Kimliğin inşa edilmesi ve muhafazası
Taha Kılınç, Hindistan'da Müslüman tarihi ve geleneklerine açılan savaşa dikkat çekerken Müslümanları farkında olmaya davet ediyor.
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Kimlik inşası
Hindistan Başbakanı Narendra Modi, geçtiğimiz hafta, ülkesinin batısındaki Gücerat eyaletinin küçük bir sahil şehrinde ilginç bir etkinliğe imza attı. Hindistan Deniz Kuvvetleri’ne mensup profesyonel denizci askerler eşliğinde Dwarka açıklarında dalış yapan Modi, Hindu inanışına töre tanrı Krişna’nın kurduğu antik şehrin denizaltındaki kalıntılarında dua etti. Bütün dinî ritüelleri özenle ve dikkatle uygulayan Modi, karaya çıktıktan sonra verdiği demeçte “ilahî bir tecrübe” yaşadığının altını çizdi.
Gücerat, Narendra Modi’nin memleketi. Ama aynı zamanda, Hindistan topraklarında kurulmuş en dikkate değer İslâm devletlerinden Gücerat Sultanlığı’na (1391-1583) merkezlik yapmış bir coğrafya. Sultanlığa zirve yıllarını yaşatan Ebu’l-Feth Nâsiruddîn Mahmud Şah dönemi (1458-1511), bugün Hindular tarafından hâlâ nefret ve öfkeyle hatırlanıyor. Zira bu zaman diliminde Gücerat’a İslâm’ın mührünü vuran Mahmud Şah, Hindularla uzun savaşlara girişmiş bir hükümdar. Hatta Dwarka’da tanrı Krişna’ya adanan büyük bir Hindu tapınağının onun emriyle yıkıldığına inanılıyor. Mahmud Şah için çizilen kamusal imaj, Bâbürlü İmparatorluğu’nun meşhur hükümdarı İmparator Evrengzib’in (saltanatı: 1658-1707) her vesileyle yerin dibine batırılmasına benziyor. Evrengzib’in “suçu” da aynı: Hindistan’ın tarihine İslâm mayasını çalmak.
2014’te başbakanlık koltuğuna oturmasının ardından, ülkesindeki Müslüman nüfusa yönelik her türlü tahrik ve saldırıyı el altından destekleyen Narendra Modi, bir yandan da Hindistan’ın mazisindeki İslâm izlerini silmek ve yerine Hindu kültürünü ikame etmek peşinde. Bunun için silahlı çeteler palazlandırılıyor, ülke tarihindeki Müslüman şahsiyetlere yönelik karalama kampanyalarına girişiliyor, Müslüman halka karşı fiili taarruzlara da göz yumuluyor.
***
Hz. Ömer, 638’de başkent Medine’den bizzat gelerek Kudüs’ü teslim aldığında, acaba kalbinden neler geçiyordu? Zira Müslümanlar, 23 yıllık risâlet sürecinin yaklaşık 14 yılı boyunca namaz kılarken Kudüs’e dönmüştü, ancak bu zaman zarfında Mescid-i Aksâ fiilen yerinde değildi. Romalılar M.S. 70’de Kudüs’ü tamamen harabeye çevirdiklerinden, Hz. Peygamber ve ashabı, aslında bir mabedin arsasını kıble edinmişti. Verilen mesaj açıktı: “Ey Müslümanlar, burada vaktiyle size ait bir mekân vardı. Ona önce bedenlerinizle ve kalplerinizle yöneleceksiniz, zamanı gelince de burayı ihya ve imar edeceksiniz.”
Hz. Peygamber’in irtihalinden sadece 6 yıl sonra işte o zaman gelmiş, Müslümanlar, Mescid-i Aksâ’yı her açıdan imara girişmişti.
Bizans İmparatorluğu sınırları içinde yer alan bir mabedin (yerinin) kıble olarak belirlenmesi, Müslümanlar için bir istikamet tayini ve kimlik inşasına doğru yola çıkma emriydi. Tarihi sahih biçimde yeniden yazmak, tarihî yürüyüşün güzergâhlarını tekrar belirlemek, kaybolup giden izleri belirginleştirmek ve bu yürüyüşü gelecek nesiller için kalıcı bir yol haritası hale getirmek… Alınacak temel ders buydu.
(“Ama Peygamberimiz, Mirac mucizesini anlattığında, Mekke müşrikleri ona Mescid-i Aksâ’nın kapılarını, sütunlarını vs. sormadı mı? Aksâ demek ki mevcuttu…” şeklindeki bir itirazın cevabı şudur:
Bizans ve Sâsânî imparatorlukları arasında, Kur’ân’ın Rûm suresinde haber verdiği ilk savaş yaşandığında, Sâsânîler bütün Bilâdüşşâm’la birlikte Kudüs’ü de işgal etmişti. İranlılarla ittifak kuran Yahudiler, Kudüs’te Beyt-i Makdis’i yeniden inşa izni aldılar ve inşaata başladılar. Hz. Peygamber, Kudüs’ü müşahede ederken, inşaat sürüyordu. Mekke müşriklerinden bazıları Kudüs’ü ve Aksâ’yı görmüştü, mezkûr soruları da onlar sordu.
Sonra, yine Kur’ân’da haber verildiği üzere, Bizans Sâsânîlere galip gelince Kudüs tekrar el değiştirdi ve eski sahiplerine döndü. Bizanslılar, Beyt-i Makdis’i bir “Yahudi mabedi” olarak gördüklerinden, Aksâ sahasını metruk bir araziye dönüştürdüler, orayı yeniden imara da vakit bulamadılar.)
***
Kimliğin inşa edilmesi ve muhafazası, dünyadaki bütün milletler için elzem bir vazifedir. “Yeryüzünün halifesi” olarak seçildiğinin şuurunda bulunan Müslümanlar için ise, bu vazife onların hayatlarını ve varlık sebeplerini anlamlandıran en temel unsurlardan biridir. İslâm tarihini dikkatle incelediğimizde, kimliğe sahip çıkma ameliyesiyle, Müslümanların siyasî ve askerî üstünlükleri arasında doğrudan bir münasebet olduğu görülür. Tam tersi de vakidir: Kimlik korunmadığında, düşman saldırılarına açık hale gelinir.
Bugün Gazze’de -ve İslâm coğrafyasının başka yerlerinde- yaşananlar, tarihi dikkatle ve derin bir tefekkürle okumak, kronolojiyi eksiksiz biçimde zihnimize yerleştirmek ve istikbale güçlü bir şekilde hazırlanmak noktasında, hepimiz için birer ikazdır.
HABERE YORUM KAT