Katilin Hiç mi Suçu Yok?
İstanbul’un Gaziosmanpaşa ilçesinde köklü olmayan ancak en az köklü mahalleler kadar meşhur olan, şirin olduğunu söyleyemeyeceğim fakat cazibesi oldukça yüksek bir mahalledir Karayolları Mahallesi. Türkiye’nin gündemini her zaman meşgul etmiş Gazi Mahallesi ile arasını Tem otoyolu ayırmaya çalışsa da mahallenin demografik yapısı ile Gazi Mahallesinin demografik yapısı 7 Haziran seçimlerinde varolan ittifakı resmileştirerek kuvvetlendirdi.
Alfabenin hemen hemen bütün harflerini kullanarak oluşturulan irili ufaklı, sayamayacağımız kadar çok marjinal sol grup bölgede bir kanton olarak görülen Karayolları Hdp teşkilatında birleşmişlerdi.
7 Haziran seçimleri öncesi Karayolları Mahallesi en canlı seçim bölgelerinden birisiydi. HDP dışında hiçbir propagandanın yapılamadığı, parti afişi ya da bayrağın dahi asılamadığı mahallede “barış ve kardeşlik türküleri” seçim araçlarından oldukça yüksek tonda çalınmaktaydı.
Mahallede yaşayan Alevi-Kemalist Türkler “AKP düşmanlığının doğurduğu” ruh hali ile barış ve kardeşlik türküleri ile halay çekmeye başlamışlardı. Alevi Kürtler ise Ulusalcı Kürtlerle yaptıkları ittifakın semeresini toplamaya başladıklarını dillendiriyorlardı. Hedefe giden yolda her şey mübahtı.
Seçim öncesinde Kobane’de yaşananlar bahane edilerek sokaklara çıkılıyor, barış adına, katliamın durması adına yollara barikatlar kurulup lastikler yakılıyor, çöp konteynerleri ateşe veriliyor, “Katil İşid, İşbirlikçi Akp” sloganları arasında sabah yolculuk yapılan otobüsler akşam yakılıyordu.
Seçime blok olarak girmenin tedirginliği, sınırda olmanın diriliği ile çalışmalar gece gündüz sürdürülüyor ülke genelinde olduğu gibi mahalle özelinde de halka gövde gösterisi yapılıyordu.
“Seni başkan yaptırmayacağız!” sloganı altında Erdoğan’ın çözüm sürecinde kendilerini kandırdığını, aslında amacının yöntemi farklı da olsa asimilasyon olduğunun altı çiziliyordu. Erdoğan’ın “yok etme” politikası yerine “eritme” politikasını hayata geçirerek Kürt halkını kimliksiz bırakmanın peşinde olduğu vurgulanıyordu. Çıkarılan “güvenlik yasası” ile buna kaşı çıkanların sindirileceği gerekirse yok edileceği alttan alta belleklere kayıt ediliyordu.
Doğan medyasının, paralel yapı yayın organlarının, sol gruplar ile Türk ulusalcıların söylemleri mahalle halkının politize olmuş fertlerinin dilinden düşmüyordu. Klavuzluğu kargaya teslim eden Kürt hareketi tekrar bataklığa doğru sürüklenmeye başlamıştı. Ancak bataklıktan beslenenler için bu hevesle beklenen bir durum gibi duruyordu.
Seçim sonuçları açıklandığı zaman beklentilerin çok üstünde bir sonuç aldı HDP. Karayolları Mahallesi için sürpriz olmayan bu sonuç Türkiye genelinde %13 ve 80 milletvekili ile sonuçlanınca halkın beklentisi olan “barış ve kardeşlik” için temsiliyet hakkı “kürsü dokunulmazlığı” ile sağlanmıştı. Artık meclisde saz çalmanın vakti gelmişti hem de tek başına değil orkestra eşliğinde.
