Kemalizm ve Faşist Hukuk
Mustafa Akyol Star'daki yazısında Türkiye'de hukukun dönüştürülme sürecini inceliyor.
Mustafa Akyol bugünkü yazısında Türkiye'de cumhuriyetle beraber yaşanan hukuk sistemindeki değişikliklere atıfta bulunuyor. Ceza hukukunun faşist Mussolini'den alındığını hatırlatan Akyol, akademisyen Miller'in "Fıkıhtan Faşizme" kitabı doğrultusunda 'hukukun laikleşmesi ve faşistleşmesi' sürecini inceliyor.
***
Mustafa Akyol
Şeriattan faşizme nasıl vardık?
Türkiye’nin “Atatürk devrimleri” çerçevesinde İsviçre’den “medeni hukuk” aldığını çoğumuz biliriz. Çünkü bu transfer, Türkiye’nin “çağdaşlaşması”nın önemli adımlarından biri olarak övülür durur.
Buna mukabil, Türkiye’nin aynı dönemde “ceza hukuku”nu nereden aldığı üzerinde pek durulmaz. Çünkü bu hukuk, biraz tatsız bir yerden ithal edilmiştir: Mussolini’nin Faşist İtalya’sından.
Peki acaba niçin ve nasıl?
Amerikalı akademisyen Ruth A. Miller’ın Türkçe çevirisi yeni yayınlanan “Fıkıh’tan Faşizme” (From Fiqh to Fascism) kitabı işte bu soruyu inceliyor.
Yazarın dünyanın en itibarlı üniversitelerinden Princeton’da hazırladığı doktora tezine dayanan kitabını bir solukta okudum. İçinde tam katılmadığım bazı tezler olsa da, epey önemli, ufuk açıcı ve ezber bozucu buldum.
Çünkü Miller, bizdeki tüm Kemalizm övgülerine meydan okuyan bir şey söylüyor: Türkiye’de “hukukun laikleşmesi” denen süreç, ne yazık ki “hukukun faşistleşmesi” ile sonuçlanmıştır.
Bireyden devlete
Yazar, bu sonuca, klasik İslam/Osmanlı hukukunun amaçları ile, Kemalizmle billurlaşan “çağdaş” hukukun amaçları arasındaki farkın altını çizerek çizerek varıyor. Evvela şunu tespit diyor:
“Osmanlı ve İslam hukuku bireyi, Tanrı’yı ve toplumu korumayı amaçlıyordu. Suçlular tarafından tehdit edildiği varsayılan yapılar devlet veya bürokrasi değil, kamu ve ahlak idi.” (s. 50)
Buna karşılık, hukuk “çağdaşlaştıkça”, yepyeni bir amaç çıkıyor ortaya: “Devletin korunması.” Öyle ki, “devlete karşı işlenen suçlar” diye yeni bir kategori oluşuyor. Dahası bunlar, “bireye karşı işlenen suçlar”dan çok daha önemli hale geliyor. Yazarın ifadesiyle, “mağdur kavramı daha önceden sahip olduğu önemini yitiriyor.. ‘Devletin ‘hayat’ı, bireyin ‘hayat’ını gölgede bırakıyor.” (s. 93)
Miller, bu dönüşümün Osmanlı’nın son döneminde başladığı, ancak Kemalizm’le zirveye ulaştığı kanısında. Ona göre bu sürecin taçlandığı an da, Kemalist rejimin 1938 yılında Faşist İtalya’nın Ceza Kanunu’nu alması.
Hukuku faşistleştiren böylesi “inkılaplar” yapılırken, Tek Parti ideologlarının getirdiği izahlar da ayrıca enteresan. Örneğin rejimin en şahin isimlerinden Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, bol alkış alan meclis konuşmasında şöyle diyor:
“Ceza kanunumuz çok serttir; çünkü inkılap çok kıskançtır. Ama hem sert hem ilmî. Bundan korkacak olanlar ve korkması lazım gelenler Türk milletinin menfaatlerine, Türk milletinin hukukuna ve inkılabına karşı tekin olmayanlardır ve bunların korkması lazımdır.” (s. 179)
Bunun daha Türkçesi, “biz kafamıza göre rejim kurduk, buna aykırı duranları tepeleyeceğiz” demek.
Ceberrut devletin inşası
İşte bu tepelemeyi yapanlar, bunu şeriatın lağvedilmesi ve amaçlarının unutturulması sayesinde yaptıklarının farkındalar. Miller’ın düştüğü şu not enteresan:
“Hukuk reformu komisyonunun bir üyesi Yusuf Kemal... Eski kanunun, İslam hukuku tarafından belirlenmiş ve korunmuş kişisel hakların ‘boyunduruğunda’ olduğunu ileri sürmüştü ki, ona göre bu durum, hem devletçi hem de laik olacak olan Türk milletinin mantalitesi ile uyumlu değildi.” (s. 179)
Ve işte “fıkıhtan faşizme” varan bu yolun sonucunda, “devletin” ve “inkılabın” menfaatleri adına nice masum bireyin kanını döken veya canını yakan ceberrut bir sistem ortaya çıkıyor.
Çok şükür ki bugün artık tasfiye olan, her “yargısal reform paketi”nde biraz daha çözülen bir sistem...
Son bir not: Bu kitabı Türkçe’ye kazandıran Ufuk Yayınları’na tebrikler. Son dönemdeki daha pek çok önemli çevirileri ile epey kıymetli bir “külliyat” oluşturdular.
STAR
HABERE YORUM KAT