Kemalizm demokrasiyle bağdaşır mı?
Kemalizm, zorla homojenleştirilmiş bir millet, disiplin altına alınmış bir toplum ve otoriter bir siyaset öngörür. Bu nitelikleriyle de demokratik siyaset, özgür ve farklılıkları güvence altına alınmış toplum anlayışıyla uyuşmaz.
İçinde 'zor' içeren bir düşüncenin 'anayasal koruma' altına alındığı, hatta devletin resmi ideolojisi olduğu bir ülkede demokrasinin yerleşmesinden, kökleşmesinden, kurumsallaşmasından bahsedemeyiz. Milleti tektipleştirmek ve toplumu denetim altına almak için devletin zorlayıcı gücü kullanılınca demokrasiye yer kalmaz çünkü. Kemalizm'le tam demokrasiye bir türlü geçemememizin nedeni bu. Demokrasi ile Kemalizm aynı anda birlikte olmayacak iki toplum ve siyaset modeli. Neredeyse altmış yıllık demokratikleşme çabalarımıza rağmen sonuca ulaşamamış olmamız, bunu hep 'Kemalizm' içinde yapmaya kalkışmamızdan.
Geçen hafta Abant Platformu'nda 'vesayet rejimi'nin nasıl ve neden bir türlü tasfiye edilemediği tartışıldı. Demokrasinin içine 'sızan' Kemalizm'in bizi getirdiği yerdir 'vesayetçi demokrasi'. Yani, demokrasiyi de ifsad etmişiz Kemalizm'le hesaplaşamadığımız için. Kemalizm 'adına' konuşanların milli iradeden ve hukuktan 'üstün' olduğu bir rejimin adı bu.
'Hiçbir faaliyetin... Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği' Anayasa'nın başlangıç kısmında ilan edilirken 'vesayet rejimi' çoğulcu ve demokratik bir rejime dönüştürülemez. Dolayısıyla tam demokrasi için Kemalizm'in tasfiyesi şarttır.
Tasfiye derken kastettiğim Kemalizm'in anayasal, yasal ve kurumsal 'korumalardan arındırılması', fikirler serbest pazarında diğer ideolojilerle eşit zeminde 'rekabet' etmesidir. Devlet tarafından korunan, öğretilen, uygulanan bir 'ideoloji'nin varlığı demokrasinin ve ifade özgürlüğünün olmadığına delalet eder.
Tamam, 'ideoloji'si ayakta ama vesayetin 'kurumları' dökülüyor, etkinliklerini yavaş da olsa yitiriyor. Örneğin ordu, hiçbir dönemde olmadığı kadar siyasal ve toplumsal güçler tarafından sorgulanıyor, sadece siyasete müdahaleleri değil, bizatihi kendi işinde nasıl bir performans sergilediği tartışılıyor. Teröristi çoban, çobanı terörist sanan ve hata üstüne hata yapan bir ordu sorgulanmaz mı? Siyasete gösterdiği ilgiyle kendi işini yapamaz hale gelince toplum tarafından eleştirilmek de kaçınılmaz tabii.
Bir başka vesayet organı olan yüksek yargı da itibarını kaybediyor. Anayasa Mahkemesi anayasayı ihlal eden kararlar verince, Danıştay üstüne vazife olmayan 'yerindelik' kararları alınca, Yargıtay bir savcıyı kurtarmak adına hukukun temel ilkelerini bile hiçe sayınca geriye ne kurumsal meşruiyet kalıyor ne de toplumsal destek.
Yükselen yenilikçi toplumsal ve siyasal dinamiklere yenileceklerini anlayıp değişimi durdurmak için 'vesayet' rollerini abartınca iyice 'deşifre' oldular bu kurumlar. Ülke güvenliğini sağlamakla görevli kurumun içinden birileri darbe cuntalarıyla sürekli kendi halkını tehdit ettikçe, adalet ve vicdanı temsil eden kurumlar hukuku değil kendi iktidarlarını ve imtiyazlarını korumaya odaklandıkça 'ne için ve kim için' oldukları ortaya çıktı.
Vesayet rejiminin toplumsal uzantıları da bugün yorgun ve yılgın. Devlet rantlarıyla beslenip büyüyen şirketleri bugün piyasa ekonomisi ve küresel ekonomi içinde faaliyet gösteren 'Anadolu sermayesi' karşısında geri gidiyorlar. Artık dokunulmaz ve erişilmez değiller. Her alanda daha görünür olan yeni, dindar, muhafazakâr orta sınıflar karşısında Beyaz Türkler kendi gettolarına çekiliyorlar. Umutları, vesayet kurumlarından ordunun ve yargının birinin darbe yaparak yükselen toplumsal ve ekonomik güçleri durdurmasında...
Vesayetin kurumları çözülürken ideolojisinin hâlâ 'dokunulmaz' oluşu tuhaf. Tamam 'hayat yeniyor' Kemalizm'i, ama bizim de biraz 'hızlandırmamız' fena olmaz... Çünkü 'demokrasinin kazanımları'nı muhafaza etmenin yolu Kemalizm'i korunan, kollanan ve korkulan bir 'devlet ideolojisi' olmaktan çıkarmaya bağlı. Tam demokrasi, Kemalizm tasfiye edilmeden asla gelmeyecek.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT