KHK’lı İBB’li Ayrımı Tartışmaları’nda Tutarsızlık ve Hakkaniyetli Yaklaşım
Önce 3 yıldır sürgit devam eden KHK’lılık olgusuna ve KHK’lıların seslerine kulak verelim.
İstanbul KHK Platformu iki gün önce Üsküdar’daki Karacaahmet Mezarlığı önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamanın mezarlıkta yapılmasının iki sebebi olduğu anlaşılıyor. Biri, “diri diri mezara gömüldükleri”; diğeri “dirilere seslerini duyuramadıklarını”na ilişkin kamuoyunun dikkatini çekmek.
“Ölüm KHK’larına direniyoruz” pankartıyla basın açıklaması düzenleyen KHK’lılar, uzunca bir zamandır maruz kaldıkları durumu “sivil ölüm” olarak nitelemekteler. Ailelerle birlikte milyonları bulan mağduriyetlere getirdikleri sosyolojik sıfat da “sosyal soykırım”
İrtibat, iltisak, hiçbir somut gerekçe gösterilmeden işlerinden edilmelerini, isimlerinin liste liste internette yayımlanmış olmasını, başka yerlerde çalışmalarının engellenmek istendiğini de vurgulayan KHK’lılar, bir yandan, haksızlığa uğradıklarını bile bile susan ya da mazeretler üreten kesimlere sitem ederken, diğer yandan çevrelerinden işite geldikleri “masumsan dönersin” sözünün kahrediciliği karşısında sitemkârlar.
Sürecin uzaması ve maruz kaldıkları damgalanmanın da tesiriyle içlerinde kanser gibi ciddi rahatsızlıklara maruz kalanlar ve intihar eden, etme girişimlerinde bulunanlara ilişkin de hem genel anlamda kamuoyuna, hem de yanlış kriterlerle yaşananlara sebebiyet veren yetkililere kızgınlar.
İstanbul KHK Platformu tarafından okunan basın açıklamasında, yaşananları şöyle özetlediler:
“KHK adı verilen ölüm listeleriyle hiçbir savunma hakkı tanınmadan haksız ve hukuksuz bir şekilde işlerinden edilen yüzlerce kamu çalışanı yaşadıkları sürecin ağırlığına dayanamayarak amansız hastalıklara yakalanıp yaşamlarını yitirmiş, onlarca kamu emekçisi intihar ederek yaşamına son vermiştir. Bunun yanında çıkarılan KHK’lara dayandırılarak getirilen ‘Güvenlik Soruşturması’ uygulamalarıyla yüz binlerce genç atama yeterliliğine sahip olsalar da görevlerine başlatılmadı. İşsizliğe mahkûm edilmişlerdir.
İhraç olanlar, sadece işlerinden edilmekle kalmamış, çalışma hakları, seyahat hakları, fikir hürriyetleri, seçilme hakları gibi en temel insani haklarından men edilmiş, vatandaşlık hakları geriletilerek neredeyse vatandaşlık statüsünden çıkarılarak ‘sivil ölüme’ terk edilmişlerdir. İhraç edilen kamu emekçilerinin mahkemelere müracaat hakları da ellerinden alınarak, kendilerine zorunlu ve tek adres olarak gösterilen OHAL Komisyonu da adil bir inceleme gerçekleştirmemektedir.”
OHAL Komisyonu’nun incelediği 84 bin 300 dosyanın 77 bin 600’ünün reddedildiğinin hatırlatıldığı açıklamada, OHAL Komisyonu’nun ‘Oyalama Komisyonu’na dönüştüğü ve lağv edilmesi gerektiği de vurgulandı.
Her açıdan haklı olmaları bir yana, vurgulanması en temel olan husus bir hukuksuzluğa maruz kalmış olmalarıdır. Öte yandan örgütlenmelerinin sosyal medya dışında yaygın olmayışının da çeşitli haklı korkularla yakın ilgisi var; bu tarz eylemliliklere katılımın azlığı da çoğunlukla bundan kaynaklanmakta. KHK’lıların geniş bir muhafazakar zümreyi de içinde barındıran toplumun her kesiminden oluşması da ayrıca altı çizilmesi gereken bir gerçeklik. Nitekim kendileriyle alakalı farklı algıların ortaya konmasının kolaylaşmasında da bu çeşitliliğin payı var. İsteyen istediği noktadan bu zümreyi nitelendirip inanmak istediği şeye o veçheden yaklaşabilmekte.
Dindar görünümüyle maruf geniş muhafazakar sosyolojiyi “fetö tabanı” olarak algılamak da, farklı seküler kesimlere bakıp buradan “hdp’li, solcu, iltisaklı vs.” kotaranların da nasıl görmek istiyorlarsa öyle bakabilmelerini mümkün kılan ve aslında sürecin nasıl işletildiğini gözler önüne koyan gayet doğal bir mozaik bu!
Haksız karşılaştırma ve dezenformasyon malzemelerinin konusu edilen İBB’den atılan işçiler meselesine geçmezden evvel, konuyla ilgili sosyal medyadaki paylaşımlarımızdan bir kısmını şuraya iliştirelim:
“KHK’lıların uğradıkları hukuksuzluk, üzerlerine sıçramış olan ithamlar yüzünden görülmez oldu. Geri dönerim umudunun diri tuttuğu korku yüzünden gönül rahatlığıyla meydanlara da çıkamadılar. Mağduriyetleri trajedilere dönüştü.
Vebalı muamelesi gördüler. İşlerinden uzaklaşmaları da yetmedi, bazı alanlarda iş yapmalarının da önü tıkandı. Legal sahada piyasa iş vermekten çekindi. Toplum tarafından "ateş olmayan yerden duman çıkmaz" muamelesi gördüler. Aileleri parçalananlar, intihar edenler oldu.
Takipsizlik beraat aldıkları, aklandıkları halde işlerine geri dönemediler. Mesela İBB'deki işçilerin arabuluculuk ve mahkeme sonucu hukuken elde edebilecekleri haklardan halen uzun süredir mahrumlar. Hukuk felsefesinde olmayan bir eşitsizliğe maruz kaldılar. Mahkeme kararları olmaksızın serdedilen "Devletin tasarruf yetkisi" mottosu yaşadıkları muamelenin biricik meşruiyet umdesi gibi lanse edildi uzun bir süre. Masumiyet karinesi aleyhlerinde çiğnendiğinden ötürü çevrelerinden de aforoz ve ambargolara maruz kaldılar. Toplumda açılan tamiri güç sosyolojik yaraların baş aktörü oldular. İçlerinde sağlık çalışanı olanların özelde çalışma izinlerini kazanmaları TBMM'deki ciddi mücadelelerin ardından gerçekleşti. Medyada Steteskopun ucuna konan el bombası tasviriyle, -haklarında bir yargılama olmaksızın- terörist oldukları propagandası yapıldı.
Meseleye kimliksel bakanlar açısından önemli bir dipnot: Sanıldığının aksine "iktidara muhalif" kesimlerden değil, çoğunluğu muhafazakar insanlar (tıpkı İBB'deki işçiler gibi. Onların farkı kendilerine böyle bir piyangonun, yani KHK'lılık payesinin isabet etmemiş olması!!)
Onların farkı CHP tarafından mağdur edilmiş olmak. KHK'lılar iktidar tarafından yürütülen evrensel hukuk normları açısından sorunlu bir sürecin kurbanları, İBB işçileri de bu normlar konusunda olabildiğince fütursuz, umarsız, ideolojik hukuksuzlukların bolca örneklendiği bir tarihe sahip olan CHP siyasetinin. Hukuksuzluğun motivasyonu ne olursa olsun, sonuç aynı! İdeolojik çatışmaların ve adaletsiz hukuksuz yaklaşımların, tahlillerin, bakış açılarının kurbanları olmaları. Şimdi vakit her iki kesimin kurbanlarının da birbirleri hakkında gereğince empati yapmaları. Empati yapması gerekenlerin sadece mağdurlar olmadığının da kavranması!..”
İBB’li İşçiler ve Haketmemeleri İçin Sarfedilen Mağduriyet Vasfı
Günlerdir İBB’de işlerinden edilen işçiler konusu da ziyadesiyle kamuoyunun gündeminde. Onlar da tüm haklı pozisyonlarına rağmen haksız ithamların, ölçüsüz karşı çıkışların, karşıt siyasi pozisyonu tahkim etmek için kendilerini gündemleştiren ya da yine karşıt siyasi pozisyonu tahkim etmek için kendileri hakkında spekülasyon üreten suiistimalcilerin kurbanları hükmüne evrildiler.
Sözü uzatmadan, öncelikle yine sosyal medyada konuya ilişkin değinilerimizin bir özetini sunalım:
“Hangi motivasyonla gerçekleşirse gerçekleşsin hak gaspı hak gaspıdır. İşçileri AK Parti ile özdeşleştiren ya da ‘bunlar daha önce Binali için eylem yapmışlardı müstehaktır’ diyerek vicdanlarını susturmaya kalkışanlar, hakikatin üzerini iç tutarsızlıkları ve tarafgirlikleriyle örtmekten başka bir işlev görmemektedirler.
İmamoğlu, önce ‘seçim sürecinde işe alınanlar’ deyip ardından binlerce işçi kıyımına imza attıktan sonra ses vermenin bir anlamı yoktur. ‘AKP de şunları yaptı ama...’ diyerek sürecin yükünü bu mağdurların üzerine yıkmak da ayrı bir haksızlıktır."
“Devletin Tasarruf Yetkisi”nin Hukuksuz Pratiklerini Kimliklere Göre mi Ayrıştıracağız?
“Devletin tasarruf yetkisi vardır" sözüne başından beri karşı çıkanlar, kimliksel yaklaşıma savrulup ‘belediyenin tasarruf yetkisi’ni her türlü hakkın üzerine çıkarırsa aynı düzlemde bir zulüm çarkına teslim olmuş olunmaz mı? AKP'nin iktidar olmanın verdiği güçle yaptığı yanlışların topluma verdiği zarar düzeyinin yüksek olması, CHP belediyelerinin mağdur etmeye ve mağduriyet katsayısını katlamaya çalıştıkları sürecin görmezden gelinmesini, hafifsenmesini, burun kıvrılmasını gerektirmez…
Doğru olan ideolojik kimliksel sarmal ya da öfke halinden sıyrılıp hakkı evrensel normlar çerçevesinde savunmaktır. Tıpkı daha vahim olduğu açık olan konularda olduğu gibi.
Allah cümlemize, tüm meselelerde evrensel vicdan(fıtrat) ve hukuk normları çerçevesinde adil bir bakış, anlayış v tutum sergilemeyi nasip etsin. Vicdanlarımizi salt ideolojik kimliksel tutumların esiri kılmaktan salih ameller vesilesiyle kurtarsın…
…
AKP’nin savurganlığına karşı tasarrufa gidiyorum iddiasıyla ideolojik tutumunun üzerini örttüğünü zanneden CHP’lilerin, esas belediyenin şimdi açılacak iş hukuku davaları üzerinden ciddi zarara uğratılacağı üzerinde düşünmeye vakti oldu mu bilemiyoruz. Siyasi hırslar, tutulmayan sözler ve bir türlü aşılamayan ideolojik körlük
topluma, siyasete ve adalet duygusuna zarar vermeye devam ediyor. Ciddi, köklü sistemsel değişikliklere ihtiyacımız var. İktidarı ve muhalefetiyle yapboz oyunlarından ve “benyaptimoldubitti”lerden toplumu kurtarmak kaçınılmaz.”
Devlet/iktidarın kriter yanlışları üzerinden hukuksuzluğa sapmasından haklı olarak bahsederken, sms yoluyla ve hiçbir somut sebep ortaya koymadan hukuksuzca işten çıkarmalar nasıl makul görülebilir!
Tüm bu gelişmelerdeki ilk ve yegane haklı motivasyon hak ve hukuk konusu değil midir?
Üstelik medyada dolaşan iddialar, işçilere işten çıkartma sebeplerinin yazılı olarak bildirilmediği hukuksuzluğunu makulleştiremeyeceği gibi, -her ne hikmetse bir komisyon kurup araştırmaktan imtina edilen- sebeplerin mağduriyete haklılık kazandıramayacağı, işçilerin bütün bunlardan sorumlu olmadığı da ortadadır.
Hele ki bazı mahfillerde İBB’li işçilerin diğer mağdurları görmedikleri, muktedirlerin mağdur ettiği kesimlerin karşısında oldukları gibi argümanlar ileri sürmek ise tam bir akıl tutulmasıyla açıklanabilir ancak. Bu ne genellenebilir bir durumdur, ne de hak sahiplerinin kimliklerine ve siyasi sosyal meseleleri çözümleme düzeylerine göre ayrıştırılması sağlıklı bir yaklaşımdır. Bunun zaten hukuksal bir karşılığı olmadığı gibi, aynı ahlaki-siyasi ölçü sorunları bu ülkede hemen her kesim için geçerlidir. Meselelerin künhünü kavrama cehdi gayreti göstermeme, kulağımıza her üflenene, gözümüze sokulana sırf bize makul geldiği için ivedilikle “tatmin olma” tavrımız sürdükçe bu olanlara hem maruz kalacağız hem de maruz bırakacağız!
Empati Vicdanları Islah Eder ve Mağdur Mağdurdur, Kurban da Kurban…
Sonuçta mağdur mağdurdur, kurban da kurban. Dozaj farkı sonucu değiştirmiyor. Her kesimin en fazla ihtiyacı olan husus empatidir. Ve yine her kesimin "özel" destekçilerinin de. Bu konularda kimliksel yaklaşımların törpülenmesine ihtiyaç olduğu izahtan varestedir. Gerçeklik bunun ötesinde seyretse de nesillere örneklik teşkil edecek ideal tutum budur. Diğer türlü ne "bizim kesim" ne de birçok tutarsızlıkla kıvranan farklı kesimler bu dön baba dönelim oyununu sürdürecektir.
Destekçiler ya da suistimalcilerden daha önemlisi hakiki kurbanlardır. Çünkü her kesimin motivasyonları farklı ve özellikle mahallelerden südur eden dezenformasyonlar ve yalan yanlış bilgilere de ram olmaya hevesliler. Bu hevesleri kursaklarda bırakacak ve doğru yöntemlerle vicdanları düşündürtmeye çalışacak duruşlara ihtiyaç vardır!
Dozaj Farkına Vurgu Adaleti Sağlar mı?
Meseleyi yaşanan dramların dozaj farkıyla ya da örgütler/siyasi partilerin suiistimalleriyle açıklamaya çalışanlara aynı dozaj farkının ülkeleri yıkılan, evleri okulları bombalanan, vahşi insanlık suçlarından kaçmaya çalışırken ölen, katledilen insanlara dönük serdedilen ölçüsüz, zalimane yaklaşımlar için de düşünmeleri gerekmez mi?
Bu tür gayrı vicdani karşılaştırmalara sosyal medyada çokça denk gelmekteyiz. Mesela herhangi bir sebepten ötürü mağdur olanların mülteci dramını gündemleştirenlere “bizi neden görmüyorsunuz?” sitemi makul, vicdani insani ölçülerle harmanlanmamışlıktan kaynaklanmakta ve en hafif tabirle ayıplanacak bir durumdur. Kendi durumunun gündemleşmesini arzu eden bir kişinin yaklaşımı bu olmamalıdır. Her türlü hakkaniyet meselesinde farkındalığın artması için çaba göstermek olmalıdır.
Öte yandan toplumsal tabanda bu tarz çelişkilerin oluşması, toplumsal bilincin bu konularda gelişmemişliği açısından -süreç içerisinde gelişebilir umuduyla- bir parça tolere edilebilir olsa da, mağduriyetleri gündemleştirme açısından önde giden konumda olan insanların KHK’lıları, Bylock mağdurlarını ya da İBB’li işçilerini görüp gözetmelerine rağmen mesela Suriyeliler konusunda ırkçı, mezhepçi, tarafgir, ideolojik bir vurdumduymazlık ve/veya vicdan kanartıcı karşıt bir pozisyon almaları makul karşılanabilir, tolere edilebilir değildir. Bu noktada kimlikçi tavrın, hudutsuz öfkenin, saf ve onulmaz ideolojik hastalıkların etkili olduğu görülebilmelidir.
Hak, sadece bizim işimize geldiğinde, muhalif konumumuzu pekiştirdiğinde alet edevat hükmünde olan, siyasi stratejilerimizin aparatı bir olgu değil, evrensel bir norm, her türlü felsefi yaklaşımın ötesinde olması gereken evrensel hukukun ideolojiler üstü kabulü, insanlığa, herkesin aynı anda ve düzeyde kavrayabileceği ortak bir dille hitap eden vahyi mesajların temelidir.
YAZIYA YORUM KAT