“Kemalist Öfkenin Nedeni”
Kemalistler tarafından dindar insanlara yönelik gerçekleştirilen çirkin müdahaleleri ele aldığı bugünkü yazısında Özlem Albayrak, bu kimselerin Türkiye’deki dönüşümü hazmedemediklerine dikkat çekiyor.
Özlem Albayrak tarafından kaleme alınan ve bugün Yeni Şafak gazetesinde “Kemalist Öfkenin Nedeni” başlığıyla yayımlanan yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:
Daha birkaç gün önce, asansöre binmeye çalışan bir kadına sırf başörtülü olduğu için tüküren bir adamın görüntüleri düşmüştü medyaya. Onun şoku bitmeden, önceki gün de Kemalist bir teyzenin, Atatürk Havalimanı’nda uçağının kalkış saatini bekleyen sarıklı, cübbeli bir vatandaşa karşı, akıllı telefonunu açarak 2596 sayılı Kılık Kıyafet Kanunu’nu bağıra bağıra okuduğu video kaydı ortaya çıktı. Bir önceki hafta ise, vapurda “AK Parti’ye oy verenlerin Allah belasını versin” diye isterik şekilde bağıran bir kadına karşı kendini savunmaya çalışan bir AK Parti seçmeninin görüntülerini izlemiştik.
Bu görüntüleri hep izliyoruz, hemen her hafta benzer bir “öfke patlaması” örneği ortaya çıkıyor. İstisnai bir durum değil yani, hem sayı olarak çok fazla, hem de ortaya çıkan görüntülerdeki tahammülsüzlük halinin yoğunluğu çok yüksek. Öyle ki, bıraksanız dindarları çıplak elle paralayacaklar, bir kaşık suda boğacaklar, çanlarına ot tıkayacaklar. En azından öyle görüntü veriyorlar.
Oysa, uygar toplumlarda, şehir hayatında kamusal alanlarda karşılaşan, birbirini tanımayan insanların karşı tarafa rahatsızlık vermemek için takındığı bilinçli bir ilgisizlik durumu vardır. Sözgelimi asansörde karşılaştığınız birine dik dik bakmazsınız, ya da yolda yürürken tesadüfen göz göze geldiğiniz kişiye bakmaya ısrarla devam etmezsiniz, karşınızdaki insanı taciz ediyor görüntüsü vermemek için bakışınızı başka yöne çevirirsiniz. Birine yanlışlıkla çarptığınızda özür diler, dilemeseniz de yüzünüze belli belirsiz bir gülümseme kondurur, geçersiniz. Amaç rahatsızlık vermemektir, karşıdaki insanın kişisel alanına, mahremiyetine saygı göstermektir. Bu, medeni kayıtsızlıktır ve asla bir etkileşimsizlik anlamına gelmez. Aksine etkileşimin nazik bir biçiminin temsilidir.
Bizim toplumumuzda ise, mesafeli bir saygı aramak neredeyse hayal. Bırakın medeni kayıtsızlığı; kabile toplumlarında insanlar birbirine nasıl davranıyorsa, cemaatlerde birbirini nasıl kontrol ediyorsa; sokakta rastlaştığı hiç tanımadığı birine de aynı şekilde davranıyor bazıları. Üstelik bunu yapanlar, “medeniliğin”, “batılılığın”, “modern değerlerin”, “ilericiliğin” bayrağını bu ülkede hep kendilerinin taşıdığına yürekten inanan toplumsal grubun üyeleri, Kemalistler. Çıkıyorlar, ciyak ciyak bir ses tonu, dalga dalga yükselerek bendine sığmayıp taşan bir öfke ve kontrolü imkansız bir histeriyle; kendileri gibi olmayan insanları neden AK Parti’ye oy verdikleri, neden cübbe giydikleri ya da neden başörtüsü taktıklarıyla ilgili yargılamaya, aşağılamaya, yola getirmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken dışarıdan nasıl gözüktükleriyle ilgili zerrece endişe de taşımıyorlar.
Oysa kanun maddesini başkalarını taciz etmek maksadıyla ve başkalarını rahatsız edecek denli yüksek tonda okumak; okuyan kişiyi hukuka daha saygılı biri yapmaz; hukuku kullanarak barbarlaşan, vandallaşan, kabalaşan, görgüsüzleşen bir insan yapar.
Belirli bir yaşam felsefesi ve ideolojinin varlığı söz konusu olduğunda; toplumun farklı üyelerinin haklarını ya da onlara gösterilmesi gereken temel davranış/nezaket kurallarını hükümden düşüren, yok farz eden rejimlere ne dendiğini hepimiz biliyoruz: Faşizm. Peki, dünya tamamen değişmiş, bireysel farklılıklar toplumlar için birer değer haline gelmişken tek tip ve baskıcı dünya görüşünde ayak direyenler kimlerdir? Tarih olduğu, tedavülden kalktığı, bir dönem geçerli olsa bile bugün köhneleştiği açık o ideolojinin hala hakim olma ihtimali varmış gibi yapanlara ne nedir? Bence, sorunun cevabını hepimiz biliyoruz.
Eski ideolojinin bekçisi olduğunu düşünen insanların ne hissettiğini anlamak hiç de güç değil aslında. Toplumun bozulduğunu, hiçbir kurala kaideye kimsenin saygısının kalmadığını, bilime-ilerlemeye-pozitivizme olan inancın sarsıldığını, kuralsızlığın, başıbozukluğun hakim değer haline geldiğini düşünüyorlar. Oysa olan şey, suyun yatağını bulması, inananın da inanmayanın da kendini özgür hissedeceği bir toplumsal zeminin oluşmaya başlaması, kısıtlamalar ve ayrımcılıkların yavaş yavaş sona ermesi.
İnsanları kıyafetleri üzerinden yargılamanın ne kadar çirkin olduğu, her bir gün daha çok anlaşıldıkça; insanları kılık kıyafet üzerinden daha çok ötekileştiren insanlar bunlar. Ve bunu her seferinde daha edepsiz bir üslupla, daha büyük bir öfkeyle, daha önü alınmaz bir şiddetle yapıyorlar. Çünkü her seferinde toplumun önüne geçilemez dönüşümü karşısında biraz daha yenildiklerini, daha fazla fark ediyorlar.
Ama sadece bu değil. Bu insanlar toplumun ortak davranış kurallarını da baltalıyorlar, medeni davranması gereken insanlardan oluşan bir toplumun ortasına dalıp, ortak değerler olarak üst üste konulmuş ne varsa yıkıp dökmeye çalışıyorlar. İki toplumsal kesim arasında ortaya çıkabilecek bir norm çatışmasının taşlarını döşüyorlar.
Kendine dindar diyen ve siyasal temsil olarak en güçlü oldukları dönemde bile sürekli aşağılanan, küçümsenen, azar diyen, hakaret işiten kesime mensup olanlar ise efendiliğini bozmuyor. Her şeye rağmen, inatla, ısrarla bozmuyor. Allahtan ki bozmuyor…
HABERE YORUM KAT