Kemalizm, Mustafa ve Müjdat Gezen…
Düşüncenin, sanatın, duygunun "resmi görüşün tekeli"ne alınması açık bir totaliterizm göstergesidir.
Bu durumla bizde sık karşılaşılır.
Nitekim"Mustafa"ya, Atatürk'e insani ve subjektif yanlarından yaklaştığı için, açılan ateş, totaliterizm türlerinden birisi olan "kemalizm" meselesi etrafında seyrediyor.
Kemalizmin ne denli sert bir çekirdek olduğunun kanıtı belgeselin yönetmeninin son dönem kemalist refleksin sadık kullarından birisi olmasıdır.
Evet, çekirdek sertleştikçe kemalizmin çıtası düşüyor…
"Çağın rasyonalitesi"yle "kemalizmin rasyonalitesi" arasındaki mesafe arttıkça, bu model arkasındaki işadamı, basın, elit desteğini kaybeder noktaya geliyor...
Ve meydan, Müjdat Gezen'lere kalıyor…
Şöyle demiş Müjdat Gezen:
"Bugün Can Dündar Türkiye liboşlarının en önde gidenidir. İşine gelir içinden çıktığı dernek ve grupları yerden yere vurur. Gün gelir Atatürk'ün sofrasına hakaret eder. Herkese Müjdat Gezen tiyatrosunda gösterime giren Mustafa Kemal oyununu tavsiye ediyorum. Can Dündar gavurundan iyidir…"
Düzeye, zekaya, tepkiye bakın…
Bu sözler "sembol-sofra", "düşünce-ahmaklık", "sanatçılık-taklitçilik", "zeka-kemalizm" ilişkileri üzerine kalem oynatmayı hakediyor…
Yapmayalım…
Ama neden çıta bu kadar düştü, sormaktan da geri kalmayalım…
Kemalizm her şeyden önce, siyaset ve toplumsal siyaset karşıtlığı üzerine temellenen "devlet ve asker merkezci" bir yönetim zihniyeti ve örgütlenmesidir.
Hakim bakış açısının hilafına, bu zihniyet ve örgütlenme, bu ülkede toplumun modernleşmesini, siyasetçi profilinin olgunlaşmasını, siyasetin kurumlaşmasını ve toplumla bağ kurmasını engelleyici bir rol oynamıştır.
Modernleşmeci model, "siyaset ve devlet arasında hiyerarşik ancak karşılıklı denetime açık kurumsal bir ağ kurar, düzenleyici rolü hukuka ve bağımsız yargıya bırakır, merkezileşen yetkilerin kurumlar ve makamlar çerçevesinde, özellikle yetki-sorumluluk silsilesi içinde dağıtılması üzerine oturur."
Kemalizm ise şu dört ana ekseniyle bunun tersine işler:
İlk eksen, atanmışların, özellikle askerin uhdesindeki "devlet iktidarı" ile seçilmişlerin kontrolundaki "siyasi iktidar" arasındaki "ayrışma"dır. Ve "birinci iktidar"ın "ikinci"si üzerine kurduğu yapısal, yasal, fiili tahakkümdür.
İkinci eksen, bu ayrışmayı ve tahakkümü mümkün kılan özgün ve "parçalı bir yetki sorumluluk mekanizması"dır. Başka bir deyişle, devlet iktidarının sorumluluk taşımadan siyasi yetkiye haiz olması, siyasi iktidarın ise taşımadığı yetkilerden dolayı sorumlu olmasıdır.
Bu yolla siyaset marjinalleşir, toplum-siyasi karar bağı kopar, devlet iktidarı ise her yeri denetleyen, ancak kendisini denetime kapayan, bu koşullarda doğal olarak aşırı siyasi, aşırı güçlü ve rantlardan yolsuzluklara değin her tür kirliliğe zemin hazırlayan keyfi bir yapıya kavuşur.
Bu durumu hem mümkün kılan hem bu durumun kaçınılmaz sonucu olan "üçüncü eksen" ise, "kişisel ilişkilerin kurumlara, dayanışmacılığın ve cemaatimsi dokunun kurumsallığa galebe çalması"dır.
"Dördüncü eksen" özgürlüklerden insan haklarına ve hukuk devleti ilkelerine uzanan hatta "yasal yapı ile toplumsal ve evrensel meşruiyet kaynakları arasındaki ciddi bir kopuş yaşanması"dır. Bu çerçevede denetleyici güç olan devlet iktidarının hukuku bir araç haline getirmesi, onun kendi lojistik desteğinden ibaret olarak görmesidir.
Bu dört unsur bugün Türkiye'de yaşanan sorunların temelini oluşturmakta ve ülke her geçen gün bu unsurlardan uzaklaşarak varolma mücadelesi vermektedir…
Doğal olarak bugün saf kemalizmi savunan kimse kalmamıştır…
Baykal gibi bundan nemalananlar ve Müjdat Gezen gibilerin temsil ettikleri gruplar dışında…
Ne var ki demokrasi yolu mutlak:
Atatürk insani hale gelecektir…
Atatürk insani hale geldikçe, demokrasi iyice filizlenecektir, yönetim zihniyeti kendisini hapsettiği 23-50 takıntısından, diğer ifadeyle tarihsizlikten kurtulacaktır…
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT