1. YAZARLAR

  2. Ayşe Hür

  3. Kıbrıs’ı İngilizlere kim verdi
Ayşe Hür

Ayşe Hür

Yazarın Tüm Yazıları >

Kıbrıs’ı İngilizlere kim verdi

18 Temmuz 2010 Pazar 18:26A+A-

“Bu hafta, Cumhuriyet tarihi meraklılarından özür dileyerek, bundan tam 36 yıl önce, 20 Temmuz 1974’te Türkiye’nin askerî müdahalesi ile hukuki ve siyasi statüsü radikal bir biçimde değişen Kıbrıs’ın II. Abdülhamit tarafından İngilizlere verilmesinin hikâyesini anlatacağım. Abdülhamit’in bu işi hangi şartlar altında yaptığını anlamak için de, konuyu biraz genişçe ele alacağım. Umarım olayları birbirine karıştırmadan anlatmayı başarırım.”

30 Mayıs 1876 sabahı Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa’nın başını çektiği bir darbe ile tahttan indirilen Abdülaziz’in yerine Abdülmecid’in ilk şehzadesi, Batı kültürüyle yetişmiş, nazik, savurgan ve bohem V. Murad geçirilmişti. Resmî hikâyeye göre, Topkapı Sarayı’nda III. Selim’in öldürüldüğü daireye kapatılan Abdülaziz, hayatının tehlikede olduğunu söyleyerek V. Murat’tan yardım isteyince, üç gün sonra Feriye Sarayı’na nakledilmiş, ama 4 Haziran 1876 günü hamama girip annesinden istediği makasla (nasıl başardıysa) her iki kolunun damarlarını keserek intihar etmişti.

Konumuzun dışında ama meraklıları için bir parantez açalım. Bugün artık, bu olayın bir intihar değil cinayet olduğu kanısı güçlü ama o gün intihar teşhisi çoğu yabancı, 19 hekimden oluşan bir heyetçe resmen onaylanmıştı. Aslında cesedin yanına ilk gelen doktor Hüseyin Avni Paşa’nın yakın dostu meşhur Marko Paşa’ydı. Ardından Askeri Doktor Ömer Bey geldi. Hüseyin Avni Paşa, Marko Paşa'nın ölüm raporunu intihar olarak yazdığını söyleyerek, Ömer Bey’in de raporu imzalamasını istedi. Ömer Bey ise cesedi görmeden imzalamayacağını söyledi. İddiaya göre Hüseyin Avni Paşa Ömer Bey’in miralay rütbelerini söküp, ertesi gün Libya’ya sürgüne göndermişti. Böylesi bir ortamda 19 hekimin raporun baskı altında hazırlanmış olduğu ihtimal dahilinde ise de bu doktorlardan Fransız Marroin ve İngiliz Dickinson, intiharı doğrulayan beyanlarını Fransız Ziraat ve Ticaret Bakanlığı’nın yayın organı ile İngiltere’de yayımlanan The Lancet tıp dergisine de tekrarlamışlardı. Abdülaziz, aynı gün alelacele Divanyolu’ndaki Sultan II. Mahmud Türbesi’ne defnedilmişti.

Çerkez Hasan Olayı

Ama olaylar durulmadı. 16 Haziran 1876 gecesi, Çerkez Hasan adlı genç bir subay, Abdülaziz’in intikamını almak için devlet erkânına bir suikast düzenledi. Çerkez Hasan, Abdülaziz’in kadınlarından Edâdil’in yeğeni, Üçüncü Kadınefendi Neş’erek’in kardeşiydi. Dolayısıyla Abdülaziz, Hasan’ın çift taraflı eniştesi oluyordu. Ablası Neş’erek, Abdülaziz’in şüpheli ölümünden sonra hasta olduğu halde kötü muameleye maruz kalmış, Dolmabahçe Sarayı’ndan Feriye Sarayı’na götürülürken üzerindeki çarşaf alınmış, daha kötüsü 11 haziranda ölmüştü.

