Kemal Öz'ün Kamal Atatürk'e Tebdili
Bugün yaşı 30’un altında olan gençlere “Turgut Özal iktidar olana kadar her 10 Kasım’da gazeteler, simsiyah logolarla çıkardı!” dense; o gençler, bunu diyen kimseye “aklından zoru mu var?” diye bakabilirler.
HAKSÖZ-HABER
Resmi ideolojinin bütün bir toplumu ifsad eden etkilerine en son 10 Kasım vesilesiyle bir kez daha şahit olduk. Korkutulmuş, sindirilmiş olanlar bir tarafta önlük giyip, heykel ve büstleri tavaf edenler diğer tarafta. Eski Türkiye denilen şey elbette bundan daha fazlasıydı. Daha fazla and, daha fazla nutuk, daha fazla Kemalist mizansen sarsıcı bir karabasan misali ülke ve toplumun üzerinde tepinir dururdu.
Son dönemde resmi ideoloji ve sembollerinin tasallutundan kurtulduk zannedenler aslında kimi komik, kimi lümpen, kimi dramatik de olsa Atatürk'ü anma ve sadakat bildirme meselesinin hiç de hafife alınamayacak kadar yaygın ve kronik bir patolojik vaka olduğu işaretlemekte.
Türkiye Gazetesi'nden Rahim Er bugünkü yazısını Mustafa Kemal etrafında resmi tarihi söylemleri efsunlaştıran mantaliteye ayırmış. İlahlaştırmanın, tapınmanın, dokunulmaz kılmanın ardından gelen despotik siyasetin acıklı hikayesinden bir parça. Rahim Er, Mustafa Kemal hakkında "Yazılıp konuşulanlardan sadece methiye olanlar yer üstündedir" diyor ve soruyor: "Toplu ayinlerle neyi yaşamaktayız?"
KAMAL
Rahim Er / Türkiye
6-7 Eylül 1955 faciasına da vesile yapılmış “Atatürk’ün doğduğu ev” olarak gösterilen Selanik’teki binaya bir 2000 öncesinde ve bir de bu sene Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’yla beraber gittik. İlkindeki ev, yerdeki kilimden, duvardaki el işlemesi sim beyitli levhalara, rahledeki el yazması Mushaf-ı şerife kadar bir Osmanlı Balkan eviydi. İkincisini görmemiz şaşırtıcı oldu. Önceki ev gericilere mahsus bulunmuş olmalı ki zerrece iz kalmamıştı. Bir de bir koltuğa tehditkâr bakışlarla bakan bir “sarışın kurt” oturtulmuştu.
Halbuki tarih mirastır.
Tarih, adalete benzer.
Adalette hükmün ibretlik olması için doğru olması şarttır. Tarihte de çıkartılacak dersin fayda temin etmesi için doğru olması gerekir. Daha evden başlarsak hangisi doğru? Ne ise onu öğretmek ve göstermek yerine arzu edileni öğretmek yanlıştır. Atatürk’ün hizmetkârı Cemal Granda’nın gizlice kaleme aldığı hatıratı daha evvel “Atatürk’ün Uşağıydım” adıyla yayınlanmıştı. Fakat sansürsüz baskısı Derin Tarih tarafından Haziran 2014’te okuyucularına hediye edildi. Orada Atatürk delikanlı yaştaki uşağının adının “Cemalettin” olduğunu öğrenince çok kızar. Bunun üzerine uşak, ertesi gün mesele tekrar alevlenince der ki: “Adımı babam koymuş, küçük yaşta kaybettim kendisini bilmiyorum.” Atatürk “ben de babamı bilmiyorum!” cevabını verir.
Tarihi yapanların hayatları ve fikirleri onları seven, hatta dalkavukluk yapan veya sevmeyen hatta nefret edenlerin niyet, istek ve arzularına göre şekillenmez. Ne ise öyledir. O düşünce yapısındaki kimse tarihin bir döneminde gelmiş, rolünü icra etmiş ve gitmiştir. Arkadan gelenlere düşen, gerçekleri katletmeden fikir namusuna riayetle o rolleri tahlil edip ders çıkartmak olmalı.
