Kime dost kime düşman olacağımıza İslam karar verir!
Yaşar Değirmenci, Müslümanlar için dostluk ve düşmanlığın ölçüsünün dinleri olduğunu vurguluyor.
Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
Dostluk ve düşmanlıkları dinimiz belirler
Kafaya göre din, kafaya göre cemaat olmaz. Dine göre kafa, dine göre cemaat olur.
Bir mümin, böylesine hassas ve değerli bir bağı ancak inancını destekleyen kimselerle kurabilir: “Allah’a (cc) ve âhiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soyları olsalar bile, Allah’a (cc) ve Peygamberi’ne (sas) düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin...”
Dinimizde gerçek dostlukların Allah’ın (cc) varlığını ve birliğini kabul eden ve Allah (cc) korkusuyla kalbi titreyen insanlarla kurulması önerilmektedir. “Eğer Allah’a (cc), Peygamber’e (sas) ve ona indirilene inanıyor olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fâsık kimselerdir.” âyeti aksi davranışı sergileyenleri fâsıklıkla suçlamaktadır. Yüce Rabbimizin (cc), “Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” Buyruğu, tercihi müminlerden yana koymakla birlikte farklı inanç sahiplerini dışlamayı hedeflememektedir. Ancak Müslümanlara karşı tavır alanlar, hem Allah’a (cc) hem de müminlere düşmanlık yapanlar, bu duruşlarını değiştirmedikleri sürece dostluk ve barış şansını yitirmişlerdir. Nitekim bu konuda Allah Teâlâ (cc) şöyle buyurmaktadır: “Allah (cc), sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten meneder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” «Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.”
Buna göre farklı dine mensup kimselerle yâr ve yâren olmak hoş karşılanmazken onlarla insanî ilişkilerin sürdürülmesi engellenmemiş ve onlara zulmedilmemesi istenmiştir.
Sevgili Peygamberimiz, menfaat gözetmeksizin Allah için birbirlerini seven ve samimi duygularla oturup kalkan insanlara, hiçbir gölgenin (himayenin) bulunmadığı kıyamet gününde Allah’ın arşı altında gölgelenecekleri (himaye edilecekleri) müjdesini vermiştir. O hâlde gerçek anlamda dostluk, Allah’ın rızasını kazanma yolunda kol kola girmek ve sevgileri birleştirmektir. Kıskançlık, kibir ve gösteriş gibi arkadaşlığı zedeleyen duygulardan arınmış böylesine gönülden bir ilişki, sonuçta Allah Teâlâ’ya uzanmaktadır. Zira Kur’an’da inanan yürekler için gerçek dostun Allah olduğu belirtilirken, bu dostluğun kaynağının da müminlerin yaptığı güzel ameller olduğuna dikkat çekilmiştir.
Sevgili Peygamberimizin, kendisini “Allah’ın dostu” olarak nitelendirmesini de bu şekilde anlamak gerekmektedir. Diğer yandan Peygamberimiz, insanlarla olan dostluğundan bahsederken, tebliğinin ilk günlerinden itibaren onu yalnız bırakmayan hicret arkadaşı Hz. Ebû Bekir’den, «kardeşim ve arkadaşım” diye bahsetmiştir. Canı ve malıyla kendisine en fazla yardımda bulunan kimsenin Hz. Ebû Bekir olduğunu belirtirken, “Birini dost edinecek olsaydım, Ebû Bekir’i tercih ederdim. Ancak İslâm kardeşliği daha faziletlidir.” Beyanıyla, toplumsal duyarlılığı artırmayı ve kaynaşmayı sağlamayı amaçlamıştır.
İnsanlar arası ilişkilerde iyilikle kötülüğün aynı olmadığını belirten Yüce Rabbimiz, «...Kötülüğü en güzel şekilde sav. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” buyurmaktadır.
