“Kartel”e gazetecilik dersleri!..
Hadiseyi biliyorsunuz; “Korsan kararname krizi”yle gündeme oturan HSYK Üyesi Ali Suat Ertosun’un basın toplantısında, son derece nazik bir üslupla; gayet şık, gayet yerinde bir soru yönelten muhabirimiz İsmail Uğur, mebzul miktardaki korumanın saldırısına uğradı.
Biz de gazetenin temsilcisi olarak, önce muhabirimizi saldırganların elinden kurtarmaya çalıştık...
Bu mümkün olmayınca, toplantının ev sahibi Ali Suat Ertosun’u ve ona destek için salonda bulunan HSYK ekibini göreve davet ettik.
Bu ısrarlı çağrılar üzerine sorumluluğunun gereğini yerine getiren Ertosun, muhabirimizin tekrar salona alınmasını sağladı ve olaydan dolayı özür diledi.
Bir muhabirin böyle bir saldırıya uğramasına sebep olan soruyu biliyorsunuz...
Ertosun’un örgüt sanığı ile bir araya gelmesini “insani ilişkilere” bağlamasından hareket eden İsmail Uğur, toplantının soru-cevap bölümünde görevliden mikrofonu aldıktan sonra dedi ki Ertosun’a:
“Efendim; genç hakim ve savcılara illegal oluşum mensuplarıyla yemek yemelerini, böyle bir araya gelmelerini tavsiye eder misiniz?..”
Tam mânâsıyla gazeteci sorusu...
En ufak bir “kanaat izharı” yok, “yönlendirme çabası” yok...
“Tavsiye eder misiniz, etmez misiniz?..”
Böyle bir soruya nasıl cevap verilebilir, verilebilir mi verilemez mi, soru muhatabının içinde bulunduğu durumu iyice sıkıntılı hale düşürüyor mu, düşürmüyor mu?..
Meselenin bu tarafları muhabiri ilgilendirmez.
Onun ilgilendiği haberidir, karşı tarafın, usulüne uygun biçimde sorulmuş sorusuna cevap verememiş olması, onun haberini güçlendirecektir.
Ve marifet de, muhatabının her şekilde işe yarayacak cevabı vermek durumunda kalacağı soruyu yöneltebilmektedir...
Öyle bir soru sorarsın ki, karşındaki ne tür cevap verirse versin işine gelir.
“Efendim, birtakım yayınlar hakkında ne düşünüyorsunuz?” yollu sorular yöneltmenin anlamı yoktur.
Genelkurmay Başkanlarının basın toplantılarında, “Hicap duyuyor musunuz?..”, “Hazmedebilecek misiniz?” gibi acayip sorulara şahit olduk...
Bunlar da, “aptal” işidir.
İsmail Uğur’un sorusu üstün zekâ ürünü; karşı tarafın sinirlerini bozacak türden olmakla birlikte, soru tekniği açısından hiçbir sıkıntı yok.
Dünya görüşü ne kadar farklı olursa olsun, bir gazetecinin bunu yapan arkadaşı tebrik etmesi gerekir.
Bendenize gelince, o ortamda muhabirim saldırıya uğramış...
Yaka paça dışarı götürmeye çalışıyorlar.
Yerimden fırlayıp, araya girmemem, O’nu saldırganların elinden almak için elimden gelen her şeyi yapmamam söz konusu olabilir mi?..
Ertosun’u da diğer HSYK üyelerini de sıkıştıracağım elbet; rezalete son verilmesi için elimden geleni yapacağım...
Yetmez; ortada milyonların gözü önünde gerçekleşen bir çirkin eylem var...
Elbette, ev sahiplerinin özür dilemesini de sağlamaya çalışacağım.
Efendim,
Bütün bunları niçin yazdım?..
Şunun için:
Müessif olayla ilgili olarak meslektaşımız olmayan Ali Suat Ertosun üzerine düşeni yaptı, özrünü diledi, bizi makamına davet edip üzüntüsünü tekrar tekrar dile getirdi.
Gazetecinin sorusunda herhangi bir sıkıntı olmadığını, arkadaşımızın görevini yaptığını ve yapılan işe saygı duyduğunu söyledi.
Lâkin sözde meslektaşlardan bazıları...
Öyle çirkin haberlere yer verdi ki sayfalarında...
Bu kadar olur!..
Sırf Vakit’ten kuyruk acıları var diye, “Vakit’ten kışkırtma”, “Vakit arbedesi”, “Vakit krizi”...
Ve dahası,
“VAKİT’in Temsilcisi sürekli olarak soru yöneltip diğer gazetecilerin soru sormasına fırsat vermedi!”
Falan filan...
Arkadaşlar...
Ayıptır!..
Bu, emeğe saygısızlıktır!..
Mesleğe ihanettir!..
Aptallıktır!..
Vakit muhabiri nefis bir soru yöneltmiş...
“Gazeteciyim” diyenin yapması gereken, bu sorunun daha iyisini yöneltmeye çalışmak olmalı...
Bir gazetenin temsilcisi, dürüstlükleri bazı sanık avukatları tarafından dahi teslim edilen Ergenekon savcılarını kaydırmanın derdindeki bir HSYK üyesine, birkaç soru yöneltmeyecek de ne yapacak?..
Adamlar, “Niye trene bakar gibi Ertosun’a bakıyoruz da doğru dürüst soru yöneltemiyoruz” diyeceklerine, sorduğumuz için bize hücum ediyorlar.
Oysa...
Bir dönüp baksalar gazetelerine; Ertosun’un öne çıkartılan cevaplarının büyük bir bölümü bizim sorularımızın eseri...
Sözgelimi, Ergenekon savcılarını suçlaması üzerine;
“Ergenekon sanıklarının dosyaları bir gün sizin önünüze gelebilir. Bu günden ihsas-ı reyde bulunmanız (oyunuzun rengini belli etmeniz) sizce ne kadar doğru bir tavırdır?” sorusunu yöneltmemiş olsaydık, “(Birlikte yemek yerken fotoğraflandığı) Sanık Engin Aydın’ın dosyasına bakmayacağını” söylemeyecekti Ertosun.
Bunu söylemekle, Kent Otel’de defalarca buluştuğu diğer Ergenekon sanıklarının da dosyalarına bakamayacağını ilan etmiş oldu aslında...
Fena mı?..
Hal bu iken, sözde meslektaşlarımız, görevlerini yapacaklarına bizi hedef alıyorlar.
O kadar acemice yapıyorlar ki bu işi;
Başlıklarda, spotlarda bizi suçlarken, “iç”lerde, “Ankara Temsilcisinin uyarısı üzerine Ertosun özür dilemek zorunda kaldı” gibi ifadeler kullanıyorlar.
Yukarıda “olayları” hazırlamakla-kışkırtmakla suçladıklarının, aşağıda “Ertosun’un özür dilemesini sağlayıp ortalığın yatışmasını sağlayan gazeteci” olarak sunduklarının farkında değiller ki zavallılar!..
Aslında...
Bunların burunlarını Allah’ın izniyle bir kez daha sürtmüş olmanın hazzını yaşamamız lazım...
Ama olmuyor...
Canımız sıkılıyor; mesleğin bu hallere düşmüş olmasından dolayı!..
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT