Kemalizm ve Türkiye’deki Siyasal Akımlara Yansımaları
Kutlu Kağan Dalkılıç, Karar’daki yazısında Kemalizm’in mahiyetini, gelişimini ve Türkiye’deki siyasal-ideolojik akımlar üzerindeki etki ve yansımalarını mercek altına almış.
Kutlu Kağan Dalkılıç’ın Karar gazetesinin bugünkü (27 Haziran 2018) nüshasında yayınlanan yazısını ilginize sunuyoruz:
Kemalizm ve Siyasi Yansımaları
Modern dönemin evrensel siyasi akımları olan liberalizm, muhafazakârlık, sosyalizm, modernleşmecilik gibi düşünce akımlarının yanı sıra, ülke ve bölgelere özel yerel siyasi akımlar bugüne kadar düşünce dünyamızı şekillendirdi. Ancak yerel siyasi akımlar içerisinde birçokları dünya literatüründe kalıcı bir yer tutamadı. İngiltere’de Çörçilizm, Amerika’da Ruzveltizm, Almanya’da Bismarkizm ve Hindistan’da Gandizm bunlara örnek gösterilebilir. Zira bu akımlar dönem itibariyle “totaliter hegemonya” ile ayakta durmuş, yahut mistik bir felsefeden siyasi gelenek çıkaramamıştır. Kemalizm bunlardan yerel siyasi tesiri ve evrensel olanla kuvvetli bağı sayesinde ayrılır.
Kemalizm için bir başlangıç yapmak gerekirse, onu hem yerel siyasi akım olması sebebiyle Türk Modern Siyasi düşüncesindeki yeri itibariyle ulusal, hem de evrensel akımlarla kurduğu esnek ve pragmatik ilişki itibariyle uluslararası çerçevede aramak gerekir.
Kemalizm dönem itibariyle kurduğu siyasi düşünce geleneği ve siyaset alanı arasında sığ bir felsefi gelenekle istikrarlı bir siyasi çizgi arasında seyretti. Sığ bir fikri gelenek üretmesi ona avantaj da sağladı, zira dönemlere ve şartlara göre gayet pragmatik biçimde esneme özelliği bu kökleşmemiş gelenekten dolayıdır. Kemalizm’in siyaseten en belirgin özelliği pragmatizmdir. Bu pragmatizm onu Türkiye siyasal düşün dünyasının baskın akımı haline dönüştürür. Ayrıca Kemalizm’in bu pragmatik özelliği onun hegemonyacı konumunu da yumuşatır. Zaten Kemalizm’in kendi içerisinde bir epistemoloji, metodoloji ve retorik taşımamasının sebebi bu siyasi pragmatizm sayılabilir.
Kemalizm birçok siyasi akım gibi tek kanatta toplanamaz. Türevleri itibariyle sağ veya sol Kemalizm, devletçi veya liberal Kemalizm, muhafazakâr reformcu Kemalizm olarak evrensel akımlarla eklemlenir. Kemalizm’in bir diğer özelliği, siyasi vakıalar karşısında “ne yaptığı değil nasıl yaptığı” durumudur. Kemalizm’in ideolojik olarak ne olduğunu değil; mevcut ahvalde nasıl tavır takındığı esas özelliğidir. Bu durum onun dinamikliğini sağlar. Sabit bir ideoloji olarak statik konum almasını engeller. Mustafa Kemal’in kendisi savunduğu programın sistemli bir ideoloji olmadığını kabul eder. Buna ısrarla sahip çıkar: “Halk Fırkasının programı yoktur dediler. Filhakika, umdeler namı altında malûm olan programımız, itiraz edenlerin gördükleri ve bildikleri tarzda bir kitap değildi. Fakat esaslı ve ameli idi.” Bu durum bize yapılan işin sözden önce geldiğini, aksiyonun doktrinden ağır bastığını gösteriyor. Kemalizm netice itibariyle toplumun az bir kısmının paylaştığı, imparatorluktan ulus devlet formuna geçişte taşıyıcı kolon vazifesi ifa eden, ulusal modernleşme programını takip ve tatbik eden siyasi bir ideolojinin adıdır. Kendisini konumlandırdığı esas özellik ideolojiyi mutlaklaştırma değil; dönemsel mutlak doğrular arama ve üretme kabiliyetidir.
