir şekilde başka bir yerde farklı bir biçimde teatral bir formda anlatılmaktadır.
Yanıtla (0) (0)Şayet bu anlatıları lafzen gerçek olarak algılarsanız bir çok metin arasında çelişki olduğunu ifade etmeniz gerekir. İnsanın zihninin ötesinde gerçekleşen kimi olaylar ya da durumlar öylesine teşbihle bize anlatılmaktadır ki kimi “olgular” “kişiselleştirilmekte” kimi diyaloglara dönüştürülmektedir. Adem kıssasında olduğu gibi yoğun bir sembolizm kullanılmakta, insanın bilinçlenmesi ve sorumluluk alması “olgusu” göksel bir sahnede oynatılarak zihinlere teşbih yoluyla anlatılmaktadır.
Kur’ân’ın ilk dilsel tefsirleri olan Meâni’ul Quran ve Mecâz’ul Kur’ânlara baktığımızda Dil sanatlarını bir çok anlatının gerçek anlamıyla değil mecazi anlamıyla ifade edildiğini bunun dil enstürmanları olduğunu görürürüz. Allah elbette edebiyatı en iyi kullanan, teşbihleri en iyi ortaya koyan ve varmak istediği yere en beliğ anlatımla varan bir terbiyecidir. Terbiyecinin anlattıklarının tümünün lafzen gerçek olması mı önemlidir yoksa mesajın amaçlarının gerçek/sahih amaçlar olması mı? Bu terbiye edenin (haşa) yalan söylediği anlamına gelmez. Anlatım tekniklerini kullandığı ve bunu yaparken literal lafızcılığa bağlı kalmadığı anlamına gelir. Aksi halde Allah’ın gökte bir tahtta oturan Kral olduğunu ve onu 8’şer bölüklü meleklerin tahtını “gerçekten“ taşıdığını düşünmeniz gerekir.
Sonuç olarak Gerek Seyyid Kutub, Halefullah Ali Şeriati, gerek Emin el-Hulî, Aişe Abdurrahman Zeyveli ya da benzeri bir çok müellifin amacı Kur’ân’ın bak dediği yere bakmaya çalışmaktır.
Elbette hatadan masum olmayan bu araştırmacıların eksik ve hataları da vardır. Kimse hatadan beri olmadığından kendilerini Müslümanca eleştirmek/tavsiyeleşmek gerekir. Bu insanları Kur’ân’a hakaret eden insanlar olarak görmek ve göstermek öncelikle ilim insafına ve adaletli Müslüman merhametine sığmaz.
Zeyveli’nin hiçbir çalışmasından Kur’ân’a hakaret etmek gibi(!) böylesi tahrik edici bir sonuç çıkmaz. Ayrıca Cengiz bey hem Kur’ân’da kronolojik sıra yoktur diyeceksiniz hem Kur’ân tarihsel gerçekliği değil nüzul ortamındaki algıyı esas almıştır diyeceksiniz sonra da Kur’an’ın edebi üslubuyla varmaya çalıştığı sonuçları es geçerek illa da anlatılan her şeyin tarihsel olarak vakii olması gerektiğinde ısrar edeceksiniz. Gerçekten tuhaf bir durum.
Yanıtla (0) (0)Sizin şiddetle karşı çıktığınız, “Cenabı Hakk’ın bu malzemeyi ayrıca ekleyip-çıkarıp yeniden kurgulayarak, dini amaca göre modifiye ederek; belagatli, icazatlı, fesahatli yüksek edebî bir dille muhataplara arz etmesi” durumu hiç te bu kadar feverân koparılacak bir durum değildir. Kelâm sahibi sizin de belirttiğiniz nüzul ortamını esas alır. Oradaki algı üzerinden esas anlatmak istediği şeye şekil verir. Ayrıca siz, Tevrattaki ham hurda malzemeyi Kur’ân’ın kullandığını belirtiyor sonra da başka malzemelere gelince yok kullanamaz diyorsunuz. Tevrata olan bu tam güveniniz ayrı bir sorun olmakla birlikte Kur’ân’da özellikle flu olarak anlatılan bazı anlatıların illa da vaki olduğuyla ilgili ısrarınız tutarlılık açısından sizi müteşabih tüm anlatıların gerçek olduğunu savunmaya götürmeli.
