Kışlaya doğru marş, marş…
Askeri Savcılık ve Başbakan'dan sonra dün açıklama sırası Genelkurmay Başkanı'ndaydı. Kritik bir gelişmeler dizisi yaşanıyor. Bunlara “dört katman”da bakmakta fayda var.
İlk katman son siyasi olayların işaret ettiği genel siyasi anlamdır.
Bu anlam, sanıldığı gibi AK Parti ile asker ya da bir cemaat ile asker arasındaki somut bir gerginlikten kaynaklanmıyor. Tersine demokratikleşme ve sivilleşme sürecinin önemli anlarından birisine işaret ediyor.
Gerçekten de “AKP ve Gülen Cemaatini bitirme” belgesi, bardağı taşıran son damla işlevini görmüş, askeri otoritenin meşru ve yasal zemini ile siyasi rolü artan oranda tartışmaya açılmış, eleştiri yağmuruna tutulmuştur.
İkinci katman bu gelişmelerin siyaset ve konjonktür açısından ifade ettiği durumdur.
Askeri taraf ile sivil tarafın hafta içinde attıkları adımlar, yukarıda altı çizilen anlam çerçevesinde her birinin kendi alanını savunan ve tahkim eden hamleleri olarak değerlendirilmelidir.
Askeri Savcılığı'ın açıklaması, Genelkurmay Başkanı'nın konuşması, Başbakan'ın her iki açıklamadan sonra tavrından taviz vermeyen bir tutum sergilemesi, örneğin dün Brüksel'den “demokrasi adına dosyanın takipçisi” olacaklarını söylemesi, bu durumun unsurlarıdır.
Üçüncü katman askerin mevcut durum ve gerginlikle ilgili geliştirdiği ve brifingte dile getirdiği “karargâh politikası”dır.
Brifingten yola çıkalım:
1. Asker belgeyi askeri savcılığın muğlak ve kesin olmayan kararına dayanarak sahte ilan etmiştir.
2. Bu çerçevede tartışmanın eksenini değiştirmeye yönelmiştir. Başbuğ'a göre artık belgenin içeriği değil, belgenin kim tarafından üretildiği önemlidir.
3. Belge sahte olduğuna göre askere göre hedef, askeri yıpratmaktır, kurumlar arasında husumet yaratmaktır.
4. Genelkurmay Başkanı bu hükümleri verdikten sonra başbakanlık ve başsavcılığın görevinin ne olduğunu da tarif etmiş, “beklentimiz belgenin doğruluğunu yanlışlığını tartışmanız değil, sahteciliği ve sahtekârı ortaya çıkarmanızdır” demiştir.
Açık: Asker dün genelkurmay başkanı aracılığıyla bir kez daha siyasi rolünü korumaya yönelmiş, kamuoyu önünde buyurgan bir uslüpla “saldırgan bir savunma”yı, “toplumu, siyaseti, yargıyı etkileme yolu”nu seçmiştir.
Genelkurmay Başkanı'nın dünkü konuşmasının temel olarak anlamı budur.
Dördüncü katman Başbuğ'un üslubunda gizlidir.
Genelkurmay Başkanı bir kez daha “bir başöğretmen edasıyla, gazetecileri, akademisyenleri itham ederek, kamuoyunu (iki başlı hukuk sistemi ve askeri yargının bağımsızlığı konusunda olduğu gibi) yanlış ve yanlı bilgilendirerek, yargıya ve siyasetçiye ödev vererek, eleştiriyle yıpratmayı, askerin askeri işleviyle siyasi rolünü aynı kefeye koyarak, sivil değerleri ve siyasi alanı gölge altında bırakan sindirilemez ve kabul edilemez bir konuşma” yapmıştır.
Yaptığı ataerkil zihniyet vurguları ise “zihin sürçme”sini andırmıştır.
“Bana inanmıyor musunuz” manasında orduya kefil olduğunu söylemesi, makamla kurum, hatta kişiyle kurum, emir-komuta ile kurumsallığı karıştırmasının ya da karıştırmak istemesinin ilginç bir göstergesidir.
Bir genelkurmay başkanının emir yoluyla adli soruşturma açmasını isteyebileceğini bir askeri savcıyı şahsen tanımaması, askeri yargının bağımsızlığının kriteridir Başbuğ'a göre…
Ancak zaman geri çevrilemez…
Türkiye yol alıyor, bu konuşmalara rağmen, hatta bu konuşmaların itmesiyle yol alıyor.
Pazartesi günü Zekeriya Öz, askeri savcının hakkında takipsizlik kararı verdiği albayı sorgulayacak, aklınızda olsun…
Asker için artık tek istikamet kışladır!
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT