Kendi İnancımızın Terimlerini Fedâ Etmeden..
Ortalık toz-duman olunca devreye yığınla yeni tarifler ve yeni terimler çıkıyor.
Bunlardan bazılarında, İslam’ın en hassas terimlerinin başka maksadlar için ve duygularımızı daha bir tırmalayıcı şekilde kullanıldığını da görüyoruz.
Bunlardan birisi de son günlerde karşımıza daha bir gelişigüzel çıkarılan ‘şehîd’ terimi..
*
Şehîd, lafzî olarak, bir dâvânın, bir fikir veya inanç hareketinin en mükemmel mânâda şahidi demek ise de; İslamî ıstılahatta- terminolojide, İslam hakikatini anlatmak ve hayata hâkim kılmak yolundaki mücadelede en mükemmel örneklik gösterene de ‘şehîd’ denir; yani, davasının, inancının ileri derecedeki şahidi... Ki, bu dâvanın adı kısaca, ’İlâ’y-ı kelimetullah’ (Allah’ın dininin yüceltilmesi) dâvasıdır.
Bu yolda illa da dünya hayatından geçmek gerekmeyebilir; nitekim, yaşayan şehîdlerden de söz eder Kitabullah..
*
Son günlerde ise, bir başka terim dilimize yerleştirilmeye çalışılıyor: ‘Demokrasi şehidi’!
İslamî ıstılahdaki ‘şehîd’ terimi gözönüne getirildiğinde karşımıza hilkat garibesi bir durum..
Çünkü, demokrasi herşeyden önce bizim kültür atmosferimizin meyvesi olan bir terim ve değerler sistemi değildir. Nitekim, komünizmden kapitalizme ve sionizme kadar her beşerî sistemin kendine göre bir ayrı ‘demokrasi’ tarifi var. Ve özü itibariyle ‘mutlak ve asla değişmez değer’ kavramını kabul etmez demokrasi.. Demokrasinin tek değişmez kuralı, herşeyin değişken olduğu tezidir.
*
Azerbaycan’da 30 yıl öncelerde Ziyad Bunyadof isimli bir prof. tanıdığım vardı; 2. Dünya Savaşı’nda bir ‘sosyalizm kahramanı’ olduğuyla iftihar eder, Sovyet nişan ve madalyalarını almış biriydi.. O savaşta ölen yoldaşlarının /towariş’lerinin fotoğraflarını gösterirdi. O, onları, ‘sosyalizm şehidleri’ diye andıkça bir tuhaf ürperti gelirdi üzerime..
*
Bizde bugün kullanılan demokrasi şehidleri ibaresi de öyle.. Ki, o hengamede dünya hayatından geçenlerin çoğu, Allah’ın kendilerine verdiği haklarını ve irade güçlerini korumak için tanklara tırmanırken, bombardımanların , kurşunların hedefi olurken, ‘Allah’u Ekber’den başka bir feryad yükseltmiyorlardı. (Daha önce, bizim toplumumuzun atesitleştiğini iddia eden bir akademisyen bile, şimdi, ‘’en ateist bildiklerinin bile o hengamede ölüme sadece ‘Allah’u Ekber!’ diyerek meydan okuduklarını görünce geçmişteki bütün tezlerinin çöktüğünü’ itiraf ediyordu.)
*
Eğer, 15 Temmuz gecesi, hainler galib gelseydi, onlar da kendi ölülerine ‘demokrasi şehidi’ diyecekler ve halkımızın fedaîleri ise, çapulcular olarak aşağılanacaktı.
Bu bakımdan günlük hadiseler içindeki isimlendirme ve nitelemeler karşısında çok daha dikkatli olmamız gerekiyor. Aksi halde, onlarca mâsum insanın kanına giren PKK’lı teröristlerin ölüsüne bazı kesimlere ‘şehid’ denilmesine de kızmamamız gerekir.
*
Bu vesileyle belirteyim ki, değerli akademisyen kardeşim M. Kayacan, 6 Ağustos günü yayımlanan ve ‘Biz onlara demokrasiyi öğretmeye kalkışmayalım; onlar da bize İslam’ı..’ başlıklı yazımın, ‘lekum dinikum veliyedin..’ âyetiyle bitmesini ağır bulmuş; ‘demokrasiyi, İslam karşısında bir din gibi göstermeye gerek var mı?’ diyor.
Ve, ‘iktidarı değiştirmenin en sağlıklı yolunun seçim olduğunu’ belirtiyor.
*
Belirtmeliyim ki, İslam, mükemmel bir nizam ise, -ki, öyle olduğuna bütün kalbimizle inanıyoruz- onun kendi ölçüleri, terimleri ve kurumlar ve kendi tarif ettiği ölçüler içinde seçimleri de vardır; Şûrâ / meşveret anlayışı içinde..
Tamam, bugünkü sistemler içinde demokrasi, fiilen diğer beşerî sistemlere göre biraz daha geniş bir hareket alanı açıyor belki; ama, bu sistemin asıl sahiblerinin, kendi ölçüleri dışına çıkılma ihtimali olunca halkın iradesine hiçbir itibarlarının olmadığını ve en kanlı darbe teşebbüslerinin bile zafere erişmesini beklediklerini 15 Temmuz ve sonrasında da görmedik mi?
YAZIYA YORUM KAT