Örneğin Allah’ın eli, gözü, tahtı, meleklerin kanatları gibi anlatıları “vakii” olarak kabul ediyorsanız Kur’ân’ın asıl hedefi olan “Tevhid, Adalet, Ahlakî Kaygı”yı atlıyorsunuz demektir.
Bülent bey kardeşimiz eleştirisini şöyle bitirmektedir:
Yanıtla (0) (0)"...Ve Hatta Hikmet Beyle benzeri düzlemde düşünen Rıdvan Çeliköz’ün Ashab-ı Kehf ile ilgili özgün araştırması yine haksözhaber düşünce platformunda okuyucularıyla buluşmaktadır....."
Size şöyle diyoruz bülent bey; "Reklam bize ters!..." Haksöz/Haksözhaber okuyucu/ziyaretçisi her yazarın farkındadır. birini zemmetmek için diğerlerini reklam etmeniz "...Hikmet Beyle benzeri düzlemde düşünen Rıdvan Çeliköz(....)özgün araştırması.." şeklinde, gerekmez. Allah'a emanet olunuz.
"Kur’an kıssalarını inzal eden Allah’ın, vasıfları itibariyle düşürüldüğü! durumu ve Kur’an’a yapılan hakareti! bir fehmedin(!) Yanlışlarla dolu fakat yanlış olmayan kitap(!)"
Yanıtla (0) (0)Bülent bey kardeşimizin altını üstünü makaslayarak verdiği yukarıdaki cümlenin, bizce okuyucu açısından, bizim meramımızı anlayacak miktardaki orjinal metni şöyledir:
"Halefullah işi daha da ileri götürmüştür. “Kıssa, gerçek olmayan bir kahraman etrafında dönen olayları veya gerçek olan bir kahraman etrafında dönen gerçek olmayan olayları, kıssacının kurgulamasının bir sonucu olarak ortaya çıkan edebî bir eylemdir.” (Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.205, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002)
“…Ehli kitab’ın tarihsel bilgilerini anlatmıştır ki, bunların mutlaka tarihsel realite ve olaylar olması gerekmez. Bundan ötürü Kur’an’daki kıssalarda tarih ilmi açısından hatalar olduğu yönünde, ne peygamber (s) ve ne de Kur’an’a itiraz edilebilir… Çünkü o dönemdeki Arapların veya Yahudilerin bilgileri, her zaman kesin gerçeğe ve vakıaya uygun olmayabilir. Kur’an’ın herkes tarafından yaygın olarak bilineni söylemekle yetinmesi; edebiyat eleştirisinin ve Arap edebiyatının uygun gördüğü ve büyük yazarların da izinde yürüdüğü bir tarzdır. Bu yüzden Peygamber(s) ve Kur’an-ı Kerim’e herhangi bir itiraz yöneltilmesi doğru olmaz.” (Halefullah, A.g.e, s.94, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002) Yani, Arapların ve Ehli kitabın hatalarını konu alan Kur’an’da hata yoktur(!) Olsa bile bunlar hata değildir(!) Seviyor mu dövüyor mu muallakta tespitler!...
"Siz bu garip sözlerin ışığında, mahiyeti belirsiz! veya hatalı! anlatımlarla dolu Kur’an kıssalarını inzal eden Allah’ın, vasıfları itibariyle düşürüldüğü! durumu ve Kur’an’a yapılan hakareti! bir fehmedin(!) Yanlışlarla dolu fakat yanlış olmayan kitap(!)"
