Kemalizm’in Yeni Yanaşmaları: Pelikan Trolleri
“Kimdir bunlar?” sorusunu sormaya hiç hacet yok. Hemen herkes gayet iyi tanır haysiyet cellâtlığını iş edinmiş trolü, troliçeyi, yalıyı, pelikanı, duvardibi’ni. Hemen herkes yakından bilir daha düne kadar tam kadro Fethullahçı çeteyle iç içe faaliyet gösterdiklerini. Yine hemen herkes tanıktır kiminin Fethullah’la beraber ağlaştığına, kiminin Fethullah’a şiirler yazdığına, kiminin aşkını ilan ettiğine vs. Ancak iş kendilerini temize çıkarmaya ve vazgeçilmez kılmaya gelince bu kirli ve karanlık mazilerini hatırlatan herkesi Fetöcü diye suçlamak üzere seferber olduklarına da defalarca şahit olduk.
Muktedir olma hırsı, zengin ve şöhretli olma tutkusu onları sahih bir itikada ve de salih bir siyasi mücadeleye inanmaktan daima alıkoymuştur. Doğru veya yanlış, iyi veya kötü tamamen duruma göre tespit edilir. İlah edindikleri nefislerini hoş tutacak her yol mubahtır bunlar için. Bir dönemin yükselen değeri Fethullahçılığın kanatları altında Kemalist kadrolara karşı mücadele veriyor modundaydılar. Şimdilerdeyse tam aksi kampa geçip Kemalizmin kanatları altında Fethullahçı kadrolara karşı bir kavga veriyor pozlarındalar. Ancak geçmişte Kemalist ideoloji ve teamüllere karşı kavga veremedikleri gibi bu dönemde de Fethullahçı ideoloji ve teamüllere karşı bir mücadele veremiyorlar. Çünkü bir mücadelenin ideolojik muhasebesini yapabilecek ne kapasiteleri var ne de böyle bir muhasebeyi önemseyecek ahlaki kaygılara sahipler. İnandıkları bir değer, bir dava yok sadece doyumsuzca peşine düştükleri menfaatleri var.
Bazen akla bunları niçin gündeme alıyoruz sorusu gelebilir. Esasında kimlik, kişilik, düşünsel ve siyasal temsiliyet açısından çok da karşılığı olmayan bu kişileri ciddiye almak tercih edilen bir durum değildir. Lakin şunu da gözden kaçırmamak gerek; yanlışları, ifsadı yaygınlaştıranlar hakikatte çok değerli pozisyonda olan kişiler değildir. Ama yaptıkları işin, verdikleri zararın boyutundan dolayı dikkate alınmak zorundadırlar. Hele bir de müslüman halkın vermiş olduğu mücadeleler sonucu elde edilmiş siyasal-sosyal birikimi kirleten, çürüten, zayıflatan, insanları soğutan, nefret ettiren bir konumda iseler görmezlikten gelmek hiç doğru değil.
Askeri Darbeleri Kim Yaptı?
Son dönemin önemli tartışma tezlerinden biri askeri darbelerle Kemalizmi/Atatürkçülüğü tamamen birbirinden ayırmak üzerine kuruldu. Askeri darbelerle resmi ideoloji olarak Kemalizm/Atatürkçülük arasında mutlak bir ayrım yapıldığı gibi eş zamanlı olarak Atatürkçü/Kemalist kadrolar arasında da mutlak bir ayrım yapılması propaganda ediliyor. Bu anlatıya göre Türkiye’deki askeri darbeler geleneğinin Atatürk ilke ve inkılaplarının güvencesi, Cumhuriyeti koruma ve kollama vazifesini kanunla deruhte etmiş Türk Silahlı Kuvvetleri’yle hiç ilgisi alakası yoktur.
Tersyüz edilerek zihinlere nakşedilmek istenen algı şudur: “Askeri darbeleri Kemalist/Atatürkçü subaylar değil NATO’ya bağlı subaylar yapmışlardır”. 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a değin bütün darbe kararları Washington’da planlanmıştır. Hatta Dışişleri Bakanlığı mı, Pentagon mu, planlamaya katılan CIA ve FBI ajanlarının hangi katta toplandıklarına kadar sinematografik bir anlatımla hikâye edilir. Amerikan emperyalizminin darbe kararlarını aldığı salonları, toplantıya katılan aktörleri sol-Kemalizm son derece detaylı bir şekilde işlemiştir öteden beri. Ancak Aydınlık-Perinçek örgütlenmesi bu anlatılarda bütün sol örgütlere nal toplatacak kadar geniş bir komplo literatürüne sahip olmuştur. Tabii Atatürkçü/Kemalist subayların aynı zamanda NATO’cu olduklarını çabucak unutan, balık hafızaya sahip bir kesimin bu teorilere müşteri olması hatta bu teorileri kendi mahallelerine pazarlaması işten bile değildir.
28 Şubat davasının görüldüğü, 103 sanığın yargılandığı ve 60’ı için ağırlaştırılmış müebbet hapis istendiği bir vasattayız. Birçok sanık için istenen ağır cezalar eşliğinde 15 Temmuz davası da halen görülmekte. Lakin tam da bu süreçte 15 Temmuz darbecilerini doğduklarına pişman etme söylemleri eşliğinde 28 Şubat darbecilerinin asli kusurlu olmayıp esasen “kullanılmış ve kandırılmış” oldukları propaganda ediliyor.
Acaba 28 Şubat post-modern darbesini organize edip siyaset ve toplumu namlunun ucunda hizaya çeken kurmay kadro da “kullanılmış ve aldatılmış” olduklarını kabul ediyorlar mı? Mesela darbe sürecini en ince ayrıntısına kadar hesaplayan İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir, Çetin Doğan, Erol Özkasnak gibi kurmay kadrolar da biliyorlar mıdır Washington’daki senaristler tarafından birer kukla gibi oynatıldıklarını? İslam’ı kamusal hayattan silip atma, başörtüsü ve namaz gibi ibadetleri düşman belleme, Kur’an kursu ve İmam Hatip Liselerine yönelik hasmane tutumlar, dernek ve vakıflarla beraber siyasi partiler üzerine de çöken askeri vesayet, üniversitelere kurulan İkna Odaları filan demek hep Washigton’da kurgulanmış!
Fethullah’la Ağlaştın, Perinçek’le Yoldaş Oldun!
Sabah Gazetesi yazarı Salih Tuna’ya göre “her şey” evet, yanlış okumadınız 28 Şubat darbesine dair “her şey Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın yedinci katında” kararlaştırılmış. Genelkurmay Karargâhı, TÜSİAD, Yüksek Yargı, YÖK, Türk-İş, ÇYDD, Perinçek’in İşçi Partisi ve Türkiye Gençlik Birliği filan yok tabi bu post-modern darbe sürecinde. Hayret, sol-Kemalizmin hassaten Perinçek-Aydınlık örgütlenmesinin “1000 yıl süreceği” ilan edilen fakat tepetaklak devrilince 28 Şubat darbesini CIA komplosu olarak pazarlama manevrası enteresan mümessiller buluvermiş. Mümessillik burada bitmiyor elbette. Tuna uzun bir zamandır Perinçek-Aydınlık siyasetini Öncü Gençlik’in basit eylemleri üzerinden, “sözkonusu vatansa gerisi teferruattır” ulusalcı hamaseti üzerinden, Nutuk’tan kısa pasajlara atıflar yaparak, Atila İlhan’ın efsaneleştirdiği Gazi Paşa figürüne hasret ve muhabbet belirten denemelerle Kemalist gençliği hakiki Atatürkçüler olmaya davet eden söylemlerinden biliyoruz.
