1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Katil İsrail'in saldırılarının ortasında Ramazan
Katil İsrail'in saldırılarının ortasında Ramazan

Katil İsrail'in saldırılarının ortasında Ramazan

Hava soğudu ve uyumak için şiltelerimizi hazırlardık. Biz 8 şilte üzerinde uyuyan 14 genç erkektik. Hiçbirimizin bir şilte üzerinde tek başına uyuma şansı yoktu.

04 Nisan 2025 Cuma 21:55A+A-

Halid El-Kerşali’nin We Are Not Numbers’da yayınlanan yazısını Hafsa Tetik, Haksöz Haber için tercüme etti.

 

İki yıl üst üste, yerinden edilmelere, kıtlığa ve değişen geleneklere rağmen mübarek Ramazan ayını geçirmenin zorluğunu yaşadık.

10 Mart 2024’te, Filistin müftüsü,- İslam hukukunun resmi yetkilisi Ramazan ayının başlangıcını duyurdu. O zaman savaşın 157. günüydü.

Geçen yıl, Ramazan’ın başlaması ile mutlu olmak yerine herkes korkuyordu. Aynı çadırda yaşadığımız diğer ailelerle birlikte uyumak için şiltelerimizi hazırladık.

O gün bir kilometreden fazla mesafede olan pazara gittim. Her gün yaptığım gibi 12 galon su taşıdım ve haliyle yorgunluktan uyuyakalmışım.

Annem sabah  “Uyan! Saat 8 oldu ve pazara gitmedin!” dedi. İnsanları yerlerinden ettikleri için barınağa dönmüş bir okulda yaşıyorduk. Kadınlar sınıfın içinde, erkekler ise sokakta kurdukları çadırda uyuyordu.

Sahurda bir şey yiyemediğim için aç uyandım, çünkü yiyecekler kadınların kaldığı bölümdeydi.

Savaştaki Ramazan da hava, şu günlerde ki havadan farklı değildi. Sabah pazara giderken güneş bizi susatırdı, geceleyin ise soğuk hava uyumamızı engellerdi.

Saat 12.30’da eve ebegümeci ile döndüm. Ramazan’ın ilk günü ebegümeci pişirmek bir Filistin geleneğidir.

Savaştan önce, babam Ramazan’ın ilk günü 3 kilogram ebegümeciyi 5 dolara satın alırdı.

Şimdi ise 1 kilogram ebegümeci bana 10 dolara mal oldu. Çadırdaki hiç kimse bu duruma şaşırmadı!

2 saatten fazla yürüdükten sonra ebegümeci ile birlikte pişirecek tavuk bulamadığım için üzülmüştüm. Yine de annem ebegümeci bulmayı başardığım için çok mutlu oldu. Gazze’ye gelen malların engellenmesi yüzünden tavuk bulmanın imkânsız olduğunu anlamıştı.

Yorgun olmama rağmen tamamlamam gereken başka bir görev daha vardı, o da su doldurmak. Suyu bulmak zor değildi ama doldurmak zordu.

Bidonları doldurmak için uzun bir kuyrukta beklemem gerekiyordu. Her bidon 24 litre su alıyordu. Erkek kardeşim Ömer ve ben bidonları çadıra geri götürmeliydik.

Bunu günde 3 kere bazen daha fazla yapmamız gerekiyordu.

Öğleden sonra saat 3 gibi, suları doldurma işini bitirdik. Ömer arkadaşlarıyla oynamaya gitti. Bu süre zarfında ben çevrimiçi dersimi tamamlamaya çalıştım ama oruç tutmak beni yorgun düşürmüştü. Yiyecek dışında başka bir şey düşünemiyordum.

Dinlenmek için oturduğumda Arapların Ramazan için yaptığı kadayıf tatlısı aklıma geldi. Annem ve babama pazarda kadayıfın malzemelerini aramak istediğimi söyledim.

Annem “Bulsan bile çok pahalıdır, temel ihtiyaçları almak için para biriktirmemiz gerekiyor.” dedi. Satın alacak bir şey olmadığında parayı biriktiriyordum. Bu yüzden bu sefer annemi dinlemeyip malzemeleri almaya karar verdim.      

Pazara giderken arkadaşım Nafiz eşlik etti. Malzemeleri satan birini bulana kadar bir saatten fazla dolaştık.

Kadayıf için hamur, şeker, fındık, hurma ve krema alacaktım, tabii eğer varsa. Malzemeler bunlar ama yalnızca hurmayı makul bir fiyata bulabildim.  Hamuru pahalı bir fiyata; 100 gramı 1 dolara satın almak zorunda kaldım. Çünkü ana malzeme oydu. Şekerde ana malzemelerden biriydi ancak çadırda biraz vardı.

Çadıra döndüm, kadayıf malzemelerini anneme verdim. Müezzinin ezanı okumasını beklerken oturup Kur’an-ı Kerim okudum.

Çadırımızda bizden başka aileler de olduğu için, aile bireylerimizle birlikte yemek yiyemiyorduk. Kız kardeşim yemeği dışarı getirdiğinde ona “Annem nerede? Neden gelmiyor?” diye sordum.      

Kız kardeşim “Annem ve ben içerideki diğer kadınlarla yiyeceğiz ve sizde burada yiyeceksiniz.” dedi.

Savaş zamanı ailelerin parçalamasının bir başka yolu da bu şekildeydi.

Hiçbirimiz yemeklerin tadını çıkaramıyorduk. Çünkü aile olarak bir araya gelip yemek yiyemiyorduk.

Işık olmadığı için sanki görme engelliymişiz gibi yedik. Telefonlarımızın şarjı yoktu, el fenerlerimiz de çalışmıyordu.

Hava soğudu ve uyumak için şiltelerimizi hazırlardık. Biz 8 şilte üzerinde uyuyan 14 genç erkektik. Hiçbirimizin bir şilte üzerinde tek başına uyuma şansı yoktu. Her üç kişi iki şilte üzerinde ve bazıları ise iki şilte üzerinde dört kişi uyumak zorundaydı.

Durum her ne kadar içler acısı olsa da çadırdaki ilk günlere göre daha iyiydi çünkü artık herkesin en azından bir battaniyesi vardı. Kış boyunca arkadaşım Muhammed el-Ghozz’un yanında uyudum. Muhammed ile iki battaniyeyi de üst üste koyarak birlikte uyumak için anlaştık, böylece ikimizde ısınmış olurduk.

 Savaştan önce yatsı namazını ve teravih namazını camide kılmaya giderdim.

O gece eve girdiğimde saat gece yarısıydı ve herkes uyanıktı. Namazdan sonra kadayıf yerken kahve içmek de savaştan önceki bir alışkanlığımdı. Savaştan önce 250 gram kahve 2 dolar tutuyordu. Şimdi ise 250 gramı 25 dolar tutuyor.

Küçük kız kardeşim, küçük bir tabak kadayıf ile geldi. Tabakta üçü babama, üçü kardeşime, üçü de bana olmak üzere on dilim vardı.

Bana onuncu dilimi bırakmışlardı ama yemek istemedim ve anneme vermesi için kız kardeşime geri verdim çünkü annemin hepsini bize vermek için yemek istemediğini biliyordum. Bu onun hep bizi düşünmesindendi.

Tatlıyı yedikten sonra uyumaya gittim çünkü yapacak başka bir şey yoktu. Babamın sabah ezanından önce sandviç yememi söyleyen sesiyle uyandım. Sahur yemeğini yerken ışık olmadığından hiçbir şey göremedim. Peynirli sandviçimi yedim, su içtim ve sonra da yattım. Ramazan, savaş zamanı çok sıkıcı geçiyordu.

Ocak 2025'te ateşkes sağlandı ancak bu yılki Ramazan ayında da hayatımızda pek bir değişiklik olmadı. Yol açılınca eve gidebildik — ama evimiz yaşamak için uygun değildi, o yüzden babam iki küçük oda kiraladı. Sonunda, tek bir aile olarak yalnızdık. Geçen yıldan bu yana en dikkat çeken değişiklik sahur ve iftarda ailece bir araya gelebiliyor olmamız ama savaş koşullarında Ramazan ayı halen sıkıcı olmaya devam ediyor. Önceden, benim için Ramazan maceralarla dolu bir aydı. Neredeyse hiç evde oturmazdım. Birlikte pazarlara gitmek için camide arkadaşlarımla buluşarak saatlerce vakit geçirirdim. Özellikle ilk hafta davet haftasıydı. Bir gün iftarı dedemlerde yapardık, diğer gün ise diğer dedemler bizi davet ederdi. Diğer günlerde ise amcalarım ve arkadaşlarım davet ederlerdi.

Artık hayatın temeli olan yiyecek, su, elektrik hâlâ eksik ve bombalanma korkusu olmadan camiye girip namaz kılabilmek 500 günden fazla süredir özlediğim bir duygu.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum
  • Ramazan ileri / 05 Nisan 2025 06:21

    Üzülme be çocuk, dünya inananların sürgün yeridir. Ahiret yurdunda karşılıkların güzeli var.
    Sizin katilleriniz siz kadar huzurlu değil.
    Bizim ise sadece sizin yanınızda olamamak canımızı acıtıyor.

    Yanıtla (0) (0)