Dün aşiretken bugün devlet olan siyasi bir teşkilat değiliz. İslam öncesinden başlayıp İslam sonrasından bu yana devam eden binlerce senelik bir devlet hayatımız var. Bu kadar uzun müddet içinde yüzlerce han, kaan, bey, şah, sultan padişah ve cumhurbaşkanı bulunuyor. Bütün bu listede bir tek isim kanunla korunmakta. Demokrat Parti’nin ilk yıllarında devrin Aczmendileri Ticanilere heykeller kırdırtılarak iktidar “Atatürk’ü Koruma Kanunu” isminde bir kanun çıkartma mecburiyetinde bırakılmıştır. Sonra bu kanun derin devlet tarafından bir silah olarak kullanıldı. Bugün de yürürlüktedir. Şimdi bir vekil kalkıp “kim ne biliyorsa çekinmeden konuşup yazsın!” diyerek bu kanunun kaldırılması için teklif verse birtakım fundamentalist Atatürkçüler çılgına dönerler.
Sosyal ve fikri çatışmalar yaşamaktayız. O çatışmaların en çarpıcı yanı da normalleşme dönemine geçememiş olmamızdır. Bir taraftan 2023, 2071 derken diğer taraftan 1923-1950 Tek Parti dönemi, bilhassa 1923-1938 arası dogmalaştırılmasının devam etmesidir.
Böyle yapılacağına, “devre, insan ve vak’alara dair kim ne biliyorsa yazsın, konuşsun!” diyebilmeli. Zaten yazılmadık, konuşulmadık ne kaldı? Ama bu yazılıp konuşulanlardan sadece methiye olanlar yer üstündedir. Dr. Rıza Nur’un “Hayat ve Hatıratım” gibi içinde tenkit ve şahadete dayalı malumat olan eserlerse hâlâ yer altında. Latife Hanım’ın hatıratı yasaklı halde. Bu anlamda Türkiye’de fikir hürriyeti yoktur. Tarih, soğukkanlılık ister. Sövmek ilkelliktir. Aynı şekilde fanileri tapınırcasına ululamak da ilkelliktir. Kanun zoruyla sevmek ve sevmemek olmaz. Bütün dünyada zamana mal olmuş insanlar, neleri varsa her şeyleriyle tahlil edilirler. Atatürk’e izafe edilen evde latinize edilen nüfus kâğıdının sureti de teşhirde. “Kamal Atatürk” yazılı. Atatürk’ün uşağı, ismini verdiğimiz kitabında halkın Mustafa Kemal olarak bildiği Atatürk’ün bir gün “bütün kemaller eşektir!!!” diye hiddetlendikten sonra kendisine “kamal” denmesini istediğini nakletmektedir. Zira, ona “kamal, eski Türkçe’de kuvvetli” anlamındadır” denmiştir. Halbuki, soyadı kanunu çıktığında aldığı ilk isim “Kemal Öz”dür. Daha sonra bir milletvekilinin teklifiyle “Öz soyadının Atatürk olarak değiştirilmesine dair kanun” çıkartılmıştır. Keza akrabası ve ilk sevgilisi olan Fikriye’nin ölümündeki esrar perdesi, manevi kızlarının kim olduğu, onlardan Zehra Aylin’in niçin intihar ettiği, terekesi ve kaynakları, genç diplomat Vedad Uşaklıgil’in niçin intihar ettiği, Latife Hanım’ın boşanmasıyla bu olayın ne alakası olduğu, Latife Hanımı neden hükümet kararıyla boşadığı..... gibi onlarca ve yüzlerce hadisenin soğukkanlı bir tarzda tarihe kazandırılması gerekir.
Bugün yaşı 30’un altında olan gençlere “Turgut Özal iktidar olana kadar her 10 Kasım’da gazeteler, simsiyah logolarla çıkardı!” dense; o gençler, bunu diyen kimseye “aklından zoru mu var?” Diye bakabilirler. Aynı şekilde bir zaman sonra gelecek gençlere “şu tarihe kadar Atatürk kanunla korunur, hakkında en ufak eleştiri yapılması suç sayılırdı!” dendiğinde de o günkü gençler, bu sözü söyleyene aynı şekilde garip garip bakacaklardır.
Bu garabet manzaradan çıkmalıyız.
Biz tarihin neresindeyiz?
Hangi zamandayız?
Toplu ayinlerle neyi yaşamaktayız?
HABERE YORUM KAT