Devamı için bakınız:
Kur’an Kıssalarında Tarihsellik Unsurları -4 (Şahıslar)http://haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=19602
“Hicr suresinde çocuk müjdesi Hz. İbrahim’in hanımına verilirken, Zariyat suresinde bu müjde bizzat Hz. İbrahim’e verilmektedir.” (Hikmet Zeyveli, A.g.e, I. Tebliğ, s. 98, Bilgi vakfı yayınları, Ankara–1995; Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.84-85, Ankara okulu yayınları, Ankara–200)
Yanıtla (0) (0)Aynı kıssanın Tevrat versiyonu şöyledir:
"Konuklar, "Karın Sara nerede?" diye sordular. İbrahim, "Çadırda" diye yanıtladı. Rab, "Gelecek yıl bu zaman kesinlikle yanına döneceğim" dedi, "O zaman karın Sara'nın bir oğlu olacak." Sara Rab'bin arkasında, çadırın girişinde durmuş, dinliyordu. İbrahim'le Sara kocamışlardı, yaşları hayli ileriydi. Sara âdetten kesilmişti. İçin için gülerek, "Bu yaştan sonra bu zevki tadabilir miyim?" diye düşündü, "Üstelik efendim de yaşlı." Rab İbrahim'e sordu: "Sara niçin, 'Bu yaştan sonra gerçekten çocuk sahibi mi olacağım!' diyerek güldü? Rab için olanaksız bir şey var mı? Belirlenen vakitte, gelecek yıl bu zaman yanına döndüğümde Sara'nın bir oğlu olacak." Sara korktu, "Gülmedim" diyerek yalan söyledi. Rab, "Hayır, güldün" dedi.“ (Tevrat/18Tekvin/9-15)
iki kıssa karşılaştırıldığında kronoloji aynıdır. Tevrat'ta farklı olan ise Kur'an'daki, Melekler ile Sara arasındaki konuşma, Tevrat'ta, Tanrı Yehova ile Sara arasındaki muhavere olarak verilmektedir. Tevrat'taki bu olgu onun (Sara) üstünlüğünü daha arttırmak amacıyla Hahamlarca yazılışında tahrif edilmesinden kaynaklandığı kanaatindeyiz. Kur'an, bu muharref olgunun doğrusunu iki ayrı versiyonda kıssa ederek hem Sara hem İbrahim açısından düşünülmesini sağlayarak hem Tevrat'ı tashih ve hem de hidayet edici (öğüt/ibret verme) vasfını arttırmıştır. Halefullah ve Zeyveli bu kıssayı "kronoloji" ve "olay bütünlüğü" unsurları eksikliği iddiasıyla, Allah'ın yeniden kurgulayarak verdiği iddiasındadırlar. "...Bu durum roman ve hikaye de yazara, vermek istediği mesajı desteklemek üzere, istediği sırayla olayları sıralama izni veren, üslup özgürlüğünü tanımaktadır." (Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.84.)
"Cengiz Duman kardeşimiz ilginç bir biçimde ilk yazısını şöyle sonlandırıyor: “Bundan dolayı, Tevrat, İncil ve Kur’an; anlattıkları kıssaların içeriğinde, ‘zaman’ unsuruna yer vermemişlerdir” İyi de Zaten eleştirmek için kaleme aldığı detaylı makalesinin muhatabı olan Halefullah ve Zeyveli de aynı şeyi söylemektedirler. Bir eleştiri yazısının eleştirdikleriyle aynı sonuçla sonlanması bana doğrusu “tuhaf” geldi."
Yanıtla (0) (0)Olmayan ve asla olmayacak bir vakıayı yani Zaman olgusunu, Kur'an kıssalarında arayarak onun kıssalarına tarihsel eksiklik izafe edenler, kıssaların vakii/tarihsel/gerçek değil; Arap arka planındaki, hurafe veya efsane/mitoloji/menkıbelerdir iddiasına yönelmektedirler. Bakınız Halefullah ve Zeyveli ne diyor: “Kur’an, tarih biliminin temel unsurlarından zaman ve mekânı belirtmemiştir. Kur’an’da zaman belirten tek bir kıssa yoktur.” H. Zeyveli ise bu hususa şu şekilde vurgu yapmaktadır. “Kur’an’ı Kerim’in hiçbir kıssasında zaman verilmemiştir.”
Dolayısıyla, her iki yazarın da Kur’an kıssalarının anlaşılma ve yorumlanmasında problemler olduğunu iddia ederek mevcut sorunu, modern Tarih bilimi nezdinde sorguladıklarını gözlemlemekteyiz."
Biz böyle bir sorgu yapmadığımız gibi Kur,an, Tevrat ve İncil'de bulunmayan asla da bulunamayacak olan zaman olgusunun, bulanmıyışı dolayısıyla kıssaların vakiiliğine gölge düşürmeye çalışmamaktayız.
Adem kıssasını anlatan Allah hangi zaman kıstasını verecekti. Sonradan tarih adına oluşturulan zamansal/takvimsel dönemleri mi?
dolayısıyla Bülent beyin söylediği "...Bir eleştiri yazısının eleştirdikleriyle aynı sonuçla sonlanması bana doğrusu “tuhaf” geldi..." ifadesi yanlıştır. Biz aynı sonuca gelmedik onların aradıklarının boş ve seküler/rasyonal, görüşün işleridir dedik. Bu boş işler de kıssaların üzerinde şüpheler doğurmaktan ve Müslümanları meşgul etmekten öte bir işe yaramaz, yarasa yarasa oryantalistlerin, müsteşriklerin, misyonerlerin işine yarar demekteyiz.