Perinçek-Aydınlık söylem ve misyonuna yanaşma meselesinde Salih Tuna yalnız değil elbette. Kamuoyunda ‘troliçe’ namıyla maruf yoldaşı da Perinçek-Aydınlık eylemlerinin daha çok duyulması için sosyal medyadan destekler sunuyor. Şartlar gereği ‘troliçe’yi Fethullahçı Cunta’nın yayın organı Taraf’ta yazmadan önce tanıyıp bilen var mıydı, nasıl bir bağlantının tezahürüdür gibi sorular sormaya kimse yeltenmiyor bile. Salih Tuna “Hocaefendi ağladı ben ağladım, Hocaefendi ne zaman ağlasa ağlarım” diye yazılar döşendiği dönemlerin ‘Pensilvanya Şeytanı’ filan deyince unutulup gideceğini sanıyor herhalde. Burada bizi ilgilendiren mevzu bir dönem Fethullahçı örgütlenmelere diğer dönem Perinçekçi örgütlenmelere yaltaklanıp reklam ve propagandacılığa soyunması değil. Kendine yakıştırdığı her işi, her söylemi tepe tepe kullansın.
Sıkıntı şurada: Hem Fethullahçı çizgi hem de Perinçekçi çizgi en temelde cunta faaliyetlerine önem veren örgütlenmelerdir. Her ikisinin de asli hedefi İslami/İslamcı mücadeleyi gayrı meşru yöntemleri kullanarak bu coğrafya ve toplumdan söküp atmaktır. Pelikan Çetesi ne yazık ki her iki örgütün de gayrı meşru yöntemlerini devşirerek kullanan bir faaliyet alanında varlık gösteriyor. Piyasayı haraca kesen bir pelikan çıkıp “İslamcı manyaklar” diye böğürüyor. PKK’dan tam 13 yıl cezaevinde kalıp Fethullahçı Taraf üzerinden piyasaya sürülen travmatik diğer bir pelikansa sistematik iftiraları “İslamcı münafıklar” diye sürdürüyordu. Çetenin bir diğer pelikanıysa Soros’un Türkiye temsilcisinin İngiliz bayraklı teknesinde boğaz turları atıp, yalıların bahçesinde rakı içip Havana purosu yakarken Putin’in katliamlarını aklamaya, bu katliamları protesto eden Müslümanları “başka bir ülke hesabına istihbarat faaliyeti yürütmekle” suçluyordu. Kurmay kadrodan tetikçisine değin pelikan tam kadro İslami/İslamcı mücadeleyi kirletmeye ve itibarsızlaştırmaya karar vermiş anlaşılan.
Ağır başlı abi pozları kesip “duvardibi”nden iftiralar örgütleyen, tıpkı Fethullahçılar gibi rakip gördüğü isim ve çevreleri tasfiye etmek üzere manipülatif dosyalar yayınlatan ‘şef’ neler yapıyor, neler söylüyor? “NATO’cu İslamcılar” iftirası Salih Tuna’nın en çok başvurduğu psikolojik harp silahı mesela. “Deist/nihilist İslamcılar” iftirası bir diğer ahlaksız, edepsiz taarruzu. “İslamcı sokağa iteklenen profesyoneller, toplumu zehirlemek üzere operasyon çeken İslamcılar, İŞİD tipi tekfirciler, taşralı İslamcılar” türü psikolojik savaş söylemleri hiç dilinden düşmüyor zaten. Fakat burada edepsizliği, haysiyet ve şereften yoksunluğu, fikrin namusu ve sözün şerefinden nasipsizliği belirginleştiren başka bir oyun daha döndürüyor Tuna. Hiçbir isim ve çevre zikretmeden sözünü güya ortaya söylüyor. Ama özel ve gizli temaslar sayesinde “odatv” başta olmak üzere tüm ulusolcu-Esedçi sitelerde isim, resim ve logolarla hedef gösteren haberler yaptırıyor. Cevabını aldığında ise bu evham ustası bulabildiği bütün şefaatçileri devreye sokarak kendisini zayıf göstererek işin içinden sıyrılma kurnazlığına başvuruyor.
