Kendini sokan akrep ve asker…
Bugün Kıbrıs'ta Talat ile Hristofyas arasında “ikili görüşmeler maratonu” başlayacak. Gelişme kendi başına önemli.
Önemli zira Türkiye'nin AB konusunda ve geleceğe doğru hamle yapabilmek için en önemli ayak bağı Kıbrıs sorunu…
Önemli zira, adada çözüm iradesini temsil eden iki lider adada ilk kez aynı anda iktidarda...
Önemli zira, Türk ve Rum tarafları 1974'den bu yana ilk kez Birleşmiş Milletler'in aracılığı olmadan masaya oturup, görüşmelere başlayacak...
Gelin görün ki, bu durumdan hoşlanmayanlar, en azından görüşmeleri yönlendirmek isteyenler var…
Görüşmelerin başlamasından tam bir gün önce Türk Barış Gücü, yani Türk Silahlı Kuvvetleri, 25 Temmuz'da karşılıklı açılan Yeşilırmak kapısını tek taraflı kapadı, Rumların karadan geçiş iznini kaldırarak Güzelyurt'taki Aya Mamas kilisesine ayin yapmalarını engelledi. Oysa daha 20 gün önce binlerce Türk bu kapıdan geçerek kendi şehitliklerini ziyaret etmişti.
Görüşmeler öncesi ne anlamlı adım değil mi!
Hristofyas'ın sıkça tekrar ettiği “Talat'ın eli bağlı, Talat Türk askerinin ipoteği altında” sözünü bundan daha güzel doğrulayacak, yapılacak görüşmelerde Talat'ın elini zayıflatacak ve görüşmeleri baltalayacak bir hamle olabilir mi?
İşte Türk siyasetinin ahvali…
Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un konuşmasının anlamı da bu hamlede, bu ahvalde gizli…
Daha dün, “yeni dönemde askeri vesayet meselesi ve demokratik meşruiyet mücadelesi siyasi hayatın en önemli unsurlarından birisi olmaya devam edecektir. Son iki yılın krizlerine, bu krizleri üretenlere bakıldığında, ülkenin birinci meselesi, bu tür cülus törenlerine son verebilmek, siyasi alandaki varlığı sorun üzerine sorun üreten orduyu kışlasına kalıcı bir şekilde geri sokabilmek olacaktır...” demiştik…
Üzerinden bir gün bile geçmedi, yeni dönemin ilk bozucu, engelleyici hamlesi geldi…
Malum, asker bu tür girişimlere siyaset adı vermiyor…
Sorunun özü de burada başlıyor…
Zira bu tür hamleler siyaset dışı, devlet hamleleri sayıldıkça süreklilik ve meşruiyet kazanıyor. Böyle oldukça rejimin otoriter niteliği derinleşiyor.
Başbuğ'un sözlerini hatırlayın:
“Her konuyu tartışabilme özgürlüğü, devletlerin varlığını riske sokacak konuları içermez…”
Peki nedir devletin varlığını riske sokacak konular?
Kim belirleyecek bu konuları?
Sorun onları da askerin belirmesindedir…
Kıbrıs yıllarca bu konuların içinde yer aldı, Kürt meselesi öyle, temel hak ve özgürlükler, üniversiteler, başörtülü öğrencilerin yüksek eğitim hakkı olup olmadığı da öyle…
Laiklik, ulus-devlet, üniter devlet asker tarafından bu konularla, daha doğrusu bu yasaklarla tanımlandı.
Ve bu konular asker siyasi alandan çekip çıkarıldı, tartışmaya kapatıldı, devletleştirildi.
Başbuğ ve asker bize bu tür mantık üzerinden demokrasi tanımı yapmaya çalışıyor…
“Meşruiyetin evrensel değerler ile toplumsal talepler tarafından üretilmediği”, kuralları ve “ortak çıkarları en güçlü olanın belirlediği”, böylece “gücün kendi başına bir değer haline dönüştüğü” düzenlere “demokrasi denmediği” ortadadır…
Bu tür otoriter yapıların kendisini sokan bir akrep gibi, kendi ürettiği sorunların yarattığı bir girdapta boğuldukları tarihsel bir gerçektir…
Kıbrıs'taki son gelişme buna açık örnek değil mi?
Kendini sokan akrep…
Güvenlik ve asayiş merkezli toplum ve siyaset anlayışı…
Siyaseti denetlemekle yetinmeyen, siyasi alanın sınırlarını çizen, hatta siyasetçinin yerine geçen bir ordu…
Sorunumuz gerçekten budur ve bu sorun çözülmeden Türkiye'nin yol alması, sorun çözmesi, refah ve demokrasi seviyesini yükseltmesi mümkün değildir.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT