Kimliğimizdeki Bir Yaraya Sürpriz Merhem
Turizm şu yaralı kimlik ve hafızalarımızdaki Araplara ilişkin negatif tortu ve önyargıları iyileştirmemizi sağlayacak bulunmaz bir merhem gibi duruyor.
Ertuğrul Başer; Serbestiyet.com sitesinde yazdığı makalede Arap turistlerin Türkiye’ye akın akın gelmesinin; kemalizmin ulus devlet projesinden sonra Araplarla aramıza örülen, önyargı ve milliyetçilikle beslenen duvarların yıkılması için bir imkan olduğunun altını çiziyor:
Şaşkınlığımız Safranbolu'da, Kastamonu'da başlamış, Amasya’yla devam etmiş ve Bursa'da tavan yapmıştı: Sanki tüm Araplar işini gücünü bırakmış tatil için Türkiye'ye akın etmişti (istatistik ve rakamlar ne diyor bilmiyorum ama eminim teyit ediyordur).
Sonra İstanbul'a döndük. Bir akşam üstü İstiklal Caddesinde Sütiş'te oturmuş aylak aylak gelen geçene bakıyoruz. 4 kişiden en az 3'ü Arap turist. Burası merkez.
Alibeyköy-Küçükköy arasındaki eski taş ocakları üzerine kurulmuş Vialand diye bir yer var, evimize yakın. Hem görmek (ilk defa gidiyoruz) hem de birkaç şey almak için oraya gidiyoruz, etrafımızdaki 5 kişiden 4'ü Arap turist. Burası da varoş.
Yemek için oturduğumuz Sait Efendi'de de durum aynı. Yan masadaki Arap grup yemeğini bitirmiş kalkıyor, içlerinden görece yaşlı bir kadın garsona söyleniyor yanımızdan geçerken: "Niçin çay vermiyorsunuz, ayıp değil mi, yemeğin üstüne bir bardak çay vermez mi insan." Eşim kadının elini tutuyor, gülümsüyor, "Haklısınız, ayıp etmişler" diyoruz. Onlar çıkınca garsona bakıyoruz, 19-20'sinde bir çocuk: "Çay versem akşama kadar kalkmazlardı", diyor öfkeli, küçümser bir yüz ifadesiyle. O ara şef garson geliyor, o da en fazla 27-28'inde, "Müşteri velinimettir" diyorum, "Evet abi", diyor, "Ama keşke bunlar olmasaydı velinimetimiz", aynı aşağılayıcı yüz ifadesi. İki eliyle terasta uzanan, ağzına kadar dolu masaları işaret ediyor, 9-10 masa, tamamı Arap aileler (Türkçe biliyor olabileceklerini aklına bile getirmiyor).
Biz hızla çoğu Avrupa ülkesinin kendi vatandaşlarının Türkiye'de tatile gitmelerini engellemeye çalıştığını, bunda büyük ölçüde başarılı olduğunu, Arap'ların bir vefa, kardeşlik, kaderdaşlık duygusuyla tatil için Türkiye'ye akın ettiğini, bunun bizim için büyük bir şans ve iyilik olduğunu, dindaş ve kardeş olduğumuzu, vb., anlatıyoruz. Şef garson tutumumuzu fark edince biraz mahcup, "Haklısınız" diyerek uzaklaşıyor.
Bu hikâyeyi niye böyle uzun uzun anlattım biliyorsunuz.
Türklerle Araplar arasında geçmiş yüzyıllara dayanan bir soğukluk var. Türkiye'nin (a) AK Partiyle birlikte 3. bin yılın başlarından itibaren gözünü, gönlünü, aklını ve kapılarını Doğuya açmasıyla, (b) genel olarak İslam coğrafyasında ve Irak, İran, Filistin, Suriye, Libya, Burma ve Mısır gibi çatışma bölgelerinde aldığı, gücü yettiğince almaya çalıştığı tutumuyla, (c) Kimilerini Halep'ten, Musul'dan iki ateş arasından çıkardığı ve kucak açtığı 3,5 milyon Suriyeli mültecisiyle ve (d) bence esas olarak da Arap Baharının yenilmesine izin vermeyen ve böylece mahzun İslam coğrafyasının gururunu diri, başını dik tutmasını sağlayan 15 Temmuz destanıyla bu soğukluğu ciddi ölçülerde sarstı.
Devletler ve uluslararası politika katında neler olup bittiğinden bağımsız olarak, bugün dindaş, tarihdaş, coğrafyadaş ve kaderdaş Türkler ve Araplar arasındaki ön yargıların, olumsuz his ve hatıraların halklar katında kırıldığı ve daha da kırılabileceği sürpriz bir moment yakalamış görünüyoruz. Kimliğimizdeki bir yaraya turizm isimli bir hekimden sürpriz bir merhem!
20. yüzyılın başında Osmanlı'nın dağılmasından beri bir istikrarsızlık, şiddet ve kan çanağı haline ge(tiri)len coğrafyamızın tüm din, dil, kültür, mezhep, gelenek ve kavimler için tekrar bir barış adası haline gelmesi, doğrudan doğruya ve esas olarak halklar arasında kurulacak gönül köprülerine bağlıdır. Çaresizlerin çığlıklarına kulak tıkayan bütün devletleri, uluslararası kuruluş, ilişki ve politikaları, algı operasyonlarını, çatışmaları, savaşları mahkûm edecek olan ana güç, kolayca incinebilen bu gönül köprüleridir.
Sosyal psikologlar insanlar, gruplar, etnik topluluklar, milletler, arasındaki önyargı, negatif hafıza ve tortuların tedavisinde dolaysız ilişki ve bir arada yaşama deneyimlerinin önemli olduğunu söyler. Çok açık ki bugün Türkiye’ye Arap turist akınında belirleyici olan devletler değil, son 15-20 yıl içinde yukarıda saydığımız nedenlerle Arap halklarının gönlünde Türkiye insanına doğru büyüyen vefa, minnet, kaderdaşlık ve kardeşlik duygularıdır. Yoksa bunu, hiçbir devlet zorla, emirle, kanunla yapamazdı. Araplarla yakaladığımız bu dolaysız ilişki ve bir arada yaşama fırsatını iyi değerlendirmeliyiz, diye düşünüyorum.
Bu narin köprünün bizim tarafta, bizim gönül kıtamızda kalan öteki ayağını el birliğiyle güçlendirmek için gayret etmemiz gerekiyor. Turizm şu yaralı kimlik ve hafızalarımızdaki Araplara ilişkin negatif tortu ve önyargıları iyileştirmemizi sağlayacak bulunmaz bir merhem gibi duruyor. Tek tek her birimize, devlet ve hükümetimize, Turizm bakanlığına, Turizm sektöründeki işverenlere, işçilere, sivil toplum kuruluşlarına iş düşüyor.
Kendimizin, Kardeşlerimizin, coğrafyamızın ve elbette (Alev Alatlı’nın dediği gibi) dünyanın iyiliği için.
HABERE YORUM KAT