Aslında, Mekteb-i Harbiye mezunu bir subay olmasına rağmen, Galata ve Beyoğlu’nu haraca bağlamış tipik bir İstanbul kabadayısı olan Çerkez Hasan’ın böyle bir olaya kalkışacağı öngörüldüğünden, 14 haziranda tutuklanarak Bağdat’a gönderilmesine karar verilmişti. Ancak, ertesi gün yola çıkacağına söz verdiği için salıverilen Çerkez Hasan, sözünü tutmak yerine Yemiş İskelesi’ndeki (Sirkeci) bir meyhanede epeyce içtikten sonra üç revolver ve iki kama kuşanarak önce Serasker (bugünün Milli Savunma Bakanı) Hüseyin Avni Paşa’nın Üsküdar’daki konağına gitmiş, Paşanın orada olmadığını öğrenince Şûra-yı Devlet Reisi Mithad Paşa’nın Bayezid Tavşantaşı’daki konağına yönelmişti. Konakta, iddialara göre, Girit ve Karadağ’daki ayaklanma belirtilerini görüşmek üzere toplanan Bakanlar Kurulu’nun içkili yemeği (güya ‘Meclis-i Mahsusa’ denen iç kabine toplantısı) yapılıyordu. Alt katta poker oynayan korumalar, Çerkez Hasan’ı tanıdıkları için, şüphelenmeden üst kata çıkmasına izin vermişlerdi. Bundan sonrası çok kanlı geçti.

Davranmayın, yakarım!

Çerkez Hasan toplantı salonunun kapısını hızla açıp “Davranmayın, davranmayın Serasker! Yakarım!” diye bağırdıktan sonra Hüseyin Avni Paşa’yı tabanca ile vurmuş, kendisine arkadan sarılarak etkisiz hale getirmeye çalışan Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed Paşa’yı kama darbeleri ile savuşturduktan sonra, henüz ölmediğini fark ettiği Hüseyin Avni Paşa’yı kamasıyla delik deşik ederek işini tamamlamış, ardından Mithat Paşa ve Rüşti Paşa’nın da dâhil olduğu kabine üyelerinin sığındığı odanın kapısını zorlamaya başlamış, kendisine arkadan yanaşarak bıçak sokan uşaklardan birini gözünden yaraladıktan ve bir subayla bir eri daha vurduktan sonra zaptiyelerce etkisiz hale getirilmişti. Bilanço, bazı kaynaklara göre beş, bazılarına göre yedi ölü, bazı kaynaklara göre iki, bazılarına göre 10 yaralı idi.

Olaydan sonra ünlü Bekir Ağa Bölüğü’nde (bugün İstanbul Üniversitesi Merkez Binası) sorguya çekilen Çerkez Hasan, ifadesinde Hüseyin Avni Paşa’yı Abdülaziz’in tahttan indirilmesinde birinci derece rolü olduğundan, Ahmed Paşa’yı da tahttan indirme sırasında Dolmabahçe Sarayı’nın denizle bağlantısını kestiği için öldürmeye karar verdiğini anlatmıştı. Güya ‘öyle bir şey yapmak istiyordum ki, ibret olsun, bundan sonra kimse padişah hal edemesin. Aynı zamanda devlet büyüklerinin yeter derecede korunmadıklarını da eylemli olarak kanıtladım. Sanırım bundan böyle maiyetlerinde bulunanlara ve korumalarına önemli ölçüde dikkat edeceklerdir’ diyen Çerkez Hasan, 17 Haziran 1876 günü sabaha karşı Bayezid Meydanı’nda, Seraskerat Kapısı’nın yanındaki dut ağacına asılarak idam edildi. Bir söylentiye göre aslında suikast sırasında aldığı yaralardan zaten ölmüştü, asılan ölü vücudu idi.

Mithat Paşa’nın planı mı

Bazı kaynaklar, Çerkez Hasan’ı diktatörce tavırları ile meşhur olan Hüseyin Avni Paşa’yı saf dışı etmek isteyen Meşrutiyet yanlısı Mithat Paşa’nın kışkırttığını iddia ederler. Olay sırasında Çerkez Hasan’ın Mithat Paşa’ya saldırmaması bu iddiayı destekler niteliktedir. Ancak olayı yaşayan Mahmud Celaleddin, Cevdet ve Memduh Paşalar olayı Çerkez Hasan’ın kişisel öfkesiyle açıklarlar.

