"Kayıp nesil" sorununu yaşamamak için
Bekir Berat Özipek, mülteciler için başta eğitim olmak üzere politika geliştirmenin önemine dair kapsamlı bir yazı kaleme aldı.
"Kayıp nesil" sorununu yaşamamak için
Göç, sığınmacılık ve farklı bir ülkede yeni bir hayata başlamak, herkes için, iyi yönetilmediği taktirde kayıp kuşak riskini de beraberinde getiren sarsıcı bir süreç. Türkiye’de yaşayan Suriyeli aileler ve onların çocukları için de böyle bir risk var.
Bu süreçte yaşanan “kayıp hayatlar” veya “kayıp bireyler” sorunu hali hazırda yaşanıyor. Kötü bir göç tecrübesi yaşayan, sağlığını kaybeden, eğitim alamayan ve sonuçta hayata tutunamayan çok sayıda insan var. Bununla birlikte, meseleye yeterli bir çaba ve ihtimam göstererek yaklaşılması durumunda, bir “kayıp nesil” sorununun yaşanmaması mümkün.
“Onlar gidici dil öğretmeyelim” mantığı…
Öncelikle gerek bazı çevrelerde ve gerekse de bazı dar görüşlü bürokratlarda mevcut olan, “onlara dil öğretmeyelim, rahat ettirmeyelim ki kendilerini buraya ait hissetmesinler de gitsinler” şeklindeki yaklaşımın yanlışlığını tespit ederek başlamak gerek. Zira bu argümanla yüzleşmeden önerilerde bulunmak, doğru perspektif ve yaklaşımın gücünü azaltır.
Bu yaklaşımın temel hatası, Suriyeli sığınmacıların Türkiye’deki mevcudiyetlerinin bugün de yarın da objektif hayat şartlarına bağlı olacağını görememesidir. Suriye güvenli bir ülke haline gelmedikçe ve Batı kapıları kapalı oldukça, dil öğrenmeleri kolaylaştırılsın veya kolaylaştırılmasın, hatta buradaki ayrımcı çevreler ne kadar taciz ederse etsin, Türkiye’de kalmak onlar açısından yine de tercihe şayan olacaktır.
Öte yandan, onlara hayatı zorlaştıran her engelleme entegrasyona zarar verecek ve bu anlamda aslında ülkedeki herkesin, Suriye kökenlilerin ve geniş toplumun hayat kalitesini olumsuz etkileyecektir. Doğru olan, Suriyeli sığınmacıların burada oldukları sürece insan onuruna yaraşır biçimde yaşamaları için çaba sarf edilmesi, kalacak olanların da gidecek olanların da huzurlu olmalarının sağlanmasıdır. Türkçe öğrenen, Türkiye’de kendisini başka insanlar kadar değerli hisseden Suriyeliler için de yarın objektif hayat şartları gitmeyi daha tercihe şayan kıldığında Türkçe biliyor olmaları onlara engel olmayacaktır.
Konuyla ilgili bir programda dile getirilen ve Suriyelilere yönelik iyi, adil ve kuşatıcı yaklaşımın önemini en özlü biçimde anlatan ifade şuydu: “Kalırlarsa bu ülkenin iyi vatandaşları olurlar, giderlerse de Türkiye’nin yurtdışındaki iyi temsilcileri.” Konuyla ilgili en sağlıklı tespit ve yaklaşım bundan başkası değil.
Suriyelilerin ne kadarının kalıp vatandaş olacağı veya ne kadarının ülkeden ayrılacağı bir dizi faktörün bileşkesi olarak şekillenecek. Ancak çoğu ister kalacak olsunlar ister gidecek, her iki durumda da izlenmesi gereken sağlıklı bir politika aynı olacaktır. “Kayıp nesil” riskini ortadan kaldırmak için izlenmesi gereken politika da öyle.
Bu çerçevede kayıp nesil olmaması için somut olarak neler yapılmalı? Şimdi buna daha yakından bakabiliriz.
Süreklilik duygusu korunmalı
Kayıp nesil sorununun yaşanmaması için öncelikle bir hafıza kaybına izin verilmemeli, Suriye’den gelenlerin kendi hayatlarına dair süreklilik duygusunu korumaları sağlanmalı. Gelenlerin kaynak ülke (Suriye) ile irtibatları devam ettirilmeli. Kaynak ülke ile iletişim ve bağlantının devam etmesi, aslında Suriyelilerin bir gün geri dönmesini isteyen çevrelerin de savunması gereken bir politikadır. Başka bir ifadeyle, hak temelli bakanların kayıp nesil sorununun yaşanmaması ve insanların mağdur olmaması adına savundukları bu çözüm, Suriyeli sığınmacıların varlığından hoşnut olmayan çevrelerin de onların kaynak ülke ile bağlantılarını sıfırlayıp kendilerini sadece buraya ait hissetmelerini güçleştireceği için uygun bulacağı bir politikayı ifade ediyor.
Anadil ve kültür muhafaza edilmeli
İkinci olarak, gelenlerin kendi dillerinde eğitim ve kamu hizmeti alabilmelerinin önünün açılmalı. Kendi dilinde eğitim alacağı resmi ve özel eğitim kurumları, işyerleri, kafeler, dini veya seküler mekanlar, spor ve sanat merkezleri, önünden geçerken ülkesindeyken sevdiği, mutlu ve düzenli hayatla özdeşleştirdiği, şimdi özlediği kahvenin veya baharatın/yemeğin kokusunu alabileceği dükkan veya lokantalar, kısacası onun kendisini evinde hissedebileceği bir sosyo-kültürel ve psikolojik aura veya atmosferin varlığı, onu hayata ve geniş topluma daha fazla bağlayacaktır. Bunu sağlamanın entegrasyonu güçleştireceği sakıncası ilk anda akla gelebilir. Ama tam tersine, bunu sağlamak, burayı daha hızlı ve daha sağlıklı biçimde benimsemenin yanı sıra, sağlıklı bir entegrasyonu da kolaylaştıracaktır. Huzur ve refah, insanların kendileri gibi olabildikleri, kendi dillerini, kültürlerini rahatça yaşayabildikleri yerde olur.
Bu çerçevede özellikle çocukların okullaşmasının önündeki engellerle etkili bir biçimde mücadele edilmeli (Hali hazırda bu konuda epeyce çalışma ve billurlaşmış fikirler var ve hayata aktarılmayı bekliyor).
Bu bağlamdaki sorunlardan biri ve en güncel ve acil çözüm bekleyeni de anneleri babaları Türkiye’ye ilk geldiğinde farklı şehirlerde kaydedilmiş olduğu için okula kaydı alınmayan çocukların hızla kaydedilmesi. Özellikle de bir sığınmacı için işin kolay bulunmadığı bir ortamda binlerce çocuğun ebeveyninden “işinizden ayrılıp gidip ilk kaydedildiğiniz ilde çocuğunuzu okula kaydettirin” demek, aslında “çocuğunuzu okula kaydettirmeyin” demekten başkası değil. Okul dışı kalan çocuklarla kayıp nesil ilişkisini veya okula gidemeyen çocukları ne tür risklerin beklediğini ya da onların okul dışında nasıl yetişeceğini öngörmek kimse bakımından güç olmamalı.
Önyargı, aşağılama ve ayrımcılıkla mücadele edilmeli
Üçüncü olarak, sığınmacılarla ilgili etnik, dini, mezhebi, ırksal, kültürel veya cinsel önyargılar, onlara yönelik olumsuz yaklaşım ve pratiklerle, onlara yönelen suçların kaynakları hakkında araştırmalar yapılmalı, bu sorunla en uygun mücadele yöntemleri tespit edilmeli ve bu olumsuzluğun kaynakları kurutulmalı. Bunun için beşeri varoluşun tüm alanlarında, özellikle dini, siyasi, sosyal, eğitimsel, sanatsal ve kültürel alanlarda çok boyutlu bir çaba sergilenmeli, ülkede kamusal ikna konusunda yardımcı olabilecek kanaat önderleri, dini liderler, sanatçılar, siyasi parti yöneticileri gibi kişilerin desteği sağlanarak ayrımcılıkla mücadele edilmeli.
Özellikle okul ortamları, özen gösterilmezse “yaralı bilinç” üreten ve çocuklar açısından ilk hasar görülen yerleri ifade ediyor. Bu bakımdan bazı öğretmenlerin kullandıkları yaklaşım, sergiledikleri doğrudan ve dolaylı ayrımcılık sorunuyla yaygın ve etkili biçimde mücadele edilmeli.
İhlalcilere karşı yalnız olmadıkları hissettirilmeli
Dördüncü olarak sığınmacıların hak ihlalleri konusunda duyarlı olunmalı, onlara yönelik kötü muamele, ayrımcılık, şiddet ve diğer ihlallerin hızlı ve etkin bir takip ve tazmini sağlanmalı. Özellikle dil sorunu, hak arama yöntemleri ve mekanizmaları konusunda bilgisizlik ve tecrübesizlik nedeniyle yaşanan ihlaller göz önünde bulundurulmalı ve sığınmacıların haksızlığa uğradıklarını düşündüklerinde baş vurabilecekleri resmi ve sivil iletişim merkezleri ile bir tür ombudsman gibi görev yapacak birimler ve hak arama mekanizmaları oluşturulmalı.
Uzun yıllar boyunca üretilen nefretin şiddete dönüşmeye başladığına ilişkin belirtiler kapsamındaki yaralama ve öldürme olayları mercek altına alınmalı, olayların etkili soruşturmasını, takibini ve adil biçimde cezalandırılması süreçlerinden herhangi birinde görevini yapmayan veya yanlış yapan kamu görevlilerinin hukuki sorumluluğu sağlanmalı. Son zamanlarda özellikle karakollardaki muamele ve polisin tutumu ciddi bir şikayet konusunu oluşturuyor.
Rol modeller ve başarı öyküleri kamuya duyurulmalı
Beşinci olarak, Suriye’den gelip okulda başarılı olan, hayatın çeşitli alanlarında yetkinliğini kanıtlayan insanların haberleri, özellikle Suriyeli gençlere ulaştırılmalı. Kadın ve erkek rol modellerin tanınması sağlanmalı. “Hikayesi olan, bu toplumun geleceğinde sanattan spora, eğitimden kültüre etkili olacak insanları ortaya çıkarmamız gerek” demişti Turgay Aldemir, “toplumlar liderleriyle vardır, akil adamlarıyla vardır, eğitimli insanlarıyla vardır. Ya yurtdışına götürüldü veya itibarsızlaştırıldı veya suikastlarla, toplu saldırılarla yok edildi. O zaman bizim yeniden bu topluma hikayesi olan insanlar kazandırmamız lazım.”
Özellikle Suriyelilerle ilgili olumsuz haberlerin yaygınlığı göz önüne alınacak olursa, sahici bir fotoğraf elde etmek bakımından da buna, yani haberleştirilmeyen pozitif olguların da fotoğrafa dahil edilmesine ihtiyaç var.
Son söz: Boşa harcayacak zaman yok
Bu listeye daha birçok madde eklenebilir hiç kuşkusuz. Çocuklar için kapsayıcı eğitim ortamının tesis edilmesinden, geniş toplumun dayanışma için sergilediği muhteşem performansın duyurulmasına, etkili dayanışma hikayelerinin sergilenmesine kadar başka konulara da yer verilebilir. Ama bu beş maddenin tamamıyla ilgili olarak atılması gereken adımlar, “kayıp nesil” yaşanmaması bakımından önemli görünüyor.
Bu ölçüde büyük bir göç alan hiçbir ülkenin veya iktidarın ilk aşamada hazırlıksız olmakla veya göçü yeterince iyi yönetememekle suçlanması makul olmaz. Türkiye’nin de bu açıdan acımasızca eleştirilmemesi gerek. Ancak geçen yıllar içinde kayıp kuşak riskinin azaltılması yönünde yeterli çalışmaların yapılmaması veya yukarıdaki beş maddedeki eksiklikler dolayısıyla eleştirilmesi doğru olur. Çünkü çocuklar büyüyor ve onların nasıl büyüdüğü, hem onların ve ailelerinin hem de yaşadıkları ülkenin geleceğini etkileyecek.
Kaynak: Bekir Berat Özipek / Ankara Sosyal Bilimler Vakfı
HABERE YORUM KAT