‘Karıştırma bu işleri’
Türkiye bir özel sözcükler, özel tümceler ülkesi. Belki başka ülkelerde öyledir, bilemiyorum.
Örneğin birisi diğerine ‘karıştırma bu işleri’ diyorsa, söz konusu olayda bir bit yeniği vardır ve bunu söyleyen birazcık tehdit içeren bir mesaj da veriyor demektir.
Eski TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sadık Avundukluoğlu karşılaştığı devlet-çete ilişkisi konusunda şaşkınlığa düşmüş ve aynı partiden olduğu dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’yi aramış. İçişleri Bakanı’nın cevabı aynen şöyle olmuş: ‘Karıştırma bu işleri.’
24 Ocak 1993’teki Uğur Mumcu suikastının ardından kurulan TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu’nun başkanlığını yapan Sadık Avundukluoğlu ilginç bir olayı aktarıyor: “Mumcu dosyasını inceledim. Ayhan Ayten adında biri dürbünü almış, Mumcu’nun kurban gittiği sokakta yaşananları tek tek çekmiş. İfadesini gördüm... Komisyona çağırdım. Polis ‘Biz ifadesini aldık, bıraktık’ dedi . Ardından yazılı tekrar çağırdım. Bana ‘bulamıyoruz’ yanıtını verdiler. Dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’yi aradım. Durumu anlattım. Kendisi bana ‘Ne yapacaksın, karıştırma bu işleri’ cevabını verdi.”
Avundukluoğlu 1975-1990 yılları arasında uzun uğraşlar sonucunda 908 faili meçhul cinayet saptadıklarını ve bunu rapor haline getirdiklerini ifade ettikten sonra Amerikan Büyükelçiliği ve Bülent Ecevit dışında bu raporu kimsenin istemediğini belirtiyor. Yetkili birçok kimsenin ise ‘sana ne oluyor’ diyerek tavır koyduklarını da sözlerine ekliyor.
***
Susurluk kazasının üzerine kurulun TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış’ın da benzer şekilde tehdit edildiğini, ‘karıştırma bu işleri’ uyarıları aldığını biliyoruz. Mehmet Elkatmış, MİT, Genelkurmay ve Milli Güvenlik Kurulu’ndan yardım gelmediğini ifade ediyor. “Bankalar bile Yeşil’in banka hesaplarını sorduğumuzda ‘ticari sır’ diye bilgi vermediler. PTT istediğimiz telefon kayıtlarını vermedi.” Susurluk Komisyonu’na o dönemde birçok telefon görüşmesinde ve olayda adları geçen Veli Küçük’ün ve dönemin Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman’ın da ifade vermeye gitmedikleri de işin bir başka boyutu.
Benzer şekilde TBMM Hrant Dink Cinayetini Araştırma Komisyonu’na Trabzon Jandarma Komutanı Albay Ali Öz’ün ifade vermediğine de tanık olduk. Ali Öz cinayetin ardından iki sene geçtiği halde, hâlâ ‘görevi ihmal’ suçlamasından bile mahkeme önüne çıkarılabilmiş değil.
Bütün bunlar neden ve nasıl oldu?
TBMM’nin hesap soramadığı araştırma yapamadığı bir duruma ne ad verilebilir?
Böyle bir ülkede gerçek bir demokrasinden söz edilebilir mi? TBMM’nin üstünde onu korkutacak bir sisteme nasıl bir ad verilebilir?
Bu sorunun cevabını en iyi verebilecek olanlar, o dönemde Türkiye’yi yönetenlerdir. Yöneten deyince yalnızca siyasileri anlamak yetmiyor, buna askeri ve yargı bürokrasisini de katmalıyız. Dönemin başbakanları, içişleri bakanları, savunma bakanları, genelkurmay başkanları, jandarma komutanları, yargıtay başkanları, emniyet genel müdürleri bu soruların cevabını en iyi bilebilecek insanlar. Sorularımız onlaradır. ‘Adam öldürenler’in çoğu neden yargı önüne çıkarılamadı? Neden onlardan hesap sorulamadı?
Diyarbakır Barosu eski başkanı Sezgin Tanrıkulu, dün Sabah gazetesinde Ecevit Kılıç’la sohbetinde bütün bu sorulara açıklık getirecek değerlendirmelerde bulunuyor. Diyor ki, “JİTEM’in 5 bin cinayeti var. JİTEM’in eleman ağı aynen duruyor. Bu yapının ordu içinde dağıtıldığı görüşünde değilim. Sadece aktif değil.”
Sezgin Tanrıkulu geçmiş günleri şöyle anlatıyor: “Sürekli arkamıza bakarak yürüyorduk. Her an biz de öldürülebilirdik. Sokakta yürüyemiyorduk.
O sırada arkadaşlara ‘Keşke omuzlara takılacak dikiz aynası olsa o zaman yürürken arkamızı da görürdük’ diye espri yaptım. Sonra bunu bir sohbette Kennedy’nin kızı Caroline’e anlattım.
O da ünlü yazar Ariel Dorfman’a anlatıyor. Dorfman da Karanlıklar Ötesinden Gelen Sesler kitabında öykü olarak buna yer veriyor.”
‘Karıştırmayalım bu işleri’ değil mi?
Ne olur ne olmaz!..
RADİKAL
YAZIYA YORUM KAT