Olaydan Padişah V. Murad uzun süre haberdar edilmedi, halk günlerce heyecan içinde yaşadı. Olayı duyduktan sonra şiddetli bir ‘ruhi bunalım geçiren’ V. Murad tahtta çıkışının 93. gününde, akli dengesinin yerinde olmadığına dair bir doktor raporu ile tahttan indirildi ve yerine 31 Ağustos 1876 günü Abdülmecid’in diğer şehzadesi II. Abdülhamit çıkarıldı.

93 Harbi’nin yıkımı

Abdülhamit’i tahta çıkaran çevreler, meşruti monarşiye geçilirse, Avrupa devletlerinin 1875 Hersek İsyanı ve 1876 Bulgar İsyanı’ndan beri ağırlaşan baskısının hafifleyeceğini düşünüyorlardı. Abdülhamit de başlarda bu görüşü destekler gibiydi. Nitekim 23 Aralık 1876 günü Kanun-i Esasi ilan edildi, 28 Haziran 1877’de Meclis-i Mebusan açıldı. Aynı yılın nisan ayında halkın 93 Harbi dediği, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı patlak vermiş, dokuz ay süren savaş sonunda hiçbir yerden destek alamayan Osmanlı Devleti, Rus, Sırp, Bulgar, Romen ve Karadağlıların ortak baskısına dayanamayarak yenilmişti. Öyle ki Rus orduları İstanbul’un banliyösü Yeşilköy’e kadar gelmiş, burada karargâh kurmuştu. Rusların soluğunu ensesinde hisseden Bâbıâli, 19 Ocak 1878’de Rusya’dan mütareke istedi. Savaşa 31 Ocak 1878’de imzalanan Edirne Mütarekesi ile son verildi. Ancak Boğazların Rusların eline geçmesinden korkan İngilizler, 13 Şubat 1878’de, Abdülhamit’in itirazlarına kulaklarını tıkayıp, bir donanmasını İstanbul’a gönderdi. Bu sefer de, Ruslar Abdülhamit’i, eğer İngilizler bir an önce geri çekilmezse, İstanbul’u yerle bir etmekle tehdit ettiler. İki devlet arasında kalan Abdülhamit’in ricası sonucu İngilizler İzmit Körfezi’ne çekilirken, 3 Mart 1878’de, çok ağır şartlar içeren Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imza edildi. Ve bütün bu olaylar, İstanbul’u tam bir cadı kazanına çevirdi.

Ali Suavi ve Çırağan Olayı

Önceleri Abdülaziz’in reformları hayata geçirmekte ayak sürüdüğünü düşünen, umutlarını akıl sağlığını yerinde olmayan V. Murad’a bağlayan, onun yerine geçen Abdülhamit’i muhafazakâr bulan Yeni Osmanlılar denen aydın grubu, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumdan ancak, sabık padişah V. Murad’ın tekrar tahta geçirilmesiyle çıkılacağına inanıyorlardı. Bu görüşte olanlardan birkaç kişi, örneğin Maliye Nezareti’nden Kâtip Hüsnü ile Adliye Nezareti’nden Kâtip Mehmed, Rum İstavridi ve Polonyalı Jüli’den oluşan bir ekip, kadın kılığında gizlice saraya girerek V. Murad’la görüşmeye çalışmışlar ancak yakalanmışlardı.

Bu noktada, işin içine gazeteci, yazar, fikir adamı Ali Suavi Bey girdi. Medrese kültürü ile Batı kültürünü bağdaştırmaya çalışan tipik bir Yeni Osmanlı olan Ali Suavi, Abdülaziz döneminde eleştirinin dozunu kaçırınca Mustafa Fazıl Paşa’nın teşvikiyle Avrupa’ya kaçmış, Paris ve Londra’da muhalif dergiler çıkarmış, Londra’da meşhur ‘Türk dostu’ Urquhart ile tanıştıktan sonra Fazıl Paşa’nın çevresinden kopmuş, II. Abdülhamit’in iradesiyle İstanbul’a dönmüştü. Önce Sultan’ın kitapçıbaşılığına ve şehzadelerin hocalığına ardından da Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) Müdürlüğü’ne getirilmiş, ancak okuldaki kozmopolit havayı İslamileştirmeye kalkıştığı için ve de Basiret gazetesinde İngiltere’yi eleştirdiği için, İngiliz Büyükelçisi Henry Layard’ın baskısıyla görevinden uzaklaştırılmıştı.

