Kendinizi özgür hissetmek için neye ihtiyacınız var?
Gökhan Özcan, insanların istek ve arzularının belirlenmiş olduğu bir vasatta özgürlüğün imkanını tartışıyor.
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Kendi zihnimizde miyiz?
Yaşamak tabiatı gereği sürekli seçimler yapmamızı gerektiriyor. O yoldan mı gideceğim bu yoldan mı? O yemeği mi yiyeceğim bu yemeği mi? Şu kazağı mı alacağım şu gömleği mi? O partiye mi oy vereceğim bu partiye mi? Hayatın her anında önümüze çıkan seçenekler arasından böyle irili ufaklı sayısız tercihlerde bulunuyoruz. Bunu yaparken bütün seçeneklere karşı sıfır noktasında mıyız, yoksa seçimlerimizi etkileyen dış faktörler var mı? Objektif ya da özgün tercihler yapabiliyor muyuz, yoksa birileri zihinlerimizi neyi tercih edeceğimiz konusunda kodluyor mu? Şu bir gerçek, bu yüzyılda yaşayan hiç kimse sabahlara boş beyaz bir sayfa gibi tertemiz zihinlerle uyanmıyor. Yaptığımız hiç bir tercih de açıktan ya da sinsice gözümüze sokulan (en hafif tabirle) yönlendirici birtakım unsurlardan ari değil... Yani hiçbirimiz zihnimizin sıfır noktasında değiliz, hatta karar verirken tam olarak kendi zihnimizde bile değiliz.
Eskiden de karar verirken hayat tecrübelerimizden edinip biriktirdiğimiz birtakım zihinsel verilerle karar veriyorduk. Ancak bunlar kişisel tecrübeye, bugün popüler olan söyleyişle yaşanmışlığa dayanıyordu. “Şu yoldan daha önce gittim, bir sürü çukur var” diyorduk mesela. “Şu parti verdiği hiçbir sözü tutmadı, kadroları zayıf!” tarzında kanaatlerimiz vardı. “Bugün hava sıcak, ağır yememeliyim” gibi denenmiş ve hafızaya kaydedilmiş donelere sahiptik. Şimdi de böyle kendi tecrübelerimizden gelen verilere sahibiz. Ancak bunları kullanmaya pek imkanımız olmuyor. Çünkü artık trendler, kitlesel algılar ve manipülatif ezberler var. Ne yapacağımızı uzun uzun düşünemeden ne yapmamız gerektiğine dair hazır enformasyonu önümüzde buluyoruz. Neyi seçmemiz gerektiğine dair algılar her gün neredeyse yirmi dört saat gözümüzün önünden akıp duruyor. “Herkes ne seyrediyor? Herkes ne giyiyor? Herkes ne yiyor? Herkes bu yaz nereye gidiyor? Herkes ne okuyor? Herkes saçını ne tarafa tarıyor? Herkes hangi espriyi yapıyor?” gibi sürekli güncellenen yaşama kılavuzlarımız var. Bir çoğumuz bu trendleri seyircisi olduğumuz bir şey gibi görme eğilimine sahibiz, bizi çok etkilemediklerini düşünmeyi seviyoruz. Ama hayatımıza baktığımızda az ya da çok o trendlerin kararlarımızı etkilediğini rahatlıkla görebiliriz.
Yaşadığımız yüzyılda neredeyse her tür faaliyetin ardında insanlara bir şey ‘satma’ mantığı var. Bu sadece ticarette böyle değil, siyasette, eğitimde, sosyal bilimlerde, sağlıkta, kültür ve sanatta, eğlence ve sporda, medyada ve sosyal medyada aklınıza gelebilecek her şeyde böyle... Dolayısıyla her insan bir şeylerin potansiyel müşterisi konumunda. O müşteriyi etkileyecek sihirli formülleri bulmadan hiçbir faaliyet alanında yol almak mümkün değil... Nasıl olacak peki bu? İnsanların zihinlerine girmek, duygu ve düşüncelerini etkilemek şart! Böyle bir düzende hiç kimse kendi kararlarını verme, kendi tercihlerini belirleme, kendi zevkini, kanaatini, hassasiyetlerini gerçekleştirme serbestisi içinde bırakılamaz. Yani hiç kimse kendisine bırakılamaz. Her zihnin önüne o kişiyi müşteri kıvamına getirecek, o konumda tutacak bir algı yığınağı konmalıdır ki zevkler ve renkler kontrol edilebilsin, insanların duygu ve düşünceleri oyun hamuru gibi yoğrulabilsin. Mümkün olan en geniş haliyle kitlelere bu kurgusal düzen kabul ettirilsin ve en etkin biçimde uygulansın ki bu temel ‘müşterileştirme’ mantığına dayalı düzen işleyebilsin. Bütün bu ele geçirme operasyonunu fiyakalı argümanlar ve kitlesel reklam/propaganda dalgalarıyla insanın özgürleşmesi diye herkese okutabilirseniz, işlem tamam deyip arkanıza yaslanabilirsiniz.
Bu kadar ciddi mi yani durum?
Bir sağlama yapalım: Kendinizi özgür hissetmek için neye ihtiyacınız olduğunu samimiyetle bir düşünün. Düşündüğünüz şeyler arasından markalı olanları ayırın, trendlerden edinip aldıklarınızı da ayırın.
Geriye bir şey kalıyor mu?
HABERE YORUM KAT