Kemalistlerin "şeriat" ile bitmek bilmez imtihanı...
Mustafa Armağan, Kemalistlerin tutarsızlığına dikkat çekmek için Mustafa Kemal'in şeriat konusunda sarf ettiği sözlere odaklanıyor. Mustafa Kemal'in pragmatizmini bir kere daha gözler önüne seren bu sözlerin Kemalistler tarafından idraki ise oldukça zor.
Mustafa Armağan / Yeni Akit
Mustafa Kemal Şeriatı savunuyor
Ah unutkan Türkiye. Sende hafızadan emare bırakmadılar ki. Hep bugünde yaşıyor, daha doğrusu yaşadığını sanıyorsun. Bir an hatırlıyor ama az sonra ne hatırladığını da unutuyorsun.
Şu garip “Şeriat” tartışması bütün hızıyla devam ederken bir zamanlar kimlerin Şeriatçı olduğunu, Şeriat aleyhine konuşmak bir yana onu basbayağı savunduğunu, hatta Anayasaya bir madde olarak geçirdiğini hatırlamak kimsenin işine gelmiyor tabii.
Falih Rıfkı Atay eskiden Şeriat hakkında şunu demiş…
Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir zamanlar nasıl tesettür güzellemesi yapmış…
Ruşen Eşref Ünaydın Ayasofya’daki Kadir gecesinde nasıl İslamcı kesilmiş…
Gibilerinden Kemalist tayfanın zikzaklarından bahsetmekle vakit kaybetmeyeceğim. Doğrudan Mustafa Kemal’in 1909 yılından 1921’e kadarki sözlerinde Şeriat nasıl yer bulduğuna yoğunlaşacağım.
Söze kitabın ortasından girelim, Nutuk’tan. 2. cildinde şu satırları okuyoruz:
“Çünkü şer’ (şeriat) demek kanun demektir. Şer’î hükümler demek, kanunî hükümler demekten başka bir şey değildir ve olamaz. Başka türlüsü asrî (çağdaş) hukuk anlayışıyla bağdaşmaz.”
Ey Kemalistler, anladınız mı şeriat ne demekmiş.
Kim diyor bunu? Gazi Mustafa Kemal.
Nerede diyor? Kemalistlerin Kutsal Kitap yerine koydukları Nutuk’ta.
Bitti mi? Biter mi?
Mustafa Kemal Şeriat hakkında çok önemli tespitlerde bulunmuştur. 1909 yılına gidelim.
31 Mart isyanı olmuş, Kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa Hareket Ordusuyla birlikte İstanbul’a gelmiş olan kurmay başkanı Mustafa Kemal’den bir beyanname hazırlamasını istemiş. O da yazmış. Atatürk’ün Bütün Eserleri’nin ilk cildinden aktarıyorum. Tarih 19 Nisan 1909.
“Millet, hayat ve ikbalinin biricik kefili olan meşrutiyetin sekteye uğratılmak ve Şeriat hükümlerinin ve umumi millî selamet ve saadetinin temeli olan anayasamızın ayaklar altına alınmak istendiğini gördü ve bu alçakça harekâta asıl sebep olanlara hadlerini bildirmek lüzumunu takdir ederek bütün varlığıyla İstanbul üzerine yürümeye karar verdi.”
Demek Anayasamız (Kanun-i Esasi) Şeriat hükümlerinin temeliymiş. Ve bu yüzden Anayasanın, yani temeli olan Şeriatın ayaklar altına alınmasına karşı millet ile ordu birleşip Şeriatı ayakları altında çiğnemek isteyen alçaklara karşı İstanbul’a yürümüş.
Kemalistler ne der, bilmem. Onlar Mustafa Kemal’i bile okumadıkları, daha doğrusu “Atatürk kültürleri” Yılmaz Özdil seviyesinde süründüğü için bu kadarını bilmeleri imkân ve ihtimal dahilinde değildir. Mazur görebiliriz.
Beyannamenin devamına göre Harekat Ordusu’nun maksat ve görevi sırf kuvveti Şeriat-ı garrâ ile sağlamlaştırılan Anayasanın üstünde hiçbir kanun, hiçbir kuvvet olmadığını ve olamayacağını ispat etmekmiş.
Yani Şeriat eşittir Anayasadır M. Kemal’in gözünde. Fakat dahası var.
Beyannamede Mustafa Kemal’in şöyle bir sözünü de zikretmem gerekir:
“Din-i Şerif-i Muhammedîyi (Hz. Muhammed’in şerefli dinini) tezyif ve istihfaftan (zayıflatıp küçümsemekten) çekinmeyerek mefsedete (fesatlığa) kalkışan bir takım hafiyeler ve menfaatperestler elbette mukteza-yı Şer’ ve kanuna (Şeriatın ve kanunun gereğine) göre muamele görmekten halas edilmeyeceklerdir (kurtulamayacaklardır).” (Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk: Hayatı ve Eseri, Ank., 1963, s. 36.)
Hz. Muhammed’in şerefli dinini kötüleyip hafife alan hafiyeler ve çıkarcıların Şeriatın elinden kurtulamayacakları tehdidi çok ilginç gelmedi mi size de?
Nihayet birilerinin “Atatürk anayasası” dediği 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 7. maddesini okuyoruz beraberce:
“Ahkâm-ı Şer’iyyenin tenfizi (Şeriatın hükümlerinin yerine getirilmesi), umum kavâninin vaz’ı, tadili, feshi ve muahede ve sulh akdi ve vatan müdafaası ilanı gibi hukuk-i esasiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir.”
Geliyoruz 1924 Anayasasının 1928’e kadar geçerli kalacak olan 26. maddesine. Şöyle yazıyor:
“Büyük Millet Meclisi ahkâm-ı şer›iyenin tenfizi, kavâninin vaz’ı, tadili, tefsiri, fesih ve ilgası (…) gibi vezâifi bizzat kendi ifa eder.”
Demek ki Anayasaya göre 1928 yılına kadar TBMM’nin görevlerinden biri de Şer’î hükümlerin yerine getirilmesidir.
Hadi o dilinize peleseng ettiğiniz “Cumhuriyetin kurucu değerleri”ne geri dönelim desem hop oturup hop kalkarsınız. Hadi yukarıdaki sözlere iki çift laf edin de boyunuzun ölçüsünü görelim.
HABERE YORUM KAT