Ahmet İnsel, “Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce” adlı, İletişim yayınlarından çıkan derleme eserin 2. Cildi giriş kısmında Kemalizm’in iki ana özelliğinden bahseder. Bunlar milliyetçilik ve medeniyetçiliktir. Kemalizm’in misyonunu da belirleyen esas şey “devleti korumak, modernleştirmek ve güçlendirmek” olarak tanımlanabilir. Zira bu refleks, Kemalizm’den çok önce başlamış, Osmanlı çöküşüne şahit olan İttihat ve Terakki subaylarında gelişen bir savunma biçimi olmuştur.
Ahmet İnsel’e göre Kemalizm’in genç ve olgun olarak iki ayrı dönemde incelemek gerekir. Genç Kemalizm inkılâpları, modern bir toplum yaratmak kadar; devletin denetiminde bir “insan türü” yaratmayı da amaçlıyordu. Zira Kemalistler için devlet, Atası etrafında toplanan millet idi.
Kemalizm devlet için “siyasal özne”, toplum için devletin dönüştürebileceği “siyasal nesne” konumlandırmasına sahipti. Bu kültür Kemalizm’in toplumsal denetçi olarak devlet vizyonuyla muhafazakârlaşmasına sebep oldu. Bu anlayış “patrimonyal devlet” anlayışından başkası olamazdı. Devlet paternalist biçimde “baba” fonksiyonuyla müdahaleci anlayışa soyunarak “terbiye edeceği bir çocuk”olarak milleti seçmişti. Bu durum aydınlanma saiklerini örseleyen otoriter bir modernleşme anlayışına da kapı araladı.
Kemalizm’e göre devlete organik bağla bağlanmış ve terbiye edilmiş bir toplum yaratmak, sınıfsız ancak homojen bir vasıfla mümkün olabilirdi. Homojen toplumyaratmak ideolojinin esaslarından birisiydi. Bu anlamda siyasi olarak “Korporatizm” ile yakınlaşmıştır. Türkiye gibi etnik çeşitliliğin tam olarak kaynaşmadığı, kültürel yaşam tarzı itibariyle benzeşen yapılarda homojenlikten başka çözüm bulunamazdı. Devlet anayasal vatandaşlık tanımında bu heterojeniteyi “Türk” kimliğinde homojen biçimde toparlamayı hedefledi. Tüm dini, mezhebi ve etnik kimlikleri perde arkasında tutmayı tercih ederek siyasi vizyonunu ortaya koydu. Kemalizm’in ana hedefinin devletin korunması ve modernleştirilmesi olduğu göz önünde tutulursa; Türkçülük, Turancılık ve Pantürkizm akımlarına mesafeli yaklaştığı görülecektir. Bu anlayışları devletin ulusal sınırlarını riske atmak olarak değerlendiren Kemalizm, yer yer bu siyasi akımlarla da mücadele etmiştir. Zira O’nun milliyetçiliği ulusal ve kültürel bir milliyetçilik olup hedefi sadece devlettir.
Mustafa Kemal’in siyasal örgütlenme tercihi, Rousseau’dan iktibas ettiği “kuvvetler birliği” ilkesidir. Bu durum kendini Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda açık biçimde gösterir. Bu durum kendini sağ ve sol Kemalizm’de de hissettirmiştir. CHP iktidarında da DP iktidarında da bu vaziyet, açık biçimde siyasete damgasını vurmuştur. Hatta çatışma zemini kuvvetler birliğinin ordu temelli anlayıştan millet eksenli anlayışa kayışında aranabilir. Ancak kuvvetler ayrılığı fikri henüz ortada değildir.
Kemalizm içerisinde bulunan altı ok, demokratlık ilkesi barındırmaz. Bu durum tesadüfi değildir. Cumhuriyet rejimi elbette demokratlık hedefinde olmuştur zira liberal demokrasi anlayışının gereği budur. Ancak Kemalizm’de demokratlık kendini halkçılıkla sınırlar.
Bu homojen toplum yaratmada liberal demokrasi tehditlerini engellemek için bir tedbir de sayılabilir.
