Kim korkar açılımdan?
Türkiye, hem iç hem de dış politika sorunlarına cesaretle ve özgüvenle yaklaşmayı öğreniyor.
Ülkedeki her farklı sosyal, etnik, dini ve ideolojik kesimi 'düşman' bellemekten vazgeçtikçe devletin demokratik meşruiyeti güçleniyor; hayali sorunlarla uğraşmak yerine gerçek problemlerin üzerine gitme ve çözme yeteneği artıyor. Yani demokratikleşme süreci bir yandan Alevi ve Kürt açılımlarını kolaylaştırırken öte yandan da barış ve işbirliğine dayalı dış politikayı gerekli kılıyor.
Yani 'Ermenistan açılımı' Kürt açılımından ayrı ve bağımsız bir politika değil; toplumsal meşruiyet ve performansa dayalı demokratik siyasetin iki tamamlayıcı yüzü.
Bu bakımdan Türkiye-Ermenistan protokollerinin hafta sonu Zürih'te imzalanmış olması anlamlı. Şimdi sıra bu protokollerin iki ülke parlamentosunda da imzalanıp yürürlüğe girmesinde. Bu vesileyle bir konunun altını çizelim. Devletlerarası ilişkilerde çatışma ve gerginlikler devleti yönetenlerin işine gelir. Çünkü bu çatışmalar üzerinden toplumsal desteklerini diri tutacak manipülasyonlar yapabilir, sorunlar çıktığında (kendi beceriksizlikleri ve ufuksuzluklarından da kaynaklansa bu sorunlar) bunları 'dış düşmanların' varlığı ve faaliyetleriyle açıklayabilirler. Özellikle demokratik hesap verme kurumlarının ve süreçlerinin gelişmediği toplumlarda dış politika sorunları devleti yönetenlerin velinimetleridir.
O yüzden bizim otoriter devletlularımız ve onların sivil uzantıları büyük sorunları 'ulusal dava' ilan edip asla çözmeye yanaşmazlar. Dışarıyla yaşanılan gerginlik içeride baskıcı rejimi muhafaza etmenin, meşrulaştırmanın bir yoludur çünkü. Ülkenin 'varlığı' tehlikedeyken 'özgürlük ve refah' taleplerinizi hep ertelemeniz istenir sizden ve siz de buna hak verirsiniz! Böylece hem militer rejimlerini kurarlar hem de toplum tarafından kabulünü sağlarlar.
Dolayısıyla kitlelerin çatışma ve gerginlik politikalarından bir kazançları yoktur. Barış ve işbirliği politikaları ise her şeyden önce militer bir rejimin haklılaştırılma zeminini ortadan kaldırır. Toplumlararası temas ve işbirliğinin önünü açar, insanların birbirini tanımasına, güven duymasına, ticaret yaparak ortak çıkarların bulunmasına hizmet eder. Sonuçta devletlerin böyle 'açık toplum'ları birbirleriyle 'korkutması' da mümkün olmaz.
Türkiye ve Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması ve ikili toplumsal, ekonomik temasların geliştirilmesi biçiminde tanımlanan 'açılım' bütün bu nedenlerle önemli. Otoriter devlet geleneğinin her türlü adaletsizliği, hürriyetsizliği ve yoksulluğu halka kabul ettirmek için kullandığı bir 'korku'nun daha üstesinden geliyoruz. Bu süreçte ne kendi Ermenilerimizden ne de Ermenistan'dan korkmanın gerekmediğini anlayacağız. Sınırlar açıldıkça, tanıdıkça, keşfettikçe yeniden birbirimizi konuşamadığımız tabu kalmayacak. İttihatçıların bize ve onlara yaptıklarını serbestçe tartışacağız. Oturup birlikte ağlayacağız belki geçmişte olanlar için. Ama ne Ermenistan'da ne Türkiye'de 'yeni İttihatçılara' geçit vermeyecek demokrasiyi, açık toplumu ve barışı kuracağız. Zihinlerimizi, Hrant Dink'in ifadesiyle kanlarımızı zehirleyen Türk ve Ermeni düşmanlıklarından kurtulacağız böylece.
Kısaca bu bir devrim; bir imza olmanın ötesinde zihinsel bir kırılma, devletin ve toplumun 'İttihatçı' zincirlerinden kurtulması. Bundan sonrasının daha zor olacağına ilişkin söylemler ise bir efsane. Protokollere karşı çıkan Ermeni diasporası kaybetmeye, geri adım atmaya mahkûm. İlk defa bütün dünyayı karşılarına aldılar. Amerika ve Fransa gibi, diasporanın etkisinin çok görünür olduğu iki önemli ülkede bile yalnızlaştılar.
Bizde protokole karşı çıkanlar ise bildik 'İttihatçı' zevat. Hâlâ korkularla siyaset yapma basitliğinden kurtulamayanlar, bölge ve dünya siyasetini okuyamayanlar... Anlamadıkları bir başka şey de, artık Türkiye'de radikal ve saldırgan bir milliyetçilik anlayışının halk nezdinde siyaseten karşılığının olmadığı. Alevi, Kürt, Ermeni açılımları... Türkiye korkularından ve prangalarından kurtuluyor. Özgürleşiyor ve özgürleştikçe de güçleniyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT