Keşmir Sorunu BM’nin Acizliğini Bir Kez Daha Açığa Çıkardı
Keşmir sorununun asıl kaynağının İngilizlerin işgalini müteakip bölgenin bugün Hindistan’a düşen tarafının Cammu idarecilerine satılması olduğunu belirten Zekeriya Kurşun, sorunun çözümünde BM’ye bağlanan umutların tükenme aşamasına geldiğini vurguluyor.
Zekeriya Kurşun’un Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde yayımlanan konuyla alakalı yazısı (04 Mart 2019) şöyle:
Bir Keşmirli Müslüman Kaç Para Eder?
Dünya ABD ile Rusya’nın Ortadoğu’daki çekişmeleri ve Suriye üzerine süren pazarlıklarıyla meşgul iken gündeme yeni bir problem daha düştü. Pakistan ile Hindistan savaşın eşiğine geldiler. Tıpkı, Türkiye’nin Rusya ile yaşadığı uçak krizi gibi iki taraf arasında yaşanan ve birbirini suçlayan açıklamalar akabinde kadim sorunları ile dünya gündemine yeniden girdiler.
KEŞMİR BİR PAKİSTAN SORUNU DEĞİLDİR
Hindistan’ın kuzeybatısında ve Pakistan’ın kuzeydoğusunda yer alan Keşmir 1947 yılından beri iki ülke arasındaki en temel sorunlardan birini oluşturmaktadır. Her ne kadar Keşmir sorunu, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Hindistan’dan ayrılıp kurulan Pakistan’ın tarihi ile özdeşleşse de çok daha eskilere dayanmaktadır.
Moğol İmparatorluğu ve hanlıklar zamanında İslamlaşmasını tamamlayan Keşmir zaman içinde bölgede egemenlik kurmak isteyen bütün güçlerin çekişmesine sahne olmuştur. Çoğunlukla bölgenin kaderi işgalci güçler tarafından belirlenmiştir. Ancak bugünkü sorunun asıl kaynağı İngilizlerin işgali akabinde, Keşmir’in bugünkü Hindistan tarafını temsil eden Cammu idarecilerine 500 bin Rupi karşılığında satılmış olmasıdır. Bu hesaba ve o tarihteki nüfusa göre her bir Keşmirli yaklaşık üç rupiye satılmak suretiyle işlenen bu büyük suç, sözde köleliği kaldıran bir milletin utanç sahifesine yazılmıştır. Tabii olarak yerli Müslüman ahali bu durumu protesto etmiş ve zaman zaman isyanlar yaşanmıştır. Ancak İngiliz idaresinin Filistin’de yaptığı gibi 1930’lu yıllarda buradaki düzenlemeleriyle, Keşmir Müslümanlarının eli-kolu bağlanmıştır. Hatta bir çıkış yolu bulmak umuduyla kimi Müslüman liderler Hindistan’ın ılımlı yöneticileri ile işbirliği yapmayı yeğlemişler ama bir fayda elde edememişlerdir.
1947 yılında Pakistan bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktığında, çoğunluğu Müslüman emirliklerden oluşan Keşmir, bir Hindu olan Gulab Singh’in idaresi altındaydı. Pakistan-Hindistan bölünmesi esasında dini bir ayrışmayı, yani Müslüman-Hindu bölünmesini temsil ediyordu ve normalde Keşmir Müslümanlarının da bütünüyle Pakistan’a katılması bekleniyordu. Fakat bu gerçekleşmedi. İngilizlerin Hindistan lehinde aldıkları pozisyon sayesinde Keşmir ikiye bölünerek, büyük çoğunluğu Hindistan tarafında kaldı. Böylece tarihi sorun daha da kemikleşti ve içinden çıkılmaz bugünkü halini aldı. İki taraf arsında çizilen 740 km’lik kontrol hattı, sürekli ihlallere ve çatışmalara neden oldu.
Tarihine baktığımızda Keşmir sorunu, 1947’den itibaren dünyadaki konjonktüre paralel olarak her beş-altı yılda bir gündeme girmektedir. Nitekim her iki taraf, ilişkilerini bu sorun üzerinden düzenlemekte ve hatta savunma harcamalarını da bu soruna paralel yapmaktadır.
Hindistan’ın, Keşmir’in kendisine ait olduğu iddiasına karşılık, Pakistan’ın efsanevi lideri Cinnah’ın bölgenin geleceğini bir plebisit (oylama) ile belirleme teklifinin reddedilmesi soruna yeni bir boyut kazandırmıştır. Keşmir Müslümanlarının isyanı ve taraflar arasında başlayan ilk savaş 1949 yılına kadar sürmüştür. Ocak 1949’da BM’nin girişimiyle ateşkes sağlandığında Keşmir’in yüzde 65’lik bölümü Hindistan kontrolünde kalmıştır. 1957 yılında çıkarılan bir yasa, ateşkese bağlı kontrol alanlarının Hindistan ile birleştirilmesi, problemi yeniden alevlendirecek ve iki tarafı 1965 savaşına sürükleyecektir. Birleşmiş Milletler (BM) ateşkesi sağlasa da sorun tasfiye edilmeyince, 1971 yılında başlayan üçüncü savaş milyonlara ulaşan bir mülteci sorununu da beraberinde getirecektir. Indra Gandi ve Ziyaülhak’ın sorunu tasfiye girişimleri her ikisinin de siyasi hayatına mal olurken; Hindistan kontrolündeki Müslümanların Pakistan ile birleşme hayalleri hiç tükenmemiştir. İki tarafın geliştirdiği ve aynı yıllarda denenen füze sistemleri ve nükleer güce erişimleri sorunu kısmen soğutmuş olsa da ortadan kaldıramamıştır.
BM YETERSİZ KALMIŞTIR
Sorunu sadece sınır ve egemenlik alanları paylaşımı olarak anlamak yanlıştır. Sorunun özünde yeni dünya kurulurken haksız ve adaletsiz bir şekilde yapılan/yaptırılan paylaşımlarve özellikle günümüze has zannedilen, fakat gerçekte asırlardır Avrupalıların içinde barındırdıkları Müslüman korkusuyatmaktadır. Hindistan’ı keşfeden Avrupalılar ve özellikle 19. yüzyılda bölgeye yerleşen İngilizler, kendilerine itaat ettiremedikleri Müslümanları sürekli baskı altında tutmayı ve onları Hindulara göre ötekileştirmeyi sağlamışlardır. İşte bugün yaşanan problemin temelinde bu tarihi hakikat yatmaktadır.
Diğer taraftan, II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra uluslararası ilişkileri yeni dünya düzenine göre düzenlemek ve dünya barışını sağlamak maksadıyla kurulan BM’nin önüne gelen, İslam âlemine ait hiçbir meselenin çözülememiş olması da dikkat çekicidir. Filistin meselesi ile Keşmir meselesinin dünya gündemine girmesi hemen hemen aynı döneme rastlamaktadır. Bir başka ilginç durum da sorunların ve taraflar arasındaki savaşların birbirine yakın veya aynı dönemlerde meydana gelmesidir. İki meselede de temel aktör İngilizlerdir. Filistin ve Keşmir konularında BM’nin aldığı kararlar sorunları çözmek yerine daha da tırmandırmıştır. Bu bağlamda Pakistan’ın bugün Türkiye’den ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan aracılık talep etmesi boşuna değildir. Nitekim Hindistan’ın da sessiz kalarak zımnen bu talebi onaylaması her iki tarafın da BM’den umutlarını kestiğini göstermektedir.
Hülasa, dünya kalpgâhının merkezinde yer alan Türkiye’nin, konumu ve tarihi geçmişi ile barış tesis etme sorumlulukları ve zorunlulukları vardır. Fakat ne yazık ki; hâlâ ülkemizde “barış tesisi” konusunda çalışmalar yapan hiçbir enstitü veya araştırma merkezi bulunmamaktadır.
HABERE YORUM KAT