Kemalizm’de sınıf bilinci kavramı yoktur. Yalnız şerh düşmek gerekirse toplumu iki ayrı yapıda ele alan Kemalizm, bunları “Garplılık ve Şarklılık” olarak özetler.
Kemalizm’de devletçilik ilkesi iktisadi anlayışa damgasını vurmuştur. Liberal piyasa ekonomisini kontrollü biçimde uygulayarak, devlet etkisini iktisadi alanda da hissettirmiştir. Andrew Heywood tanımlamasıyla Klasik Liberalizm’den ziyade Modern Liberalizm’e yakın olan Kemalizm, bunu siyasi politikalarını tamamlayan bir unsur olarak ele alır.
Kemalizm’de sınıf bilinci kavramı yoktur, toplumda da sınıf öngörmez. Yalnız şerh düşmek gerekirse toplumu iki ayrı yapıda ele alan Kemalizm, bunları “Garplılık ve Şarklılık” olarak özetler. Falih Rıfkı Atay, “bizde iki sınıf vardır: Garplı ve Şarklı sınıf. Biz bütün sınıfların garplılaşmasını, fakat garp memleketindeki sınıfların hastalıklarını almamasını istiyoruz.” derken bunu çok net biçimde dile getirir. Ahmet İnsel’e göre Kemalizm, Garplılık ve Şarklılık çatışmasını kültürel bir sınıf çatışması olarak algılar.
“Bir İnkılâp İdeoloğu Olarak Şevket Süreyya Aydemir” yazımızda Şevket Süreyya’dan naklettiğimiz, “… inkılâbı sade bir ahlak gibi değil, bir din gibi mukaddesleştirelim.” Bu ifade bize Kemalizm ve Kadroculuk hareketinin bir “milli din” yaratma teşebbüsünü gösterir. Bu durum Kemalizm’i Jakoben gelenekle yakınlaştırır. Dinin pozitivist yorumunu benimseyip Tanrı inancı olan Jakobenizm, Genç Kemalistlerin esin kaynağı sayılabilir. Genç Kemalizm’in İslâm’la olan ilişkisinde bu etki açık biçimde görülür. Ancak aradaki fark, Kemalizm’in dinle devleti bütünüyle ayırmayarak, Sünni İslâm retoriğine Cumhuriyet ideolojisinde yer vermesidir. Böylelikle Sünni İslâm’ı devletleştiren Kemalizm, İslâm’ın birleştirici kimlik olarak sürekli yedekte kalmasına özen gösterir.
Olgunluk döneminde Kemalizm’in muhafazakârlaştığını görürüz. Batılılaşma konusunda radikal devrimlerinden yer yer geri adım atan ve halkla kurduğu rabıtanın zayıflığını fark eden Kemalizm halkla organik bağ kurma teşebbüslerini muhafaza etmiştir. Devletin güvenliği söz konusu olduğunda Sağ Kemalizm’de “milli beka”, Sol Kemalizm’de “anti-emperyalist Kuvayı Milliye ruhu” olarak tezahür eden bu muhafazakârlık, otoriterliğini hep korumuştur.
Kozmopolitizm karşıtı tavrı şedit biçimde uygulayan Kemalizm, hiçbir zaman popülist olmamıştır. Arjantin’deki Peronist hareket gibi kitlesel mobilizasyonla popülizme meyletmemiştir. Kemalizm’de halkçılık popülist olmaktan ziyade paternalisttir.
Kemalizm’in orduyla ilişkisi “milli güvenlik kurulu” olarak ideolojinin bekçiliğini koruyan elit kadroyla özdeşleşmiştir. Şevket Süreyya’nın ifade ettiği gibi amaç “ordulaşmış millet rejimidir”. Militarist modernleşme olarak Murat Belge’nin dile getirdiği bu husus, Türk modernleşmesinde vücut bulmamıştır. Türk Modernleşmesi yine Şerif Mardin’in belirttiği gibi “ordu temelli tepeden bir modernleşme” mecburiyetidir. Kemalizm’in ne olduğunu anlatmaya çalıştığımız bu yazı kritiğimize gelecek yazımızda eleştirel biçimde devam etmeyi uygun görürüz.
HABERE YORUM KAT