Panik Atak Halindeki Müsamere Aydını
“NATO’cu İslamcılar, Amerikancı İslamcılar, selefi tekfirciler” vs. çirkefliği yeni işittiğimiz bir iftira, yabancısı olduğumuz bir kara-propaganda türü değil elbette. Kemalizme yaslanan bürokratik oligarşinin ‘irticayla mücadele konsepti’ burayı merkeze alıyordu. Toplumsal meşruiyet ve tabandan yoksun oldukları için her dönem askeri cuntalarla ilişkiler kurup ihtilalci pratikler sergileyen kimi Stalinist kimi Maocu sol-sosyalist örgütler de “İslamcıları Amerika örgütlüyor” klişesini üretip pazara sürdü. Peki, Salih Tuna’nın diline pelesenk olan NATO’cu İslamcılar söyleminin temelinde ne var? Bu öfke ve nefretin, bu iftira ve taarruzun sebeplerini nerede bulabiliriz acaba?
Bahsi geçen NATO’cu İslamcılar kimdir, neler yapmışlardır? Bunu bilemiyoruz. Fakat şunu rahatlıkla ve kronolojisini çıkararak söyleyebiliriz ki ümmet coğrafyasının her bir noktasında olduğu gibi Türkiye’de de İslamcılar hemen her zaman NATO ve Amerika karşıtı oldular. Sadece söylem düzeyinde değil eylem düzeyinde de bu karşıtlık tartışılmaz. Bununla beraber Salih Tuna gibi “müsamere aydını” tiplerin NATO ve Amerika emperyalizmini protesto eden eylemlerde yüzünü gören, sesini işten varsa lütfen ifade etsin. Salih Tuna Amerika, İsrail, NATO veya başka bir gücün işgal ve katliamları karşısında nasıl bir pratik sergiledi, öğrenmek kamuoyunun en tabii hakkıdır.
Emperyalizme karşı direnmek, direnen halkları ve örgütleri desteklemek şerefli bir duruştur elbette. Bununla beraber emperyalizmi Amerika ve NATO ile sınırlamak, Rusya ve Çin tarafından girişilen işgal ve katliamları görmezden gelmek hatta hatta meşrulaştırmak şeref ve haysiyetle bağdaştırılabilir mi? Belki sol-Kemalist güruh gibi Salih Tuna benzerlerini rahatsız eden en önemli nokta da budur: Rusya’nın işgal ve katliamlarına karşı durmak. İlaveten ve esasen Tuna için bir de İran’ın giriştiği işgal ve katliamları lanetlemek de bu yaftanın yapıştırılmasını farz-ı ayin mesabesine çıkartmaktadır. Rusya ile el ele veren İran’ın Suriye halkına karşın estirdiği teröre ilişkin iki cümle olsun anlamlı bir söz sarf edememiş birinden ne beklenebilir ki zaten. Mazisini destanlar yazmış büyük bir mücahit gibi pazarlayan üçüncü sınıf bir tiyatrocuyu bu kadar ciddiye almaya hacet yok denilirse, hak veririz. Bunun için olsa gerek eski dava arkadaşlarından bazıları iyi niyetle “Davut’u bu kadar ciddiye almaya değmez, baş edemediği psikolojik sorunları var” vs. türü tavsiyelerle durumu yatıştırmaya çalıştılar.
Bunlar da ciddi bir sorun sayılmaz esasen. Kamuoyu, türlü kabahatlerini saklamak üzere başını kuma gömmüş bir dizi devekuşunun her yerini temaşa ediyor çünkü. Muhataplarını iftira, şantaj ve tehditle suçlayan Salih Tuna’ya sadece şunu soralım: Geçen hafta sahte MİT kimliği kullanarak tehdit ve şantajla iş adamlarının sermayeleri üzerine çöken “pelikan türü bir gazeteci” arkadaşının programlarının devamı için Yönetim Kurulu Üyesi olduğun TRT’de nasıl bir görüş belirttin?
Edepten, haysiyetten, delikanlılıktan, namustan bahsetmeden önce aynaya iyi bir bak!
Yeni Akit (Yazar tarafından Haksöz-Haber için genişletilmiştir)
YAZIYA YORUM KAT