Kemalist rejimin kuruluş mantığına dair bir özeleştiri
Ali Osman Aydın, Sabahattin Selek'in “Anadolu İhtilali” adlı kitabını analiz ediyor.
Ali Osman Aydın / Yeni Akit
‘Anadolu İhtilali’nin karnesi
Fikir namusuna sahip Kemalist yazarlardan Sabahattin Selek, “Anadolu İhtilali” adlı kitabının sonunda, erken dönem cumhuriyet idaresinin bir karnesini çıkarmaya çalışır. “Neler başarıldı, neler başarılamadı” gibi bir tasnife girişir.
Burada, ideolojik cambazlıklara, manipülasyonlara tevessül etmeden bazı değerli tespitlerde bulunur. Bunlardan bazılarını paylaşmak istiyorum.
Selek, “Laiklik, Türk toplumunun İslam uygarlığından batı uygarlığına geçebilme şartı idi” dedikten sonra, cumhuriyet idarecilerinin ‘laik bir devlet kurabildiklerini, ama laik bir toplum yaratamadıklarını’(esefle) tespit eder. Bunun nedenlerinden bazılarını şöyle sıralar:
“Atatürk rejimi, gerçek anlamıyla halkçı olamamış ve halkçılık bir özenti, bir fantezi halinde kalmıştır.”
Selek, “fantezi” diyor ama propaganda demiyor. Oysa doğrusu, halkçılığın bir propaganda aparatı olduğudur. Bu aparatla sadece muhalefet susturulmaz, aynı zamanda Osmanlı tecrübesi de mahkum edilir. Aynı propaganda bugün de kuvvetli bir biçimde devam eder…
Selek halkçılığa sonra geri dönecektir. Ama bu arada devletçilik fikrini ele alır.
“Devletçilik fikri, Anadolu İhtilalinin felsefesinde kuvvetli bir unsur olarak mevcuttu. Mustafa Kemal Paşa 1 Mart 1922 günü, Meclisi açış nutkunda, ‘kamu yararını doğrudan doğruya ilgilendiren kurumları ve teşebbüsleri devletleştireceğiz’ demek suretiyle, devletçi görüşü tereddüde hiç yer bırakmayacak kesinlikle belirtmişti. Fakat, zaferden sonra ihtilal, kendi felsefesine bu noktada ihanet etti.”
İhanet ifadesi bugün için bile fazla cüretkardır. Zaferden sonra iddialardan bir bir vazgeçilmesi, reel politiğin dayatmalarına boyun eğilmesi, İktisat Kongresi’nde Gazi’nin “devletçilikten tek kelimeyle bile söz etmemesi”, Selek’i öfkelendirmiş olabilir.
“17 Şubat 1923 günü İzmir'de toplanan İktisat Kongresi ile Yeni Türk Devletinin Milli kapitalist ekonomiyi benimsediğini görmekteyiz. Gazi Mustafa Kemal Paşa, kongreyi açış nutkunda devletçilikten tek kelimeyle bile söz etmemiştir. Gerçi bu kongrenin biraz da politik sebeplerle düzenlendiği sezilmektedir. Fakat, Lozan Antlaşması imzalandıktan sonraki uygulama, Türkiye İktisat Kongresinde beliren eğilimin (Milli Kapitalist Ekonomi) Devletçe benimsendiğini ortaya koymaktadır.”
Yani Türkiye milli kapitalist ekonomi ile “emperyalist sistem içinde kalmaya devam” edeceğini ilan ediyor dünyaya. Peki Milli Mücadele’ye “yüklenen” “anti emperyalist” anlama ne oldu? Yoksa bu anlam, bir çarpıtma mıydı? Aslında emperyalistlere karşı olunduğu falan yok muydu?
****
Selek 1923 yılından 31’e kadar devletçi anlayışın terkedildiğini tespit ederken başarısızlığın altını da cesaretle çizer:
“Devletçiliğin yeniden benimsenmesi için 1931 yılına kadar beklemek gerekiyordu. Büyük bir hızla sosyal reformların gerçekleştirildiği bu sekiz yıllık dönem, ekonomik faaliyet bakımından tamamen başarısız geçmiştir.”
İlk sekiz yıllık dönem, bugünkü cumhuriyet anlatısı içerisinde bize, bir ekonomi mucizesi olarak sunuluyor hala. Oysa Selek “ekonomik olarak tamamen başarısız” olunduğunun altını çiziyor.
“Emperyalizme ve kapitalizme karşı olan ‘Anadolu İhtilali’, halkçı ve devletçi karakterini, zaferden hemen sonra unutmuş ve liberal ekonomiye dönmüştür. Bu dönemde, tıpkı İttihatçıların yaptıkları gibi, bir milli burjuva yetiştirme gayreti içine düşülmüş, ancak bazı kimselerin zengin olması sağlanmıştır. Bizzat Atatürk'ün kendi adına çiftlik yapması ve bira fabrikası kurması, bu çabanın tipik örneğidir.”