Bülent beyin "İlginç olan Tarih bilimini bu kadar yeren yazarın, Kur’ân’da tarihsel unsurlar olduğunu savunması (!) ve bu unusrları da Tarihsel bir kaynak olarak kabul edilemeyecek başka bir edebi esere yani Tevrat’a dayandırmasıdır." diyerek;
Yanıtla (0) (0)altını üstünü makaslayarak verdiği yazımızın metninin okuyucu tarafından bizim meramımızın anlaşılacak hali yani orjinali şöyledir:
4- Zaman olgusunun tasnifi:
“Bu indî ve izafilik olgusunu örneklendirelim. Bir başka açıdan tarihsel zaman şu şekilde tasnif edilmiştir:
“1)- Taş devri,
a)- Eski taş(Kabataş) Devri
b)- Orta taş (Yontma taş) Devri
c)- Yeni taş (Cilalı Taş) Devri
2)- Kalkolitik(Taş-Bakır) devri,
3)- Tunç Devri” (Mübahat S.Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl, 1998, s.1-35 – özet)
Bilinmeyen, idrak edilmesi veya doğrulanması mümkün olmayan binler, milyonlar yıla tekabül eden süreç, insani bir algılama ile takribi olarak zamansal bölümlere tabi tutulmaktadır. Örneklendirdiğimiz bu tasnif de tamamen indî ve izafidir. Neden? Hemen izah edelim. Tevrat’ın Tekvin babında; yeryüzünde yaşamaya başlayan ilk insan Âdem ile eşi Havva soyundan gelen insanların, maden işlediği anlatılmaktadır. “Silla Tuval-Kayin'i doğurdu. Tuval-Kayin, tunç ve demirden çeşitli kesici aletler yapardı. Tuval-Kayin'in kız kardeşi Naama'ydı.” (Tevrat/Tekvin4/22)
Dini bir kaynak olan Tevrat’taki bu anlatımı kale almayan ve taşlara göre yapılan mezkûr tasnif; Tarih yazarına göre ve tamamen indî ve izafi olarak bölümlemiş ve Tevrat’ın bildirdiğinin aksi bir sınıflama ortaya atılmıştır. O halde, bu zamansal tasnif nasıl doğrulanacak veya neye göre bu tasniflere itibar edilecektir?
devamı için bakınız:http://haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=17890
Dikkat! işin ilginci bir vasika olarak tarihi belge sayılacak Tevrat metni, Bülent bey tarafından görülmemekte veya kabul edimemektedir. Çünkü Bülent beye göre tevrat tahrif edilmiş, ancak diğer indî tarihi iddialar çok gerçekmiş inancına sahip olduğu için....
3- Tarih’in tanımı:
Yanıtla (0) (0)Öncelikle Tarih’in bir bilim mi yoksa disiplin mi olduğunun tartışmalı olduğunu belirterek konuya başlayalım.
“Tarihi bir ilim olarak değil; fakat, bir disiplin olarak adlandırdık. (...) Tarih, ilmin tanımına uymamaktadır; O matematik gibi soyut ispatlamalardan ibaret değildir. Tabiat ilimlerinde olduğu gibi uygulama yoluyla doğruluğu tahkik edilemez.“ (Léon-E.Halkın, Tarih tenkidinin unsurları, s.5-6, T.T.K yayınları, Ankara-1989.)
Buna göre yapılan tarih tanımı şu şekildedir: “Tarih, insanların geçmişini inceleyen ve onların sosyal kapsamlı eylemlerinin bir tablosunu takdim eden bir disiplin olmalıdır.” (Léon-E.Halkın, Tarih tenkidinin unsurları, s.4, T.T.K yayınları, Ankara-1989.)