Toplumlara huzur ve barış getirecek olan bu bakış açısını teyit etmek amacıyla Sevgili Peygamberimiz, insanların arasına karışan ve onlardan kaynaklanan sıkıntılara sabreden müminin, uzlete çekilen ve böylelikle insanlardan gelecek sıkıntılara sabretmeyen müminden daha hayırlı olduğuna dikkatleri çekmektedir. Nitekim kötülüğü iyilikle defetmeyi öğütleyen âyet-i kerimenin devamında, “Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.” Buyrularak bunun bir erdem olduğu vurgulanmaktadır.
Bununla birlikte Hz. Ali, “Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olur. Nefret ettiğinden de ölçülü nefret et, belki bir gün dostun olur.” uyarısında bulunmuştur. Zira sabrı, fedakârlığı ve kardeşliği öne çıkaran müminin, sahtekâr ve ikiyüzlü insanlara kapılması, dolayısıyla maddî veya mânevî açıdan zarara uğratılması mümkündür. Sevgili Peygamberimiz, «Mümin bir delikten iki kere sokulmaz!” Buyurarak dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinde uyanık olunmasını istemektedir. Dostluk, karşılıklı saygı ve değer vermeyle gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla, kadim zamanlardan beri söylenen, “Senin kendisine verdiğin değeri sana vermeyen insanların sohbetinde hayır yoktur.” vecizesi unutulmamalı, dost edinirken dikkatli ve seçici davranılmalıdır.
İlişkilerini, hoşgörü, nezaket ve güler yüzlülük üzerine kuran Allah Resulü, kişinin mümin kardeşine tebessümünü bile sadaka olarak nitelemiş, bir dostluğun nasıl kurulup sürdürülebileceğinin en güzel örneklerini kendi hayatında sergilemiştir. Nitekim Müslüman olduktan sonra Peygamberimiz ile ne zaman görüşmek istese reddedilmediğini belirten Cerîr b. Abdullah, “O, beni her gördüğünde mutlaka yüzüme gülümserdi.” demektedir. Bir defasında da Allah Resûlü, dostluğun kurulması ve sürdürülmesi için gerekli olan özverili davranışları şöyle sıralamıştır: “Üç haslet vardır ki onlar kimde bulunursa Allah (cc) onun hesabını kolaylaştırır ve onu rahmetiyle cennetine sokar.» Meraklanan ashâbı, “Bunlar nedir yâ Resûlallah?” diye sorduklarında Peygamberimiz, “Sana vermeyene vermen, sana zulmedeni affetmen ve sana gelmeyene gitmendir.” der. “Bunları yaptığımda elde edeceğim şey nedir?” diye soran sahâbîye ise “Kolayca vereceğin bir hesap ve Allah’ın rahmetiyle cennete girmen.” diye cevap verir. Ayet ile bitireyim.
“Biz içinde hak yolu aydınlatıcı bilgiler ve nur olan Tevrat’ı indirdik. Varlıklarını Allah’a teslim eden, İslâm’ı yaşayan müslüman olan peygamberler, yahudiliğin takipçilerine, Tevrat’taki kuralları esas alarak hüküm verirler, icraat yaparlardı. Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmeleri sebebiyle, kendilerini Rablerine adamış olan zâhitler ve âlimler de, Allah’ın kitabından, korumaya memur edildikleri, muhafaza edebildikleri kurallarla hüküm verirler, icraat yaparlardı. Hepsi de Tevrat’ı bilen ve tebliğ eden, çözüm getiren, güvenilir örnek önderler ve doğruları konuşan şâhitlerdi. O halde saygı duyarak insanlardan korkmayın, içiniz titrereyerek benden korkun. Âyetlerimi servet, makam, mevki gibi geçici dünya menfaatlerine, birkaç pula satmayın. Kimler Allah’ın Tevratta indirdiği hükümleri, Muhammed’in peygamberliğini, şeriatını tasdik hükümlerini yerine getirmezlerse, işte onlar kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfirlerin ta kendileridir.” (5 Maide 44)
HABERE YORUM KAT