Çözümü açıklayacağım!

Birdenbire boşluğa itilen mağrur ve ateşli ihtilalcı Ali Suavi için, 93 Harbi yenilgisinin suçlusu gördüğü Abdülhamit’i devirmek farz olmuştu. Planı, o sırada Çırağan Sarayı’nda hapis olan V. Murad’ı bir İngiliz gemisiyle Balkanlar’daki Rodop bölgesine kaçırmak, oradan Rusya’ya karşı bir savaşın başına geçirmekti. Ali Suavi, 19 Mayıs 1878’de Basiret gazetesindeki yazısında “sorunların büyüklüğünden fakat çözümün kolaylığından” söz edip “çözümü açıklayacağım!” şeklinde garip bir imada bulunmuştu. Ertesi gün Rusya’ya açılacak savaşla kaybedilen toprakların geri alınacağı vaadiyle topladığı çoğu Filibe göçmenlerinden oluşan, 250-300 kişilik grubu, Kuzguncuk İskelesi’nden mavnalara doldurdu ve deniz yoluyla Çırağan Sarayı’nı bastı. Nişli Salih’in yönettiği güruh, nöbetçileri, muhafızları ve bahçıvanları etkisiz hale getirerek kontrolü ele almışlardı.

O sırada yemekte olan sabık Padişah V. Murad Ali Suavi ile konuşmaya başlamıştı ki, Beşiktaş ve Yıldız karakollarından gelen zaptiyeler baskıncıları süngülemeye başladılar. Çıkan arbedede, Ali Suavi dâhil 23 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı. Ali Suavi’yi Beşiktaş Muhafızı Yedi Sekiz Hasan Paşa topuzlu sopası ile öldürmüştü. II. Abdülhamit’in emriyle, ölenler topluca Beşiktaş sırtlarına gömüldüler. V. Murad, Çırağan Sarayı’nın Feriye Dairesi’ne kapatıldı.

Olaylar sırasında halk, Yeşilköy’deki Rus birliklerinin şehri işgal edeceği söylentileri yüzünden korkulu günler geçirmiş, Kapalıçarşı bir süre açılmamıştı. Soruşturma kurulu, kanıtlar üzerinde bir süre çalıştıktan sonra Abdülhamit’in buyruğu ile dosyayı kapattı. Ancak bu olay, vesveseli ve kuşkucu bir kişiliğe sahip olan Abdülhamit’in istibdada yönelmesinde önemli bir gerekçe oluşturdu. İşte Kıbrıs bu ortamda el değiştirdi.

‘Kıbrıs fatihi’ Henry Layard

Bu olayın mimarı, İngiliz Büyükelçisi Henry Layard’dı. II. Abdülhamit’in sofrasına karısı ile birlikte katılacak kadar padişahın güvenini ve dostluğunu kazanmış olan Layard, Çırağan Olayı’ndan beş gün sonra, Britanya’nın Dışişleri Bakanı Lord Salisybury’nin telgraf emri üzerine, Abdülhamit’e, Britanya’nın Osmanlı Devleti ile bir savunma işbirliği antlaşması imzalamak istediğini bildirmişti. Bundan sonrasını Layard’ın merkeze yolladığı 27 Mayıs 1878 tarihli ‘çok gizli ve mahrem’ damgalı rapordan izleyelim.

Konuyu görüşmek üzere Yıldız Sarayı’na giden Layard, II. Abdülhamit’i çok hasta ve büyük bir ruhi depresyon içinde bulmuştu. Sultan, Çırağan Olayı’ndan beri hiç uyumadığını, dolayısıyla şiddetli başağrısından mustarip olduğunu söylemişti. Layard, olayın aslında abartılacak bir şey olmadığını, olay sırasında halkın ve ordunun kendisine sadık kaldığını belirterek Abdülhamit’i teselli etmiş, ayrıca İngiltere Kraliçesi’nin de kendisine şahsi sempatisini ve desteğini ilettiğini belirmişti. Bu sözler Abdülhamit’i rahatlatmıştı. Ardından Layard, İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile ilgili planını açıkladı.