Tarihi bir bilim olarak kabul edenler açısından yapılan Tarih tanımı ise şöyledir: “Tarih, en basit ifadeyle ‘geçmişin bilimi’ olarak tarif edilir. Ancak tabii ki bu eksik bir tariftir. Tarih, insanların, toplumları etkileyen faaliyetlerinden doğan olayları; zaman ve yer göstererek anlatan, olaylar arasındaki nedensel ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkileşimlerini gösteren bir bilim dalıdır. Tarih, geçmişin olaylarını, kaynak malzemelerin eleştirel bir incelemesine dayanarak, kronolojik bir tutarlılık içinde irdeler, genellikle bunların nedenleri konusunda açıklamalarda bulunur. Tarihçi, olayları bizzat görme imkânına sahip değildir. Yani bir fizikçi veya bir kimyager gibi laboratuarda gözlemleme imkânından mahrumdur. Ancak, olayları gözlemleyenlerin bıraktıkları belgelere dayanarak takip etmek mümkündür. Geçmiş ise herkese farklı bir ışık altında görünür. Tarihçi, yazmış olduğu eserinde, kendi duygu ve düşüncelerine de yer vermiştir. Tarihin konusu, tabiatıyla, geçmiş zamandır.” (Mübahat S.Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl, 1998, s.1-35 – özet)
devamı için bakınız: Kur’an Kıssalarında Tarihsellik Unsurları-1
http://haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=17890
Selamün aleyküm, "Konuyla ilgili tüm yazılarınızı okudum. Müstakil bir erleştiri yazısı yazmayı düşünüyordum ama müzakereyi buradan devam ettirmek sanırım daha faydalı." diyorsunuz. Değerli kardeşim, yazılarımıza bu değeri verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Size köşeniz için bir konu verdik galiba.... Halefullah'ın yerine bence bizi eleştiren bir yazı yazın. Eleştirileriniz derli toplu olsun. eleştirmek için eleştirmek veya "Nalına mıhına vurmakla" olmuyor!.. Allah'a emanet olun.
Yanıtla (0) (0)Cengiz Duman kardeşimiz ilginç bir biçimde ilk yazısını şöyle sonlandırıyor: “Bundan dolayı, Tevrat, İncil ve Kur’an; anlattıkları kıssaların içeriğinde, ‘zaman’ unsuruna yer vermemişlerdir” İyi de Zaten eleştirmek için kaleme aldığı detaylı makalesinin muhatabı olan Halefullah ve Zeyveli de aynı şeyi söylemektedirler. Bir eleştiri yazısının eleştirdikleriyle aynı sonuçla sonlanması bana doğrusu “tuhaf” geldi.
Yanıtla (0) (0)Mesela deniyor ki:
Dolayısıyla Kur’an Tevrat ve İncil’deki kronolojiyi aynen kabul etmektedir. İşte bu yüzdendir ki Kur’an beyan ettiği kıssalarını, kronolojik unsura yer vermeden, ancak Tevrat ve İncil’de var olan kronolojiyi baz alarak, hitabettiği Arap toplumunun tarihsel, dilsel ve kültürel algısına uygun bölümler halinde anlatmaktadır.”
Cengiz bey, Kur'ân'ın Tevratın kronolojisini nerde aynen kabul ettiğini bize gösterirse memnun olacağım. Ayrıca Cengiz beyin bu ifadesi ile Hikmet Zeyveli'nin iddiası aynı şeydir. Tevrat tarihsel olarak güvenilir bir kaynak olmamasına rağmen Mütekellim, ilk muhatabı esas alarak Tevrata atıfta bulunmuştur. Bu gerçeklik bizzat sayın Duman'ın antitezine aykırı bir olgudur.
Yazar diyor ki;
"Kur’an kıssalarını inzal eden Allah’ın, vasıfları itibariyle düşürüldüğü! durumu ve Kur’an’a yapılan hakareti! bir fehmedin(!) Yanlışlarla dolu fakat yanlış olmayan kitap(!)"
Sizin Zeyveli de ve Halefullah’ta çelişki olarak verdiğiniz alıntılar aslında göstermektedir her iki müellif te aslında bir bütünlüğü gözetmişlerdir. İnsanları Kur’ân’a hakaret etmekle itham ediyorsanız bu ithamı hak edecek bariz delilleriniz olmalı. Halefullah’ın tüm kıssaların hayal mahsülü olduğuna yönelik bir ifadesine ben rastlamadım. Bilakis Hikmet Zeyveli de aksine Kur’ân kıssalarının tarihsel kökenlerine yönelik bir çok çalışma yayınlamıştır. Ve Hatta Hikmet Beyle benzeri düzlemde düşünen Rıdvan Çeliköz’ün Ashab-ı Kehf ile ilgili özgün araştırması yine haksözhaber düşünce platformunda okuyucularıyla buluşmaktadır.
as. Cengiz bey,
Yanıtla (0) (0)Konuyla ilgili tüm yazılarınızı okudum. Müstakil bir erleştiri yazısı yazmayı düşünüyordum ama müzakereyi buradan devam ettirmek sanırım daha faydalı.