Anadolu İhtilali, birlikte yola çıktığı hilafetçi, saltanatçı kesimleri iktidardan sonra tasfiye etmiş, söylemini bütünüyle değiştirmişti. Ekonomik olarak da benzer bir yol izlendiği Selek’in ifadelerinden anlaşılıyor.
Bugün benzer tespitleri yapacak cesarette bir Kemalist yazar olduğunu sanmıyorum.
“Devletçilik, gerçek bir halkçılık anlayışına uygun inançta ve biçimde yürütülmemiştir.”
“Özel teşebbüsün korunması formülüyle, bilerek ve bilmeyerek, devlet teşebbüsleri özel sektöre istismar ettirilmiştir.
“Devletçiliği başarıyla yürütecek, eğitilmiş bir kadro yetiştirilmemiştir. Yalnız teknik eleman yetiştirmekle devletçiliğin başarıya ulaşacağı kanısı, devletçi görüşün en büyük yanlışı olmuştur. Nitekim, devletin yetiştirdiği ve devlet teşebbüslerini ellerine teslim ettiği teknik elemanların iş başında veya ayrıldıktan sonra özel sektöre hizmet ettikleri hakkında yüzlerce örnek verilebilir.”
“Devlet teşebbüslerinin özel sektöre istismar ettirilmesi, devlet teşebbüslerinin teslim edildiği kimselerin iş başındayken özel sektöre hizmet etmesi” yani görevi kötüye kullanma gibi çok önemli analizlere bugün pek rastlayamayız, cumhuriyete dair anlatıların içinde. Aksine o dönem insani kusurların olmadığı bir asrı saadet dönemi gibi tasvir edilir.
****
Selek, Halkçılık ilkesinin, üzerinde daha çok önemle durulması gereken bir konu olduğunu söyler. Fakat ilgili dönemde bu kavramlarla ilgili uygulamaları şöyle analiz eder:
“Halk’ ve ‘Millet’ kavramları birbirine karıştırılmıştır.
“Türk toplumunda sınıf farklılaşmasının ve sınıf şuurunun yeteri kadar belirmemiş olmasından dolayı yanlış bir inanışa kapılarak sınıfların varlığı reddedilmiştir.
“Sınıflar arası menfaat uyuşmazlığının azaltılması ve karşılıklı menfaatlerin dengede tutulması yerine, bu uyuşmazlığın tamamen kaldırılacağı gibi bir hayali amaç güdülmüştür.”
“Birtakım hukukî formüllerle halkçılığın gerçekleşeceği inancına varılmıştır. Bu inanışla, fertler, aileler ve sınıflardan herhangi birine imtiyaz tanımamanın ve imtiyazsız toplum yaratmanın sağlandığı kabul edilmiştir, ‘köylü efendimizdir’ sözüyle çelişmeye düşülmüştür.”
“Halkın zararına işleyen kurumların sökülüp atılmasına gereği kadar değer verilmemiştir.”
“’Halkçılık’ daha çok politik yönüyle değerlendirilmeye çalışılmış, ekonomik ve sosyal yönleri ihmal edilerek, bu açıdan gerekli çaba gösterilmemiştir.”
“’Halkçılık’ gerçek anlamıyla idrak edilemediği için, ‘laiklik’ ‘devletçilik’, ‘devrimcilik’ ve ‘milliyetçilik’ İlkeleri kısır bir anlayışla uygulanmıştır.”
“Yeni rejimin bütün zaaflarını bir noktada toplamak gerekirse, diyebiliriz ki, rejim, gerçek anlamda ‘Halkçı’ olamamıştır.”
“Bir başka yanlışlık da, ‘Devrimcilik’ ilkesinin, elde edileni korumak anlamına alınması olmuştur. Devrimcilik ister “èvolution” ister “révolution” karşılığı kullanılsın, bu anlamda kabul edilemezdi. Kendi kendini inkârın bir örneğini de bu yanlışlıkta görmekteyiz.”
Devrimcilik gibi yenilenme esasına dayanan bir doktrinin, iktidar elde edildikten sonra “yenilenmeye karşı” bir argüman olarak kullanılması trajikomiktir.
Cumhuriyetçi kadroların büyük önem verdikleri bir takım kavramlarla ilgili tutumlarını anlatıyor kitabında bize, Selek. Onların, büyük iddialarının içini dolduramadıklarını, iktidar ile buluştuktan sonra idealizmin yitirildiğini, vurguluyor.
Oysa biz yıllardır, bu ölü doğmuş kavramlar üzerinden bize kurtuluş reçeteleri yazıp duran gazetecilerin, siyasetçilerin bomboş retoriklerini dinliyoruz. Selek bu kavramların en yüksek sesle dillendirildikleri zaman bile sadra şifa olmadıklarını anlatıyor.
Sabahattin Selek/ Anadolu İhtilali- Sf. 706-711
HABERE YORUM KAT