Bu tablo beklenmeyen bir tablo olmalı ki HDP üst düzey yöneticileri bir bocalama evresi geçirdiler. Emanet oylar söylemi Kandil’den veto yemiş, açıklamayı yapan sazcı, sırtını malum karargaha dayadığını, gücünü oradan aldığını deklare etmek zorunda kalmıştı.
CHP oy kaybetmesine rağmen AKP üzerinden siyaset yapma hastalığının vermiş olduğu düşünememe, üretememe sendromu nedeni ile, HDP ise stratejisini barajı geçememek üzerine kurduğu için zafer sarhoşlukları çok uzun sürmedi. Kan damlayan musluklar, sokağa dökülürüz tehditleri olası baraj baskısı üzerinden savrulmuştu. Peki, ne olacaktı şimdi? Gerçekten söylenildiği gibi Türkiye partisi olup, kalıcı bir kardeşlik adına verilen sorumluluk yerine mi getirilecekti? Böyle bir durum kendi iradesi ile ortaya çıkan mücadelelerin yapabileceği bir işti ancak bu hareket kendi iradesi olmayan taşeron bir örgütten başka bir şey değildi.
Üstlendiği taşeronluğu yerine getirmek için bahane üretmekte zorluk çekmeyen örgüt, Doğu ve Güneydoğu’da suikastlere başladı. Aytaç Baran Diyarbakır’da sinsi ve kalleşçe şehit edildi.
Gerekçe ise aleyhte propaganda yapmasıydı. HDP’nin “demokrasi” söyleminin altın kuralı “ancak benim iktidarımda demokrasi olabilir” faşizanlığı işleme konulmuştu.
Başka bir bahane ise Kobane’de AKP’nin IŞİD’e yardım ettiği propagandası üzerinden gerçekleşti. Artık İslami duyarlılığı görünüşlerine yansıyan her Müslüman İşid’çi olarak lanse edilebilirdi. Tehdit, darp, işkence ve ölüme kadar varan bu eylemler ülkenin güçlü olunan her bölgesinde uygulanmaya konulmuştu. Gazi Mahallesinde kaçırılan işkence sonrası öldü diye ormana atılan yine sakalları yolunarak işkence ile hastahanelik edilen müslümanlar yapılan bu yaftalama sonucu bu duruma maruz bırakıldılar.
İşte bunlardan bir tanesi de son zamanların cazibeli mahallesi Karayolları’nda yaşandı. Mürsel Gül isimli bir müslüman Suriye’de YPG’ye karşı savaştığı, yaralanarak Türkiye’ye geldiği, sabun ticareti yaparak kendisini kamufle ettiği ama hemencecik teşhis edilerek Karayolları YDG-H militanları tarafından öldürüldüğü sosyal medyada yayınlanıyordu.
Başlangıçta provakasyon amaçlı yayınlar olarak algıladığımız bu haberlerin doğruluğunu ertesi gün öğreniyor, aileyi ziyaret ettiğimizde Mürsel Gül’ün iki çocuk babası, kendi halinde bir Müslüman olduğunu, IŞİD’le uzaktan yakından alakası olmadığını anlıyorduk. Her zaman olduğu gibi katilin ağzından haberi yapanlar, maktülün kanına ortak olmaya çok hevesli olmaktaydılar.
Yazının yazıldığı günün sabahı uyandığımızda, Karayolları Mahallesinin 6 “güzide evladının” tutuklandığı haberi dilden dile dolaşmakta idi. Yapılan yorumlar; “doksanlı yıllara geri döndük”, “evlatlarımızı evlerimizden alıyorlar”, “akibetlerini bilmiyoruz” tarzında! Şimdi bu insanlara şu soruları soruyorum; doksanlı yıllara geri dönülüyorsa, arada geçen zamanı nasıl açıklıyorsunuz? Evlerinizden alınan çocuklarınızın, başka çocukların babalarını hayattan aldıklarını görmüyor musunuz? Akibetlerini bilmediğiniz çocuklarınız için yavuz hırsız rolünü üstlenmeyin ve sadece şu soruya cevap verin: “Katilin hiç mi suçu yok?”
YAZIYA YORUM KAT