İtirazınıdaki üslup bir hayli yadırgatıcı setlikte olsa da ben tezinizin içeriğine dair bir kaç kelam edeceğim:
Tarih bir bilim ise, Cengiz bey de “bilimsel” bir yöntemi esas almış oluyor Kur’ân’ı anlamaya çalışırken. Oysa Bilimsellik Sayın Duman‘ın Kur’ân’ı anlama usulüne terstir.
Şayet Tarih bir bilim değilse Cengiz bey zann üzerine olan bir disiplin ile Kur’ân’a yaklaşıyor demektir. İlmî olmayan bir şeyin Kur’ân’da sabit olduğunu iddia etmek te ayrı bir tutarsızlık doğruracaktır.
Örneğin, Cengiz bey şöyle demektedir: “Dini bir kaynak olan Tevrat’taki bu anlatımı kale almayan ve taşlara göre yapılan mezkûr tasnif; Tarih yazarına göre ve tamamen indî ve izafi olarak bölümlemiş ve Tevrat’ın bildirdiğinin aksi bir sınıflama ortaya atılmıştır. O halde, bu zamansal tasnif nasıl doğrulanacak veya neye göre bu tasniflere itibar edilecektir?”
Tarihçiler Tevratın hikayelerine değil somut bulgulara dayanırlar. Tevrat gibi zanni bir rivayet metnini esas alıp asli bulgulara somut delillere sırt dönmek ancak modern bir israiliyat olarak tanımlanabilir. Tevratın anlatımı akli gerçeklere terstir ve elde edilen kanıtlarla çelişmektedir. Asıl indî olan Tevratın o ifadelerini oraya yazan hahamlardır.
Tarihin devreler ayrılması tamamen geçmişe bakan insanların algılarını kolaylaştırmak için yapılan bir şeydir. Bu kolaylığı gerekçe göstererek Tarihin indî ve öznel olduğu sonucuna ulaşılmaz. Evet Tarih biliminin öznel yönleri mevcuttur ama bu onu külliyen bilim olmaktan çıkartmaz. İlginç olan Tarih bilimini bu kadar yeren yazarın, Kur’ân’da tarihsel unsurlar olduğunu savunması (!) ve bu unusrları da Tarihsel bir kaynak olarak kabul edilemeyecek başka bir edebi esere yani Tevrat’a dayandırmasıdır
Merhaba canlarım
Yanıtla (0) (0)C.Duman kardeşimizin yazdığı yazı tebrik edilmeye değer.Ciddi bir çalışmanın ürünü olduğu apaçık ortada.Bu çalışmanın en önemli özelliği iddiaların Kur'an ayetleriyle çürütülmüş olmasıdır.Verilen ayet örnekleri gayet açık ve seçiktir.Anlaşılmayan müphem bir durum yoktur.Burda Kur'an'ın edebi sanatları tartışılmıyor.Tartışılan şey, yaşanmış gerçek kıssaların, temsili ve mitolojik hurafe olarak kurgulanan bir metin olduğu iddiasına bir eleştiridir. Bu iddiaların doğru olmadığı ayetlerle ortaya konuyor. Kur'an'da ki kıssaların gerçekliğini tartışmak,Allah'ın en doğru sözlü olduğunu,en güvenilir olduğunu,en doğru bilgileri verdiğini tartışmaya açar ki bu da Kur'ana gölge düşürmekten başka bir amaca hizmet etmez.
“Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.” Yusuf -111
Allah'a emanet olun.
Selamün aleyküm, Bülent bey, yazımıza ilgi gösterdiğiniz için teşekkür ediyorum. muhtemelen acele ederek; "Kıssalar Edebi Eser, Allah Edebiyatçı mı?" başlıklı yazımızdaki soruyu ya anlamamışsınız yahut yanlış algılamışsınız. Bakınız şöyle diyoruz Halefullah'ın "edebî" ve "Edebiyatçı" tarifi hakkında; "Halefullah; Tarihi, Temsili, Mitolojik olarak kategorize ettiği kıssaların hepsini, dönüp dolaştırıp, Kur’an kıssalarının; Arap toplumu efsane veya menkıbelerinden alınan hurafe malzeme hurdalığı! üzerine kurulan ve Cenabı Hakk’ın bu ham ve hurda malzemeyi ayrıca ekleyip-çıkarıp yeniden kurgulayarak, dini amaca göre modifiye ederek; belagatli, icazatlı, fesahatli yüksek edebî bir dille muhataplara arz ettiği, edebi-sanatsal eserler olarak görmekte/görmek/göstermek istemektedir. " diyerek eleştirdiğimiz Halefullah ve tabiilerinin; Cenabı Hakk'ın Kur'an'da beyan ettiği kıssaları, tarihsellik/gerçeklikten çıkararak; Arap veya Ehli Kitab'ın altyapısı/arkaplanındaki mitolojik/menkibevî/efsanelerden derlenen ve dini amaca matuf olarak edebî formlar (edebî eser)ürettiği; dolayısıyla Cenabı Hakk, bu edebî eserleri! üretirken aslı olsun olmasın bazı ekleme çıkarmalar yaparak, eseri(kıssayı) dini ibret/mesaj formuna soktuğu şeklindeki Allah'ın yazar (edebiyatçı) iddiasını reddetmekteyiz. Siz bunu algılamadan; "Kur'ân'ın amaçlarına yönelik edebî bir dil kullanıyor olmasında ilkesel olarak ne gibi bir sakınca vardır?" diye itiraz yükseltmektesiniz. Tarihsel bir vakıayı belagat, icazat ve fesahatli bir edebî dille aktarmak başka, vaki olana veya olmamış bir vakıaya sağdan-soldan, gerçek olan veya olmayan vakıalar sokup modifiye ederek yani Halefullah'ın deyimi ile "edebî" veya eser ahline getiren bir yazar "edebiyatçı" olarak aktarmak başka anlam ifade eder.
Yanıtla (0) (0)Biz, Allah'ın gerçekleri "belagat, icazat ve fesahatli bir edebî dille aktar"dığını ancak gerçek olmayanları yani halefullah'ın iddia ettiği bir edebiyatçı gibi ekleyip çıkararak modifiye ettitiğini reddediyoruz. Selamlar.
Cengiz bey üslubunuza katılamayacağım. Kıssalar Edebi Eser, Allah Edebiyatçı mı? diye sorarsanız, İsa dönemi ayetleri/işaretleri için de Allah doktor mu? Musa dönemi ayetleri için de Allah sihirbaz mı? diye sormanız gerekir ki bu bence abesle iştigaldir ve ıslâhî bir dil, yapıcı bir eleştiri değildir.
Yanıtla (0) (0)Kur'ân'ın edebî özellikleri olduğunu, Vahyin Arap edebiyatının zirvesi sayılabilecek bir yapısı olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Kur'ân belagatı bugün hristiyan araplarca dahi bir kriter olarak kabul edilmektedir. Kur'ân'daki edebi tasvir sanatı gerek Câhız ve Kadi Abdulcebbar gibi Mutezili gerek Cürcânî gibi sünni alimlerce ciltlerce çalışmayla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Seyyid Kutub'u ve Huli'yi de muasır emekçilerden sayabiliriz. Bu insanlar Vahyi daha iyi anlamak ve mesajın amaçlarına yoğunlaşmak için kafa yoruyorlar kimi yerlerde yanlış çıkarımlarda da bulunsalar kullanılacak üslup böylesine saldırgan olmamalı.
Kur'ân'ın amaçlarına yönelik edebî bir dil kullanıyor olmasında ilkesel olarak ne gibi bir sakınca vardır? Başka biri de sizin için şunu sorabilir: Kur'ân tarih kitabı Allah ta tarihçi mi?
Kelâm sahibi, Tarihi bir gerçeklikten hareketle anlatmak istediği hikmeti Edebi bir formda tiyatrolaştırarak anlatabilir.
Ya da tarihsel bir gerçekliği bulunmayan bir söylenceyi dahi bir araç olarak kullanabilir. Çünkü önemli olan kıssadan hisse çıkartmaktır.
Anlatılmak istenene değil de anlatılana takılmak insanlığın genel bir problemidir. Lütfen anlatılmak istenen kıssadan hisselere yoğunlaşalım.