Mesele şuydu: İngiltere, Osmanlı Devleti ile yapacağı herhangi bir savunma antlaşmasının gereği olarak bir yandan  Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’nın ağır şartlarını hafifletmeye çalışacak, diğer yandan da Osmanlı Devleti’ne herhangi bir saldırı olması halinde onun yanında yer alacaktı. Ayrıca İngiliz Hükümeti, Yeşilköy’deki Rus ordularını buradan uzaklaştıracaktı. Bunları duyan Abdülhamit çok memnun oldu ancak, öylesine hasta, uykusuz ve dermansızdı ki, Layard’a bundan sonrasını Başvekil Sadık Paşa’ya anlatmasını söyleyerek odasına çekildi.

İngilizlerin küçük (!) şartı

Layard’ın Sadrazam Sadık Paşa ve Hariciye Vekili Safvet Paşa’ya sunduğu taslakta bütün bunların karşılığında küçük bir şartları vardı: Kıbrıs’ın idaresini istiyorlardı. Böylece hem Osmanlı Devleti’nin güneyde güvenliği sağlanacaktı hem de bölgeye İngiliz sermayesinin akması mümkün olacaktı. İki paşa bu şartı duyunca, padişaha sormadan evet diyemeyeceklerini belirterek Layard’dan birkaç saat müsaade istediler. Anlaşılan Padişah olur vermişti ki, görüşmeler devam etti. Sadık Paşa, taslağa, Rusları kışkırtmamak için iki devlet arasında savunma antlaşması imzalanmadan, İngilizlerin Kıbrıs’a birlik çıkarmaması şartını eklemek istedi ancak Layard, Lord Salisbury’nin gönderdiği metne herhangi bir ekleme yapamayacağını belirtti. Sadık Paşa ısrar etmedi, taslak Bakanlar Kurulu’na sunuldu ve onaylandı.

Abdülhamit, 26 Mayıs 1878 günü, akşam saat 8:00’da antlaşma metni kendisine sunulur sunulmaz imzasını bastı. Bu durum Layard’ı bile şaşırtmıştı. Altında Sadık ve Safvet Paşalarla Layard’ın imzası bulunan antlaşma metninde şunlar yazmaktadır: “Şayet Rusya, Batum’u, Kars’ı elinde tutmağa çalışırsa veya Sultan’ın belli antlaşmalarla sahip bulunduğu kabul edilmiş topraklarını almak için bir saldırıda bulunursa, [İngiltere] buraları silahlı güçlerle savunmak için Osmanlı Devleti ile müttefik olmağı taahhüt eder. Öte yandan, Sultan idaresinde bu topraklarda yaşayan Hıristiyan ve diğer vatandaşlarının korunması için (sonradan iki güç arasında üzerinde anlaşılacak) gerekli reformlar yapmağı, İngiltere’nin taahhütlerini yerine getirebilmesi için Kıbrıs adasının İngiltere tarafından kullanılmasını ve idare edilmesini kabul etmektedir.”

Helicon zırhlısı Ortaköy’de

Antlaşmanın imzalandığı gün Abdülhamit, Layard’ı çağırtarak, Ali Suavi (Çırağan) hadisesinin sanıldığından çok daha ciddi olduğunu, ailesinin ve kendisinin hayatının tehlikede olduğunu söylemiş ve işin içinde İngilizlerin olduğunu düşündüğünü ima etmişti. Layard kendisini ikna edince de, İngiliz gemilerinden birinin Ortaköy önlerine getirilip demirlemesini istemişti. Layard bu endişeye katılmasa bile, Helicon adlı geminin Çırağan’ın önüne demirlemesini sağladı. Layard’a göre Abdülhamit o güne dek görülmemiş bir çeşit ‘cinnet hali’ içindeydi. İşte Abdülhamit böyle bir haletiruhiye içinde 4 Haziran 1878 tarihinde Kıbrıs’ı İngiliz idaresine resmen devreden antlaşmayı imzaladı.

Kıbrıs’ı kolaylıkla Osmanlı Devleti’nden koparan Layard, Kraliçe tarafından “Grand Cross of The Bath” nişanı ile ödüllendirildi. Abdülhamit bir süre sonra vehimlerinin yersiz olduğunu fark etti ve antlaşmadan caymaya çalıştı ama iş işten geçmişti.

Neyse ki, İngilizler sözlerini tuttular 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’yla, Rusları aşırı güçlendiren Ayastefanos Antlaşması’nın bazı maddelerinin hafifletilmesini sağladılar. Ancak, Osmanlı Devleti, yine de büyük toprak ve büyük nüfus kaybına uğradı. Ayrıca, 800 milyon altın franklık savaş tazminatı ödemeye mahkûm edildi.

İngiliz parmağı var mıydı

Kıbrıs’ın elden çıkması ile Abdülhamit’in Çırağan Olayı’ndan aşırı etkilenmesi arasında doğrudan ilinti olduğu için, olaylarda İngilizlerin parmağı olduğu ileri sürülmüştür. Bunun en büyük nedeni Ali Suavi’nin karısının İngiliz olmasıdır. İddialara göre Ali Suavi’nin öldürülmesinden sonra eşi, evdeki evrakları yakmış ve memleketine gitmiştir. Ancak İngiliz arşivlerinde çalışan tarihçi Hüseyin Çelik’e göre, olayda İngiliz parmağı yoktur, karısı da sıradan biridir. Ayrıca o dönemde İngilizlerin Osmanlı karşıtı olması rasyonel değildir, çünkü Abdülhamit o sırada İngiliz yanlısıdır ve onun yerine yarı deli kardeşinin tahtta olması İngilizler açısından risklidir. Ancak İngilizler, her zaman olduğu gibi bu olaydan da kendi çıkarları için yararlanmışlardır.

Mason kardeşliği mi

Bazı kaynaklara göre olayın arkasında masonlar vardır. Çünkü V. Murad, Osmanlı’nın ilk ve tek mason padişahıdır. Daha gençliğinde, Abdülaziz’den sonraki taht sırasını garanti altına alabilmek için, o sıralar ülkelerde iktidarları belirleme gücüne sahip olduğu düşünülen mason locasının desteğine ihtiyaç hissetmiş ve mason olmuştur. Ali Suavi de masondur. Bu girişimi destekleyen başka önemli masonların da olması, bu iddiaların dayanağı olmuştur.

Nitekim V. Murad, 1878 temmuzunda Mason olan Avukat Kleanti Skalyeri, Aziz Bey ve Ali Şefkati Bey tarafından, bir kez daha Çırağan Sarayı’ndan kaçırılarak tahta geçirilmek istenecektir. Bu başarısız girişim tarihe ‘İkinci Çırağan Olayı’ olarak geçer. İki olay arasında ilişki olduğuna dair herhangi bir emare bulunmamakla birlikte, her iki olayın yakalanabilen failleri Taşkışla’da kurulan Divan-ı Harb’de birlikte yargılanırlar, ölüm, hapis ve sürgün cezalarına çarptırılırlar. Abdülhamid daha sonradan idam cezalarını müebbet hapse çevirir. Ancak Ali Suavi’nin mektubunu Basiret gazetesinde yayımlayan ‘Basiretçi’ Ali Efendi, olaydan sonra Ali Suavi’ye en ağır hakaretleri sıraladığı halde, Kudüs’e sürülür ve Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edildiği 23 Temmuz 1908’e kadar orada kalır.


Özet Kaynakça:
Necdet Sakaoğlu, “Çerkez Hasan Olayı” ve “Çırağan Olayı” maddeleri, İstanbul Ansiklopedisi, 2. cilt, s. 488 ve 501-503, Tarih Vakfı Yayınları, 1994; Hüseyin Çelik, “Kıbrıs’ın İdaresi İngiltere’ye Nasıl Bırakıldı?”, Tarih ve Toplum, S. 97, Ocak 1992, s. 27-31, “İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Layard’ın Londra’daki Bakanı’na Gönderdiği İki Mektup”, Tarih ve Toplum, S.98, s.18-21 ve “Çırağan Hadisesi Bir İngiliz Tertibi miydi?”, Tarih ve Toplum, S.103, s.42-48. (Kıbrıs’ın İngilizlere geçişinden Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 müdahalesine kadarki dönem için, 27 Temmuz 2008 tarihinde yine bu sayfada yayımlanan “Otello’nun güzel ülkesi Kıbrıs” başlıklı yazıma bakılabilir.)

TARAF

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum