Kimse kızmasın, darbecime âşık oldum!
12 Eylül darbecilerinin yargılanmaya başlamasıyla oluşan sessizliğin farkında mısınız? Haklarında hazırlanan savcılık iddianamesi mahkeme tarafından kabul edilenler sanki yoldan geçen ihtiyarlar.
Kenan Evren'in, gençler için 'asmayıp da besleyecek miyiz?' sözünü unutmuş gibiler. Asılanlar arasında 'bir sağdan bir soldan' dengesini gözeten 'Evren Paşa'larını sevmişler anlaşılan. Onun yargılanmasına yürekleri dayanmıyor. Çıkıp, 'iyi yaptı, darbe gerekiyordu' diyemeyecekleri için de sessiz kalmayı tercih ediyor, bu tarihî olayı görmezden geliyorlar.
Ne yaparlarsa yapsınlar, 12 Eylül darbecilerinin yargılanması bir dönüm noktasıdır. Biliyoruz ki artık darbe heveslileri rüyalarında 'Çankaya'yı değil, 'Silivri'yi görecek, darbede 'istikbal' aramak yerine işlerini yapacaklar. Ne siyasete ne de halka dayatmalarda bulunmaya kalkışmayacaklar. Kalkışanlar bugün 'başarılı' olsalar bile yarın hesap vermek zorunda kalacaklarını akıllarından çıkaramayacaklar. Yani, 12 Eylül'ün yargılanmasında mesele sadece bir 'adalet' arayışı değil, ülkenin 'demokratik geleceği'ni sağlama alma ihtiyacıdır. Ha, adalet az iş midir? Kesinlikle hayır. 12 Eylül 'boru değildir' ülkeyi altüst etmiş bir askerî darbedir. Meclis kapatılmış, meşru hükümet düşürülmüş, siyasî liderler tutuklanmıştır, tüm seçilmişler yerlerini askerlere bırakmıştır.
650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Askerî yönetim boyunca kuşkulu ölümlerin toplamı 419 kişidir. 50 kişi idam cezasıyla öldürülmüş, aralarında 3 bin 854 öğretmen, 120 üniversite öğretim görevlisi ve 47 yargıç da olan toplam 14 bin 509 memurun işine hiçbir hukuki süreç işletilmeden bir emirle son verilmiştir. 350 bin kişinin pasaportları alınmış, seyahat özgürlükleri yok edilmiş, siyasî partiler ve sendikaların yanı sıra 23 bin dernek kapatılmıştır. Bu adamların 12 Eylül'ünde hukuk iğfal edilmiş, İstiklal Marşı cezaevlerinde bir 'işkence aleti' haline getirilmiştir. Böyle bir tablo karşısında gecikmiş de olsa 'adalet' talebi son derece meşrudur. Davaya müdahil olmak isteyen binlerce kişiyi dinlemeye başladığımızda mağduriyetin, eziyetin, işkencenin boyutlarını bir kez daha göreceğiz.
Bunları görmek istemeyenler, örtbas etmeye çalışanlar da olacak tabii. Bir de hukuk dışına çıkanlara hukuk içinde hesap sorulmasını bile 'rövanş' olarak niteleyenler var. Demokrasi ve hukuk devletini kurumsallaştırmaya çalışan herkese 'rövanşist' damgası vurarak sindirme çabasının işe yaramadığını kimse söyleyemez. Sinenlerimiz hiç de az değil ayrıca.
Bunlar, tescilli darbecilere ve darbe girişimcilerine bugün destek çıkarken ideolojik bir 'rasyonalizasyon' yapıyorlar. Bir yandan 'hoşgörü' adı altında verdikleri desteği 'rövanşist' olmadıklarının ispatı olarak gösteriyor, 'demokrasi sevdası' estiriyorlar, öte yandan da 'devlet'e sahip çıktıklarını iddia ediyorlar. Rasyonalizasyon dediğim şey işte bu 'devlet'le ilişkide gizli. İtiraf etmek kolay değil ama, Kenan Evren'i 'devlet büyüğü' olarak görüyorlar. Miras aldıkları 'devlet fetişizmi' yeniden canlanıyor. 12 Eylülcüleri de andıççıları da savunmalarının nedeni 'devlete saygı'. Kenan Evren dahil 'devlet büyükleri'ni mahkeme önünde görmeye yürekleri dayanmıyor.
Dayansa da, dayanmasa da 12 Eylül'de darbecilerin yargılanmasının önünü açan anayasa değişikliği halkın yüzde 58 oyuyla kabul edildi. Yargı da bunun gereğini yapmak zorunda. Darbecileri 'af' da bir taleptir, tartışılabilir. Ancak halk darbecileri affedecek olsaydı 12 Eylül referandumunda 'hayır' derdi. İşkencelerden geçirilenler, ölenler, öldürülenler, hâlâ yaşadıklarının travmasını atlatamayanlar adına halk 12 Eylülcüleri mahkûm etti... Şimdi kimse mağdurlara 'rövanşist olmayın' deme hakkına sahip değil. Üstelik darbecilerin yargılanması neden rövanş olsun ki? Aydın Engin'in nitelemesiyle bu 'inatçı demokratların zaferi'dir.
Sonuçta benim hâlâ anlamadığım şudur: Ne oldu da darbelerden, andıçlardan, fişlemelerden, akreditasyonlardan mağdur olanlar bugünlerde 'aman askere dokunmayın' saflarına katıldı? Çok şey yakıştırıldı şimdiye kadar; ama, bu da bir tür 'Stockholm sendromu' olmasın?
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT