Keşke Hayırla Anabilseydik!
Dünya hayatının bir cazibesi var.
Bu, büyük ölçüde dünya nimetlerinin, imkânlarının ve zevklerinin peşin sunulmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla bazıları bunun etkisinde kalarak peşin olan azı veresiye olan çoğa tercih ediyorlar. Arada büyük fark olmasına ve peşinin sadece imtihan olarak sunulduğunun bilinmesine rağmen. Üstelik veresiyenin kazanılması, peşinden tümüyle vazgeçilmesini gerektirmiyor. Belli kurallara, hukuka göre yararlanmayı, çizilen sınırların dışına çıkmamayı, yerine göre kendi kişisel çıkarlarından fedakârlık ederek haklının yanında yer almayı, haksızlıklara ve zulme karşı durmayı gerektiriyor. Bu konudaki duyarlılık insanlara örnek olmaları gereken ilim adamları açısından daha büyük önem taşıyor.
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Eğer insanlar (küfürde) tek bir ümmet olacak olmasaydı Rahman’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık. Evlerine kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar (yapardık). Ve (nice) süsler (verirdik). Bütün bunlar dünya hayatının geçimliğinden başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbinin katında takva sahipleri içindir.” (Zuhruf, 43/33-35)
Bu âyetler birçok yönden düşündürücüdür. En başta, içinde geçtiği sûreye adını veriyor. Zuhruf, altın, gümüş, pırlanta gibi süslere denir. Yukarıda mealini verdiğimiz 35. âyette geçen zuhruf kelimesi de bu sûreye ad olmuştur. Yani surenin başlığı buradaki mesajdan çıkarılmıştır.
İkinci olarak, dünyanın geçici nimetlerine aldanma ve onlara sahip olanlara özenme konusunda insanın zaafına dikkat çekiliyor. Öyle ki dünyada bu nimetler özellikle inkârcılara, küfür ehline verilseydi hemen herkes onlara özenerek küfre yönelebilir, geçici nimetlerin peşin verilmesinin aldatıcılığının etkisinde kalabilir, bu yüzden küfürde tek bir ümmet olabilirlerdi. Yani peşinle veresiye arasında bir tercihle karşı karşıya kalsalardı hemen hepsinin peşini tercih ederek inkârcı olmaları tehlikesi vardı. Fakat Yüce Allah lütfederek böyle bir tercihle karşı karşıya bırakmamış, sadece nimetlerle ve zorluklarla imtihan etmiştir.
Üçüncü olarak dünyanın geçici imkânlarına, nimetlerine ve kolaylıklarına kendilerini kaptırarak Allah’ın yolundan çıkanlar kalben mutmain olarak tercih yapmıyor, söz konusu nimetlerin cazibesine, peşin elde edilenin çekiciliğine aldanıyorlar. O yüzden kendilerini hesaba çekmek, hatalarını görmek için kafa yormak yerine yaptıklarının doğruluğuna kendilerini inandırmak için çaba harcıyorlar. İlim sahiplerinin bunu başarması daha kolaydır. Çünkü deliller üzerinde kelime oyunları yapmanın, ifadeleri çarpıtmanın, içtihat iddiasıyla tutarsız te’villere başvurmanın inceliklerini bilirler. Yaptıkları bu çarpıtmalara belki halkı inandırmaları mümkündür. Zira yerine göre bu tür çarpıtmalar, teviller onların da dünyanın nimetlerinden yararlanmada kırmızıçizgileri aşmalarına imkân sağlıyor. Halkı ikna ettiğini gören ilim sahibi kişi artık doğru yolda olduğundan emin bir şekilde ilerler. Oysa yaptığıyla etrafına topladığı kitleyi ve kendini yanılttığını, o kırmızıçizgileri belirleyen Yüce Allah’ı asla yanıltamayacağını düşünmez.
Dördüncü olarak Yüce Allah’ın dünyanın bazı cazibelerini bu dünyadaki imtihanın bir zor sorusu olarak sunduğunu anlıyoruz. Çünkü çekiciliğinden dolayı bütün kitleleri küfre yöneltmesi tehlikesi olmasa inkâr edenlerin evlerine hayal edilemeyecek süsler, güzellikler verebileceğine işaret ediyor. Fakat insan nefsindeki zaaf sebebiyle bu zor soruyu çok kullanmadığını da hatırlatıyor. Öyleyse bu zor soru karşısında dikkatli olmak ve dünyada şer’î yollardan kazanılmayan nimetlerin güzelliğine, çekiciliğine aldanmamak gerekir.
Beşinci olarak bütün bunların bir rüya gibi gelip geçeceği, bu rüyaya kanıp da Allah yolundan çıkanların gerçek hayatı kaybedecekleri hatırlatılıyor. Dolayısıyla dünyada güç ve hâkimiyeti zulümde kullananların payandası olmamak, haksızlıklara arka çıkmamak, her zaman hakkın ve haklının yanında olmak gerekir.
Ne yazık ki son Ezher Şeyhi Seyyid Muhammed Tantavi, yıllarını ilim tahsiline ve tedrisine vermesine rağmen dünyadaki imkânların ve nimetlerin cazibesine kapılarak sahip olduğu ilmi zalimlerin haksız uygulamalarına dayanak bulmada kullandı. Sonunda rüya bitti ve gerçek hayat başladı. Onu ölümünden sonra hayırla anmayı ne kadar çok arzu ederdik. Ama Ezher’de yüz örtüsüne yasak getiren, Gazze’deki mazlum halkın boğazının sıkılması için inşa edilen çelik duvarın caiz olduğuna hükmeden, Fransa’daki zulüm rejimine başörtüsü yasağı için fetva bile yetiştiren şahsı nasıl hayırla analım?
Riyad’da vefat ettiği için Medine’de Baki’ kabristanına defnedeceklermiş. Ne diyelim artık, Allah Baki’ kabristanında medfun olanlara sabır ve kolaylık versin. Zor bir komşu geliyor.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT