Kemalizm ve Baas yoksa işgal ve sömürü mü vardır!?
Basit sloganlarla örülen, tarihsel ve toplumsal hakikatleri sürekli çarpıtan, bir yönüyle komik diğer yönüyle korkunç bir teamülü temsil eden, ulusalcı-Kemalist cephe; Türkiye’deki siyasal iklimi de halen ağır bir ipotek altında tutuyor.
Kerem Sözer – Haksöz Haber
Fanatik ve sığ bir anti-emperyalist söyleme sarılıp ulusalcı-milliyetçi duyguları kışkırtan Kemalist örgüt ve kadrolar, hemen hiç sektirmeden despotik rejimlerle aynı safta durup adalet ve özgürlük taleplerini bastırmak üzere durumdan vazife çıkarıyorlar.
Suriye halkının son 13 yılda maruz kaldığı bin bir türlü acılar karşısında siyasetçisinden askerine, bürokratından emekli subayına ve sanatçısına kadar, Baas/Esed Rejimini doğrudan veya dolaylı yoldan destekliyor oluşları ise söz konusu “durumdan vazife çıkarma” aşkıyla bağlantılı olsa gerek. Sadece son dönemi itibarıyla özellikle Suriye’deki gelişmeleri değerlendirecek olursak dahi, Kemalist cephenin komiklik ve korkunçluk sarkacından çıkamadığını rahatlıkla görebiliriz.
CHP, İYİ Parti ve Zafer Partisi’nin başı çektiği Cumhuriyet, Sözcü, Yeni Çağ, Odatv, Muhbir, Halk TV ve Tele1 gibi medya mecraları üzerinden yalan, iftira ve çarpıtmaya dayalı binlerce ırkçı provokatif girişimin sahnelendiğine hep birlikte şahit olduk.
Sahnelenen rezillikler saymakla bitmez. Yüz kızartıcı binlerce mizansen, utanç verici binlerce ırkçı provokasyon. Bunlar geride kalmadı aksine zihinlerde ve duygularda paslı birer çivi gibi, arşivlerde ise çirkin ve kirli sabıkalar olarak duruyor.
Peki, kimyasal silahlarla girişilen katliamlar dâhil her türlü zulmü, yıkımı, işkenceyi deruhte eden Beşşar Esed ve Şebbiha düzeni Mücahidler tarafından yıkılıp da Sednaya Hapishanesi başta olmak üzere ortaya türlü türlü rezaletler saçılınca, Türkiye’deki ulusolcu-Kemalist cephede bir mahcubiyet, utanma veya pişmanlık gibi bir dizi insani emare zuhur etti mi? Ne gezer! Aynı utanmazlık ve pişkinlikle yola devam etmekte inat ediyorlar hala.
Milli bir kahraman, mucizevi bir kurtarıcı, biricik direniş odağı ve her türlü günahtan korunmuş seküler bir önder olarak lanse edilen Beşşar Esed’e toz kondurmama seferberliğinde halen en küçük bir kesinti bile olmadı. Sol-sosyalist renklerden Şamanist-ırkçı meşreplere kadar Ata/Türkçü-Kemalist parti, sendika, dernek, meslek odası gibi bütün emekli amiraller, generallar, akademisyen ve sanatçılar da Esed/Baas rejimin ne denli büyük bir kerameti temsil ettiğini izah etmek için yarışa devam ettiler.
Rusya ve İran’ın sunduğu yaşam destek üniteleriyle ayakta tutulan ve asla hikmetinden sual olunmayan Esed/Baas Rejimi söz konusu farklı tonlarıyla Kemalist ulusalcı cephe tarafından adeta bir “son kale” olarak tasvir ediliyor. Arap dünyasının tek seküler sistemi Esed Rejimi yıkılırsa …., bölgedeki sosyalist örgütlerin üssü pozisyonundaki Baas kadroları iktidardan düşürülürse …, Selefi veya İhvan-ı Müslimin hareketleri Suriye’de hükümran olursa …., Rusya ve İran’ın Suriye’de konuşlandırdığı askeri imkanların önü kesilirse … gibi cümlelerle birbirinin benzeri onlarca kıyamet senaryosu yazılıyor ve piyasaya sürülüyor.
İdlip’ten Halep’e, Hama’ya, Humus’a uzanan Şam’dan Lazkiye, Tartus ve Dera’ya sel gibi akan Suriye halkının sevincinin, coşkusunun, şükrünün Türkiye’deki Kemalist cephede hiçbir karşılığı olmuyordu tabii. Suriye halkının ümidi ve heyecanı Kemalist cephede ters korelasyona dönüşüyor ve bedbinlik, ümitsizlik ve derin bir hayal kırıklığı olarak tezahür ediyordu. Suriyelilerin Esed Rejiminin kıymetini bilememesi, Şebbihaların değerini idrak edememesi, 61 yıllık Baas iktidarının nimetlerine şükretmemesi Türkçe konuşan Şebbihaları çileden çıkarıyordu.
Kemalist Cephenin ne derece insani değerlerden uzaklaştığını, her türlü ahlaki değeri ayaklar altına almaya nasıl da teşne olduğunu emekli general, güvenlik uzmanı ve fikir adamı gibi sıfatlarla bezeli Naim Babüroğlu’nun yazı ve konuşmalarına bakarak çok net görebiliriz. Sözcü Gazetesi’nde “Devrim dedikleri, sıranın Türkiye’ye gelmesidir” başlıklı makalesi uzun uzun tasvir etmeye çalıştığımız mantık ve duruşu özetler niteliktedir. En başından itibaren Esed rejimini “Batı destekli Kürt devleti ve siyasal İslam tehlikesine karşı en sağlam bariyer” olarak niteleyen Babüroğlu, ilgili ilgisiz klişe cümleleri güya çok sağlam referanslarla destekleyerek etrafa korku salma ihalesinde önemli bir rol oynuyor.
Tabii ki sadece Naim Babüroğlu değil hemen hiçbir Kemalist asker, gazeteci, siyasetçi veya akademisyen Baas rejiminin Nusayri azınlığa dayalı bir askeri cunta olduğuna ilişkin değerlendirme yapmıyor. Mesela Rusya ve İran ordularıyla beraber Esed rejiminin Suriye halkına karşı varil bombaları, balistik füzeler, varil bombalarıyla nasıl bir kitlesel kıyıma giriştiğine dair hemen hiçbir eleştirel cümle kurulmadı ve inatla kurulmuyor. Suriyeli muhacirleri nefret ve düşmanlık nesnesine çevirmek için her türlü psikolojik savaş argümanına sarılan Kemalist kadrolar, bugün bile işkence ve cinayetin bin bir türlüsünün işlendiği cezaevlerine ilişkin hiçbir özeleştiri yapamıyorlar. Muhaberat tarafından işkenceyle öldürülen, cesetleri yakılarak ortadan kaldırılan on binlerce insana dair Kemalistler en ufak bir sitem de bile bulunmuyor. İtiraz yok, eleştiri ve reddiye yok, en ufak sitem bile yok. Eşi benzeri görülmemiş bir ahlaksızlık, örneğine rastlamanın imkansız olduğu bir barbarlık karşımıza dikilmiş olmasına rağmen bütün bir topluma, “Nusayri-Baas Rejimi yıkılırsa, Beşşar Esed iktidardan düşerse Türkiye’nin başına da büyük felaketler gelecek” masalı anlatılıyor.
Siyaset ve toplumuyla Türkiye’yi birebir Kemalizm ile eşitleyen hatta özdeş kılan propaganda memurları, Suriye’yi de Esed/Baas cuntasıyla eşitleyip özdeşleştirmeye çalışıyorlar. CHP Sözcüsü Deniz Yücel’in “Atatürk’ü iyi okuyun ve yaptıklarının aynısını yapın ki kurtulun” tavsiyesi yaparken ne derece gülünç olduğunu idrak edemeyecek kadar fanatik olduğu ortada oysa. Naim Babüroğlu’na inanacak olursak, Libya halkının Muammer Kaddafi’yi mumla aradığı gibi Suriye halkı da Beşşar Esed’i mumla arayacakmış. Dünyayı Kemalist fanatizmle Baasçı fanatizm arasına kilitleyen muhaberat artıkları için yolun sonu gözüküyor. Bu akılsız, ahlaksız ve vicdansız propaganda ve provokasyon şebekelerine karşı daha net, daha kararlı ve daha güçlü bir mücadele vermek lazım ki toplumu daha fazla zehirleyemesinler.
HABERE YORUM KAT